Vurun abalıya (1)

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Kamu yararı kişisel çıkarlardan önemlidir. Bu açıdan devlet yasal olan kişisel özgürlük ve çıkarları kamu yararına kısıtlayabilir ve engelleyebilir. En demokratik ülkelerin anayasalarında ve kanunlarında bu konuda düzenlemeler vardır. Bu kurumlar için de geçerlidir. Kurumların kendi çıkarlarına olan yasal girişim ve uygulamaları da kamu yararına kısıtlanabilir. Yasalar her ülkede bu konuda da düzenlemeler getirmiştir. Bu yazdıklarıma kimsenin bir itirazı yoktur herhalde. Ancak, mesele o kadar basit değil.

Türkçe güzel kullanılırsa tadından yenmez bir dildir. Ancak Türkçeyi güzel kullananların sayısı oldukça azdır. Zaten kelime sayısı olarak İngilizce, Arapça gibi dillere oranla fakir sayılabilecek(2) Türkçe, ehil kullanıcıların azlığından ‘Etkili Diller’ sıralamasında olabileceği yerde değildir. Özellikle ekonomi, işletmecilik gibi tanımsız kavramların havada uluştuğu ilim olamamış branşlarda dilin kullanımı oldukça sorunludur. Neyse, bu konuyu dilbilimcilere bırakarak esas tartışmak istediğim konuya gelmek istiyorum. Bugün ‘devletin’ yasal bile olsa ‘işletmecilik uygulamalarını’ ‘kamu yararına’ ‘kısıtlaması’ konusunu işlemek istiyorum. Şimdi “Nereden esti bu? Bunca dert varken felsefenin sırası mı?” diye soruyorsanız meraklanmayın felsefe yapacağım ama güncel olayların gündeme getirdiği konularda.

Yukarıdaki ‘devlet’ yasal bile olsa ‘işletmecilik uygulamalarını’ eğer ‘kamu yararına’ ise ‘kısıtlayabilir’ cümlesinde dört tanımsız kavram var: Devlet, işletmecilik uygulamaları, kamu yararı ve kısıtlama. Büyük olasılık bazı okurlarım şimdi “Buyurun Hoca yine tanımsız kavramlar diyerek tutturacak” diyorlardır. Haklılar. Böyle kulağa doğru gibi gelen iddialı tezlerin doğruluğunu iyice irdelemek gerekir.

Önce devletin tanımını bir düşünün. Yaygın tanımına göre devlet toplumun siyasal örgütlenişi ve örgütlerinin tümüne denir. Bu tanıma göre cumhurbaşkanlığından muhtarlığa, milli istihbarat teşkilatından belediye zabıtasına kadar yüzlerce örgüt ve binlerce kişi devleti temsil eder. Meraklısı için bunların hangisinin hangi kişisel ve kurumsal özgürlükleri kamu yararına değildir diye nasıl kısıtlayabileceği oldukça karmaşık bir inceleme konusudur diye düşünüyorum.
Kısaca kısıtlama ne demek bir de ona bakalım. Biz çocukluğumuzdan kısıtlamalar alışığızdır. Analarımız, babalarımız bırakın kamu yararını, kendi yararımıza sayılacağını beklediğimiz uygulamaları bile bir kaç şekilde kısıtlarlardı:

1) Yapamazsın-Bu Türkçe lamı cimi yok yasaktır cezası vardır demektir;

2) Yapmamalısın- Bu Türkçe sakıncalıdır ceza bile alabilirsin demektir;

3) Yapmasan- Bu Türkçe cezası yoktur ama yapılmasa daha iyi olur demektir.

Kamu zararına olduğu söylenen şeylerin bir kısmı yapılamaz, bir kısmı yapılmamalı, bir kısmı da yapılmasa sınıfındadır. Söz gelimi, her belediyenin yayınladığı ‘Belediye Emir ve Yasakları Uygulama Yönetmeliklerine’ göre pazarlarda her türlü canlı hayvan satışı yasaktır. Yani pazarlarda canlı hayvan satamazsınız. Yasaktır ve cezası vardır.

Kamu yararı kavramı bizim anayasamızda da sık geçen bir kavram olmasına karşın ne anlama geldiği konusunda yazında bir görüş birliği bulamazsınız. Kavramın iki zıt yorumu vardır. Kimi ‘kamu yararı’ derken ‘devletlerin’ bireylerin ve kurumların haklarını kısıtlamak için kullanabilecekleri mazeretleri kast eder. Kimi ise, bunun tam tersine, bireysel ve kurumsal hakların korunmasını kamu yararı olarak anlar. Ben ‘kamu yararı’ kavramının ilk yorumunu, yani bunun devletin hangi koşullar altında bireysel özgürlükleri kısıtlayabileceğinin bir anlatımı olduğu yorumunu, pek içime sindiremeyenlerdenim. Ben bireysel ve kurumsal hakların korunmasının kamu yararının temeli olduğuna inananlardanım. Diğer taraftan bu konuda hayalci de değilim. Bireyler için iyi olan her şey kamu için iyi demek değildir. Ama, evet bunun bir de aması var. Kamu için iyi olduğu söylenen her şeyin bireyler ve kurumlara da iyi geleceğini ileri sürenlere genellikle diktatör deniliyor.

Gelelim işletmecilik uygulamalarına. İşletmecilik uygulamalarının tanımını defalarca vermiş ve açıklamıştım . İşletmeciler üretirler ve pazarlarlar. Bunları yapmak için

a) İnsan gücü;

b) Para;

c) Fiziki tesis ve altyapı;

c) İlişki ve stratejik işbirlikleri;

d) Enformasyon ve know-how kaynakları harcarlar.

Amaçları bu kaynakların getirebileceği en yüksek getiriyi elde etmektir. Bunu yapmak için de bu kaynakları,

i) Planlarlar;

ii) Tedarik ve tahsisini yaparlar;

iii): kullanımlarının denetimini yaparlar.

Bazı çevrelerce kriz sayılmayan, bazı çevrelerce ciddi bir kriz olarak yorumlanan ekonomik gelişmelere bir de seçim ekonomisi eklendi. Bu bağlamda ortaya ilginç fikir, yorum ve ‘kamu yararına’ uygulamalar da çıktı. Bunların başında “Kriz yok ama eğer var diyorsanız diye söylüyoruz bu olmayan kriz neden çıktı?” sorusu var. Rahip Brunson’u bir kenara bırakırsanız olmayan ekonomik sıkıntıların sorumlusu belli oldu: Bazı açgözlü, fırsatçı işletmeciler. Üretmiyorlar, pazarlamıyorlar. İnsan gücü istihdam etmiyorlar, parayı plansız harcayıp sonra para yok diyorlar, fiziki tesis ve altyapı yatırımları yapmıyorlar, işbirliği yapmıyorlar, çağdaş enformasyon teknolojisine geçmiyorlar. Yani bazı basına göre işletmecilerin bir kısmı işletmecilik yapmıyorlar sırf para kazanmaya uğraşıyorlar. Kamu zararına çalışıyorlar. Vurun abalıya.
Bu açgözlü! İşletmecilerin büyük günahları;

1) Stokçuluk: Fiyatlarının artacağını sandıkları girdileri ve ürünleri stoklamak;

2) Karaborsa: Pahalıya (fahiş fiyatlara mal satmak) satmak olarak sıralanıyor. Bu iki uygulama da kamu yararına olmadığı için daha önce açıkladığım devlet kurumları ve temsilcileri yani bakanlık, valilik, polis, jandarma, belediye zabıtası gerekli kısıtlamaları uygulamak üzere harekete geçiyorlar. Basın da ya maç nakleder gibi bunu tarafsız haber yapıyor ya da taraf tutarak vurun abalıya diyerek alkış tutuyor.

Benim bildiğim kadarıyla bizim kanunlarımıza göre ‘tacir’ unvanı olmayan bir işletmeci reklam etmediği ürünü satmak zorunda değildir. Uluslararası uygulamada yaygın ilke fiyat listeleri veya reklam yoluyla teşhir edilen ürünlerin satılma zorunluluğudur. Yani stokçuluk suç değildir. Tersine ‘müdebbir tüccar’ olan işletmeci stok yönetimi yaparken pahalılaşacak veya arzı azalacak girdileri stoklarken, ucuzlayacak (veya aynı kapıya çıkan) arzı artacak ürünleri ellerinden süratle çıkartırlar. Fiyatı artacak şeyleri stoklamayan işletmeciye aferin değil enayi derler. Fahiş fiyata mal satıyorlar bir başka popüler suçlama. Benim gençliğimde narh denilen bir şey vardı. Narh, genellikle tavan fiyat tespiti anlamına geldiği gibi haksız rekabeti önlemek, üreticiyi korumak gibi sebeplerle taban fiyatın saptanması olarak da tanımlanabilir. Genelde narh koyma görev ve yetkisi belediyelere verilmiştir. Bir işletmenin pazara sunduğu ürüne talep ettiği fiyatın üst sınırını tayin edecek bir kanun benim bildiğim kadarıyla henüz hiç bir ülkede yazılmadı. Özellikle ‘liberal ekonomi’ iddiasıyla idare edilen ülkelerde tavan fiyat diye bir şey pek anlam ifade etmez. Bu tür piyasa dışı sabit fiyat uygulamalarını sosyalist ülkeler denediler pek olmadı. Özellikle haksız rekabeti önlemek için yapılan taban fiyat uygulamaları ise birçok ülkede var. Var ama kuralları da var. Düşük fiyatla mal satan işletmeci düşük fiyatını maliyetler cinsinden açıklamak zorundadır. Çok özel şartlarda maliyetlerin altında fiyatlarla satışa izin verilir. Maliyetlerin altında fiyatlarla satış yapan haksız rekabetle suçlanır. Hayatını karartırlar. Tavan fiyat takdiri meselesine gelince malını satabileceği en yüksek fiyata satmayan işletmeciye aferin değil enayi derler.
İş insanlarımızın ve işletmelerimizin imajlarını kamu yararı teraneleriyle zedelemenin, işletmeleri zararına çalışmaya zorlamanın kimseye bir faydası olmaz. Vurun abalıya olmasın.
Sağlıcakla kalın.

------------

(1) Teşbihte hata olmaz. Vur abalıya eskiden zenginler şalvar fakirler aba giydiği için fakirlerin ezildiği durumlar için kullanılan bir deyimdir.
(2) Bu konuda oldukça hararetli tartışmalar yapılır. Kimi Türkçede 100,000 kelime vardır der kimi 15,000 diye ısrar eder. Kimi İngilizcede 400,000 kelime vardır der. Kimi bunu abartılı bularak 90,000 sayısını verir.
(3) Bu her işletme için geçerli soysal tanım yazarın ‘BMS The Business Management System’ (UNCTAD/WTO, ITC 1995) kitabından alınmıştır.

Tüm yazılarını göster