Kaybolan varlık ve zenginliğimiz...

Dr. Uygar ÖZESMİ uygar@good4trust.org

Aklınıza ilk gelenin sizi yanılttığı oldu mu hiç? Zenginlik denince aklınıza ilk ne gelir? Para mı? Varlık denince aklınıza ne gelir? Mülk veya işletme mi? Bütün kıymetlerin toplamı mı? Biyoloji veya ekoloji eğitimi görmüş insanların aklına zenginlik deyince ilk biyolojik çeşitlilik ve varlık deyince gezegenimizi var eden cansızlar ve canlılar gelir. Aklımıza ilk gelenler çok farklı olsa da ekoloji ve ekonominin ortak bir “eko” su var. Bunlar niye ortak acaba? Bunu iktisat öğrencilerine ve mezunlarına hep sorarım ve ilginçtir kimse “eko”nun nerden geldiğini ve ne anlama geldiğini hatırlamaz. Eko Yunanca’da “oikos”dan gelir, oikos ise bir ev ve etrafında o evi besleyen arazi anlamına gelir. O açıdan eko-loji, ev ve arazinin bilimi, ekonomi ise ev ve arazinin yönetimi ve ölçümlemesi anlamına gelir. Evimiz ve arazimiz; Dünya. Evimiz ve arazimiz; Türkiyemiz. Evimizin ekolojisini bilmeden ve korumadan, ekonomi olur mu? Beton yenmez, para yenmez demiyor muyuz dost muhabbetlerinde? Hayıflanıyoruz kesilen ağaçlara. Bizim bu hislerimize derman olmaya çalışan sivil toplum kuruluşları Greenpeace, TEMA Vakfı, Slow Food FSD, 350.org ve change.org’da kampanyalar tek bir ağızdan haykırıyorlar ”19 Ağustos’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylanan Türkiye Varlık Fonu Yasa Tasarısı kapsamında, şirketlere, doğayı istedikleri gibi kullanabilecekleri, çevreyi hiçbir denetime tabi olmadan kirletebilecekleri imtiyazları sağlayan Madde 75 kabul edildi. Madde 75 ile birlikte Bakanlar Kurulu’nun karar vereceği projeler, hiçbir denetimden geçmeden (orman, mera, çevre, kıyı koruma ve benzeri kanunları hiçe sayarak) faaliyete başlayabilecek. Ekonomi Bakanlığı’nın, yasadan yararlanacak olan planları nasıl belirleyeceği ve Bakanlar Kurulu’nun hangi kriterlere göre karar alacağı konusunda büyük soru işaretleri var. Şirketlerin, iklimi yaşanmayacak hale getiren, toprağımızı ve suyumuzu kirleten kömürlü termik santral projeleri de hiçbir hukuki sürece tabi olmayacak. Ayrıca, yine yasa kapsamında, şirketlere Bakanlar Kurulu tarafından denetimsizliği arttıracak ve kamu bütçesine büyük ek yükler getirerek bütçe açığının artmasına sebep olabilecek imtiyazlar sağlanabilecek. Bu yatırımlara, vergi, teşvikler, arazi ve bina tahsisi, üretim maliyetlerini karşılama gibi başlıklarda da destek verilmesi planlanıyor. Üstelik bu desteklerin nasıl verileceği, hangi kriterlere göre belirleneceği net değil. Yasada, herhangi bir mekanizma açıkça önerilmiyor. Bu belirsizlik yüzünden bir yandan yaşam hakkımızı riske atan ciddi çevre sorunları ile karşı karşıya kalacağız, diğer yandan ise zaten kırılgan olan ekonomimiz için büyük riskler alacağız. Yıllardır, çevre, hukuk ve finansman konularında sorunlar yaşayan bu projelerin tüm maddi risklerini devletin kamu bütçesinden karşılamasıyla ülkemizin ekonomik geleceği de tehlikeye girecek.” Daha Türkiye Varlık Fonu Yasa Tasarısı Madde 75 olmadan bile Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) rakamlarına göre Türkiye genelinde 2006 yılında 258 milyon 764 bin 716 dekar olan tarım toprağı, 2015 yılında 239 milyon 488 bin 288 dekara düştü. Tarım ekonomistlerine sormak gerek, acaba Türkiye’de 19 milyon 276 bin 428 dekar tarım toprağının yok olmasının yarattığı yıllık ekonomik kayıp nedir? Karadeniz Bölgesi’ndeki sellerle akıp giden topraklara bakalım sadece. Esra Başak’ın 2009’da yaptığı bir araştırma sık sık can ve mal kayıplarına sebep olan Karadeniz Bölgesi’nde toprağı yerine koyma maliyeti 2009 rakamları ile 2,2 milyar TL’ye denk geliyor. Toprak varlığının kaybı yanı sıra son 60 yılda Anadolu’da yaklaşık 2 milyon hektar sulak alan kurutuldu ya da kurumaya terk edildi. Bu ülke sathına yayılmış varlık kaybının yekününü alırsak Marmara Denizi’nden daha büyük bir alana denk gelir. 2 milyon hektar sulak alanın yok olmasının yarattığı yıllık ekonomik kayıp nedir? Esra Başak’ın 2003 yılında yaptığı bir bilimsel araştırma yıllar önce bile Tuz Gölü`nün Türkiye ekonomisine yılda 425 milyon 871 bin dolar katkı sağladığını belirledi. Yapılan araştırmaya göre Tuz Gölü Havzası, çevresinde sazlıklar, mantar ve yabani bitkiler yetişmesini sağlamakla kalmayıp, arıcılık, hayvancılık ve tarıma imkan tanıyor. Sadece gölün etrafında yapılan hayvancılıktan yılda 182 milyon dolar gelir elde ediliyor. Mantar, doğal bitkiler ve bal üretiminden bile 1,5 milyon dolar gelir sağlanıyormuş 2003 yılında. Garip olgulardan biri de Tuz Gölü evsel, kentsel ve endüstriyel atık suları depolayarak ve kısmen temizleyerek yılda 83 milyon TL’lik görünmeyen bir hizmet sunuyor. Evimiz ve arazimizin değerini bilmeden nasıl yöneteceğiz onu? Ekonomi kökü ile ilişkisini tazeleyerek evde doğanın kanunlarına riayet etmek durumunda. Yasalar çıkacaksa araziyi ve evi korumak, evi paylaşan çoluk çocuk için adil bir ekonomi yaratmak için olmalı.

Tüm yazılarını göster