Nedir bu yapısal reformlar? Niye yapılamıyor?

Şevket SAYILGAN / Ekonomist sevket.sayilgan@dunya.com

Geçen haftaki ya­zımda da belirt­tiğim gibi ar­tık Türkiye’nin hızlıca ekonomi programını, dolayısıyla yapısal re­formları ile ilgili yol ha­ritasını açıklamalı ve başlatmalıdır.

Yapısal Reform ne demek? Ülkenin eko­nomik, sosyal, hukuk ve demokrasi uygulamaları­nın temelden yeniden yapılandı­rılmasını sağlayacak kural ve sü­reçlerden oluşmaktadır. Elbette ki bu kapsayıcı yapının düzen­lenmesi ve uygulamaya sokulma­sı büyük bir plan ve özellikle de popülist, günlük beklentilerden arınmış bir irade gerektiği hiç şüphesizdir.

Peki, Türkiye neden yapısal re­form ihtiyacı içindedir? Ve Niye bu ihtiyaç onlu yıllardır hep erte­lenmektedir. Bu soruların cevabı için aşağıdaki tespitleri yapma­mız gerekiyor.

Türkiye ekonomisinin genel so­runlarını değerlendirirken bazı sosyolojik ve toplumsal tespitler;

. Osmanlı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin modern ekono­mi sürecine girebilmek için yeter­li sermayesinin olmaması ve kay­bedilmiş yüzyılların hızlı telafi etme isteğinin siyaset ve seçmen arasında adı konulmamış muta­bakatı (Plan kavramının toplum­sal karşılığının olmaması),

. Tarım toplumundan, sana­yi toplumuna geçişin plansız ol­masının sosyal, kültürel ve eko­nomik sonuçlarının ertelenmesi veya günlük politikalarla yöne­tilmesi,

. Gelişmiş ekonomilerin te­mel kurumlarının Türkiye’de ku­rulup geç gelişmesi, bazılarının ise geç kurulması,

. Nüfus yapısının, eğitim-öğ­retim sürecinin ve büyüme-Kal­kınma hedefleri arasında koor­dinasyonun uyumlu hale getiri­lememesi,

. Özellikle Osmanlı İmpara­torluğu’nun son iki 200 yıllık dö­neminin kayıplar ağırlıklı olma­sı, genç Cumhuriyetin de bu ka­yıp psikolojisi içinde tercihlerde bulunması ertelenmiş, gecikmiş tüketim talebindeki artışı tetik­lemesi,

. Tüm bu perspektifte en önemli sorun dünya ekonomile­rinin sanayileşme süreçlerinin ve bu süreçlerin toplumsal değişim­lerinde yarattığı etkinin Türkiye toplumun da yaşanmamış olma­sıdır. (Burjuva sınıfının eksikliği, sınıfsal farkındalık sonuçlu yapı­sal dönüşümün içsel dinamikler­le yapılamamış olması),

Bu genel yapı ekonomide de yansımaları olmuştur. Özellikle toplumsal talepler ve bu taleplere siyasetin verdiği karşılık uygula­nan politikalarda ağırlıklı popü­lizmin izleri görülebilmektedir.

Bu süreçte özellikle 1938’e ka­darki politikalardaki planlı sa­nayileşme programları ile başa­rılanlar, ikinci dünya savaşı ve sonrası süreçte çok partili haya­ta geçiş ve Türkiye ekonomisinin görece piyasa ekonomisi ve ka­pitalist sistemin kurallarına yö­nelik bir eğilimle birlikte birçok kazanımda gözden çıkarılmıştır. Belki de burada belirtilmesi ge­reken ilk faktör “denk bütçe” an­layışından vazgeçilmesidir. Ve yıl 2024 hala bütçe açıkları eko­nomimizdeki sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engel olmaya devam etmesidir.

Bu siyasi tercihlerdeki değişim toplum tarafından da destek gör­mesi günü birlik politikaların si­yasi başarı elde etmek isteyen ak­törlerin ortak tercihi haline gel­miştir.

Örneğin köy enstitülerinin toplumsal kalkınmada ne kadar önemli bir devrim olduğu bugün bu konuyla ilgilenenlerin ortak düşüncesi olarak karşımıza çık­maktadır. Bu dönüşümün gerçek­leşmemesi ve sanayi devrimine eklemlenme konusunda plansız ve aceleci sonuçlar alma isteği, üretim bakış açısından tüketim bakış açısına Türkiye ekonomi­sini sürüklemiştir.

Ekonomi ve siyasette karar vericilerin plan, öngörü ve viz­yon konusunda istikrarlı yapılar kurma yönlü politikalardan dün­ya konjonktürünün de etkisiyle uzaklaşılmıştır. Bu tercih tarım toplumundan sanayi toplumu­na geçişi biraz hoyratça yapılmış ve sonuçta köyden kente plansız göçler, çarpık kentleşme ile kal­kınmaya yönelik yatırımların­da birbirini tamamlamayan bir resmi karşımıza çıkarmıştır. Bu­gün geldiğimiz noktada elbette ki geçmişle mukayese edilemeye­cek düzeyde bir sanayiden bah­setmek mümkündür ancak bu gelişim global dünya da yerimizi üst gelir grubu ülkeler arasına ta­şımamaktadır.

Geldiğimiz nokta da; 

. Tarımsal kalkınma ve geliş­menin yarım kalması ve bugün enflasyon sürecinin temel para­metrelerinden olması sonucuyla bizi karşı karşıya bırakmıştır.

. Nüfusun göç dinamiğinin etkisiyle belli şehirlerde yoğun­laşan nüfus dengesiz bir yapı or­taya çıkarmıştır. Örneğin ihraca­tın, üretimin, nüfusun vb. değer­lerin ilk 10 il de toplanması gibi.

. Eğitim süreçlerinin ülkemiz için en büyük doğal kaynak oldu­ğunun gözden uzak tutulmama­lıdır. Ülkemiz görece enerji ithal ederek üretim yapan bir yapıda olması çalışabilir nüfusunun bu konu da yetişmiş, eğitimli nüfu­su en önemli kaynak haline getir­mektedir. Ancak bu kaynağın et­kin kılınabilmesi doğru eğitim ile sisteme kazandırılması ile müm­kündür. Bu konu özellikle üreti­mimizin yüksek katma değerli üretim ve yüksek teknolojili ih­racat yapabilmesi de bu eğitim perspektifinden geçen bir nüfus­la olacaktır. Burada ara eleman sorununun bugün reel sektörü­müzün nasıl olumsuz etkilediği bilinen bir gerçektir.

. Ülkemiz sanayi toplumu sü­recine gecikmiş olabilir ama bilgi toplum sürecine yetişebilir. An­cak bunun için öncelikle bir plan çerçevesinde hangi sektörler­le büyüyeceğimiz, hangi coğrafi bölgeler öncelik taşıyacağı, nasıl bir insan kaynağına ihtiyaç duya­cağımız, buna bağlı olarak da eği­tim sistemimizin nasıl şekillen­dirileceği (İlk, orta, lise, üniver­site dahil) önemlidir.

. Bu perspektif yatırım karar­larının yönetilmesinde etkili ol­malı ve ara mal ithalatına bağım­lı üretim anlayışının azaltılması için gerekirse kamunun öncülü­ğünde yatırımlar planlanmalıdır. (Örneğin temel sektörlerimizin girdisi demir-çelik ve petrokim­ya ürünleridir)

Kısıtlı bu yazı alanımda müm­kün olduğunca toparlamaya ça­lıştığım ekonomideki yapısal sorunların devamını sonraki yazılarımda vurgulamaya çalışa­cağım…

Ancak son manşet olarak, Tür­kiye ekonomisinde çözümlenme­si gereken yapısal sorunlar;

. İhracat yaparken ithalat yapmak zorunda olması, katma­değerli üretim ve yüksek tekno­loji üretimin gerekliliğine yöne­lik yatırım, istihdam, teşvik po­litikalarının bir plan çerçevesine oturtulması,

. Ekonomi büyürken cari açık vermemesi için, hammadde, enerji, Yarı mamul bağımlılığının üretim ve teşvik süreçleri ile yö­netilmesi,

. Yabancı sermeyenin nitelik­li yapısının ülkemizi seçmesine yönelik teşvik ve cazibe merkezi olmasına yönelik uygulamalar,

. Vergi politikasının daha di­namik hale getirilmesi (Dolay­lı vergi azaltılarak vergi ve gelir adaletinin sağlandığı, bütçe den­gesinden vazgeçilmemesi),

. Dünya rekabet sistemine uy­gun bir eğitim sisteminin kurul­ması,

. Tarımın gelişmesi ve tarım çalışanlarının zenginleşebilmesi (Çiftçi milletin efendisidir…),

. Hukuk sisteminin adil, şef­faf uluslararası normlara uygun­luğunun sağlanmasıdır.

Tüm bu uygulamaların bugün­kü koşullarda elbette ki direnen­leri olacaktır. Ancak siyaset bu süreçleri yönetmek için vardır.

Son söz: Gelişmenin bedelini bir dönem ödemeyen toplum­lar, az gelişmişliğin bedeli de­vamlı öder.

Tüm yazılarını göster