Elektrikten fosile, fosilden elektriğe

Otomotiv endüstrisi için son birkaç yıl, hiç olmadığı kadar hareketli ve çılgınca geçiyor.

Mustafa MERTCAN Gelecekten Haber mustafa.mertcan@dunya.com

Otomotiv endüstrisi için son birkaç yıl, hiç olmadığı kadar hareketli ve çılgınca geçiyor. Geçtiğimiz yıl bu endüstri­nin en gözde üreticisi Tesla, sektör devlerinin toplam piyasa değerin­den daha fazla değere ulaştı. Peki, bu teknoloji ne kadar yeni ve sektör için bir gelecek vadediyor mu?

200 yüz yıllık devrim: Elektrik Motoru

İşin tuhaf yanı ise ilk elektrik­li araçların, gününümüzde en çok kullanılan fosil yakıtlı ve içten yan­malı versiyonlarından çok daha önce icat edilmiş olması. 18. yüz­yıldan itibaren hayatımıza giren otomobilin ilk çalışan versiyonu, buhar kazanı ile hareket enerji­si üretebilen bir çalışma prensibi­ne sahipti. İlk buharlı otomobilin üretilmesinden yalnızca yarım asır sonra Londra’da bir demircinin oğ­lu olan Michael Faraday, geçtiği­miz 200 yıla damgasını vuran ve kuşkusuz dünya tarihinin en dev­rimsel teknolojilerinden biri olan ‘Elektrik Motoru’nu icat etti. He­men hemen aynı yıllarda Macar mucit Ányos Jedlik, oyuncak ara­baya taktığı bir elektrik motoruna hareket vererek elektrikli araçla­rın atasını üretti. Elbette bu tekno­lojik gelişme hemen karşılık bul­madı. 1880’lerden sonra birçok ki­şisel elektrikli araç çalışması oldu fakat hiçbiri deneysel çalışmala­rın ötesine geçemedi. İlk elektrikli arabalar içten yanmalı rakiplerine göre daha iyi performans göster­mesine rağmen önünde çok büyük engellerle karşılaştı.

İkinci sanayi devriminin öncüsü, seri üretim ve montaj hattı tekni­ğinin baş geliştiricisi Henry Ford, 1894 yılında benzinle çalışan dört tekerlekli bisikletini geliştirdiğin­de Thomas Edison’u ciddi bir şe­kilde etkilemişti. O dönemin ilk ge­liştirilen elektrikli araçları, içten yanmalı çalışan rakiplerine göre hız ve menzil gibi dezavantajlarına rağmen tutkuyla savunuluyordu. Bugün nasıl ki fosil yakıt ile çalı­şan ve doğaya verdiği zararları se­bebiyle dönüşüme uğrayacağını konuştuğumuz otomotiv endüstri­si, o gün de aslında aynı şeyleri ko­nuşuyordu. O zamanın en son tek­nolojisi ile çalışan elektrikli aracı Electrobat’ın geliştiricileri Pedro Salom ve Henry Morris, bu fosil ya­kıtla çalışan arabaların binlerce adet üretilmesi durumunda doğaya nasıl bir zarar vereceği konusunda insanları uyarıyorlardı.

Devrimin önündeki engel: Fosil Yakıt Tekelleri

Peki, elektrikli araçlar 1900’le­rin başında neden popülaritesini kaybetti? Bu, size çok tanıdık ge­lebilir: Altyapı eksikliği. O yıllarda çoğu evde, hatta varlıklı ailelerin evinde dahi elektrik yoktu. “Elekt­rikli Otomobil: Yapımı, Bakımı ve Çalıştırılması” kitabının yazarı CE Woods; New York’tan San Francis­co’ya elektrikli araba ile gidilme­sini sağlayacak, ‘Kullandıkça Öde’ yöntemi ile halka açık bir şarj istas­yonu ağı önerisinde bulundu. Şu an kendinizi, kaybolan yıllarıma ya­zık moduna aldığınızı hissedebi­liyorum. Woods’a göre her 4 saat­te bir, yolculuğun bir noktasında mola verip, aracınızı bir prize ta­karak şarj edebilir ve yemeğin ta­dını çıkartabilirdiniz. 100 yıl sonra bu vizyonu Tesla’nın ‘Superchar­ger’ ağı ile gerçekleştirmiş olması, size zararın neresinden dönersek kârdır gibi gelebilir fakat bu hikâye, milyarlarca yıldır var olan ve ha­rika bir harmoni içerisinde bugü­ne ulaşmış olağanüstü doğamıza verdiğimiz zararı affettirebilece­ğimiz doğruyu -geç de olsa- bulduk hikâyesi değil! Her zamanki gibi bu işin bu noktaya gelmemesi için bi­zi uyaranlar olmuştu ama insanlar bunu umursamadı çünkü kolayı­mıza gelmişti. Zira fosil yakıtlara bağlı enerji kaynakları, tekelci bir rant imkânı sunan acımasız kapi­talizmin en önemli uygarlık oyun­cağıydı.

Sıfır karbon amacımıza ulaşabilecek miyiz?

Sizce bir asır geriden gelen bu teknoloji; otomotiv endüstrisinin ihtiyaçlarına cevap verebilir veya endüstrinin geleceği olabilir mi? Son yıllarda otomotiv sektörün­de inanılmaz bir dönüşüm yaşanı­yor. Yüzyıllık geçmişe sahip sektö­rün bütün büyük oyun kurucuları, 10 yıllık planlarını, elektrikli araç­lara yapacakları yatırım üzerine kuruyorlar. Son yıllarda elektrik­li araçlara rakip olarak doğada en bol bulunan elementlerden biriyle çalışan ‘Hidrojenli Araçlar’ karşı­mıza çıktı. Benzersiz bir şekilde bol ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olan hidrojen, gelecekte en çok ko­nuşacağımız konulardan biri olan sıfır karbon ihtiyacımıza mükem­mel şekilde cevap verebilir. Birkaç otomotiv markası, hidrojen ile çalı­şan araçlar üretmeye başladı ancak bu yenilikçi teknoloji, tıpkı öncülü olan elektrikli araç teknolojisi gibi dezavantajları sebebi ile yok sayıl­maya çalışılıyor. Oysaki hidrojen­le çalışan araçlar da tıpkı elektrikli araçlar gibi doğa dostu ve sürdürü­lebilir bir teknoloji sunuyor. Bu­nun yanında elektrikli araçlara gö­re avantaj sağladığı birçok husus var: Bunların başında, tıpkı fosil yakıtla çalışan araçlar gibi depola­rının hızlı doldurulabilmesi geli­yor. Bir elektrikli aracı şarj etme­niz için gereken süreyle mukayese edecek olursak; elektrik araçların en hızlı şarj istasyonlarında dahi 45 dakikalık bir bekleme süresi ge­rekirken bu durum hidrojenli araç­lar için yalnızca 5 dakika.

Elektrik enerjisinin üretilmesi için kullanılan yöntemlere baktığı­mızda ise sıfır karbon hedefine gi­den yolun daha da uzun olduğunu görebiliriz. Halen dünyada üreti­len elektriğin büyük bir oranı fosil yakıtlar ile üretiliyor, bundan do­layı sıfır karbona geçiş için uzun yıllar beklemek gerektiğini söyle­mek yanlış olmaz. Şimdilerde üre­tilmekte olan elektrikli araçların yakıt hücrelerinin ömrü ise ay­rı bir günün konusu olsun. Elbet­te elektrik araçlar, tüm bu saydı­ğım sebeplerden dahi olsa öcü de­ğiller ama sanıldığı kadar masum olmayan bu teknolojiye yapılan ya­tırımın küçük bir oranının hidro­jen teknolojisine yapılması gerek­tiğini düşünüyorum. Sonuçta gele­ceğin bizlere ne sunacağından asla emin olamayız. Bu yüzden alterna­tif enerji kaynakları ile üretilen ye­nilikçi teknolojilere her zaman bir fırsat vermek gerektiğini düşünü­yorum.

Tüm yazılarını göster