Dr. Bahar Eriş: Çocuğunuzu olduğu gibi kabul edin

Eğitimci, yazar Dr. Bahar Eriş, problemleri anne-babası tarafından çözülen çocukların “sen acizsin” mesajını aldıklarını ve bu durumun da özgüven oluşumunu engellediğini ifade ediyor. Eriş, “Çocukların özgüveni bir işi kendi kendilerine tamamladıklarında gelişir. İçi boş övgüler özgüveni değil narsisizmi besliyor” diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Başak Nur GÖKÇAM

“Bir file 6 görme engelli adam 6 farklı yerinden dokunur. Kulağına dokunan yelpaze der, hortumuna dokunan boru der, gövdesine dokunan duvar der. İşte ben üstün yetenek tanımını buna benzetirim” diyor, eğitimci, yazar Dr. Bahar Eriş.

“Üstün yetenek potansiyelli” tanımının herkesin baktığı yere göre değiştiğini ifade eden Eriş, “Fakat yine de farklı tanımların ortak noktalarını birleştirdiğimizde, “Bir ya da daha fazla alanda yüksek potansiyele sahip ya da yüksek performans gösterme potansiyeline sahip olan, dolayısıyla da aileden, toplumdan, çevreden, sosyal, akademik ve duygusal destek bekleyen çocuklar” diyebiliriz” ifadesinde bulunuyor.

Çocuklarda üstün yetenek potansiyeli üzerine eğitim alan Dr. Bahar Eriş ile sağlıklı ve mutlu çocuk yetiştirmenin sırlarını konuştuk:

Size göre sağlıklı, mutlu bireyler yetiştirmek için anne babalar nasıl davranmalı?

Çocukların sağlıklı, mutlu bireyler olarak yetişmelerini istiyorsak, öncelikle anne-babaların yapması gereken ilk şey çocuğunu olduğu gibi kabul etmeleri ve onları kendilerinin bir uzantısı olarak görmemeleri. Çünkü her çocuk kendine özgü bir mizaçla doğuyor ve kendine özgü bir kapasitesi oluyor. Bu da zamanla kendi ilgi alanları ve tercihlerinin oluşmasına doğru ilerliyor. Anne-babalar bazen çocuğun doğal eğilimlerini göremeyebiliyor. Bunun altında birtakım nedenler yatıyor. Çocuk için ona uygun olmayan, onun kapasitesiyle, karakteriyle, kabiliyetleriyle, tercihleriyle örtüşmeyen hayâller kurulabiliyor mesela, bu da çocuğa zarar veriyor. Bu noktada ebeveynin dikkat etmesi gereken, çocuğunun doğasına uygun isteklerine yönelmek, sırf kendi istiyor diye çocuğu ittirmemek. Anne-babanın yargıç gibi hükümler vermeden, bilimsel bir araştırmacı gibi çocuğu objektif bir biçimde gözlemlemesi gerektiğini her zaman söylerim. Aslında her şey çocuğunuzu izlemekten geçiyor ama izlerken de serbest bırakmanın önemi çok büyük. Çünkü serbest kaldığında çocuk her neye yöneliyorsa, neyi yaparken kendini unutuyorsa, potansiyel orada yatıyor olabilir.

Bazen çok sevmenin çok korumak, sürekli onun adına işleri kolaylaştırmak olduğunu düşünüyoruz. Bunun çocuklara bir faydası var mı?

Türkiye’de bazı aileler çok aşırı korumacı davranarak, bütün problemleri çocuk adına çözmeye yöneliyorlar. Bunun özellikle şehir yaşamında daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Bütün engelleri çocuk adına kendileri kaldıran anne-babaların cümleleri de çoğunlukla, “biz böyle yapıyoruz”, “biz böyle karar verdik” şeklinde oluyor. Fakat maalesef tüm bunlar zamanla çocukların güçsüzleşmesine neden oluyor. Çocuklar, problemlerinin anne-babası tarafından çözüldüğünü gördükçe “Sen acizsin, ben her şeyi senin yerine hallederim” mesajı alıyorlar. Bu da ne yazık ki çocukta özgüven oluşumunu engelliyor. Burada bizim yapmamız gereken şey, çocuk düştüğünde, kendi kendine kalkabileceğini ona aşılamak. Çocukların özgüveni bir işi kendi kendilerine tamamladıklarında gelişir. Hiçbir zemini olmayan, içi doldurulmayan “aslanım, kaplanım, prensesim” gibi ifadeler sadece egoyu şişirir. Bu şekilde içi boş övgüler özgüveni değil narsisizmi besliyor.

Ebeveynlikte birçok farklı model söz konusu. Çevremizde en fazla karşılaştığımız bir kaç ebeveynlik modelinden bahsedebilir misiniz?

Elbette. Örneğin ülkemizde en çok görülen otoriter ebeveynlikte çocuk hiç söz sahibi değildir. Anne-baba ne istiyorsa, ne diyorsa çocuğun da sorgulamadan, arkasındaki mantığı açıklamadan, “ben öyle diyorsam öyle” anlayışıyla onu yapması istenir. Çocuk etkisiz elemandır ve bu tür bir ailede yetişen çocuklarda özgüven eksikliği oluşur. Tam aksi yöndeki müsamahakâr ebeveyn modelinde, anne-baba çocuğa hiçbir sınır koymaz. Kendisi çok baskı altında büyüyen ebeveynler, bazen bu yöne gidebiliyor. Çocuklarının kendileri gibi engellenmesine izin vermek istemiyorlar ama bu sınırsızlık da birçok olumsuz sonuç doğuruyor. Çocukların sağlıklı gelişmeleri ve ebeveynlerine güven duyabilmeleri için sınırlara ihtiyacı var.

İhmalkâr ebeveyn modelinde anne baba zaten yoktur. Çocuk kendi kendine anne-babalık yapmak zorunda kalır. Bu da ne yazık ki çocuğun yalnız kalmasına ve ruhen sağlıksız gelişimine neden olabilir.

Demokratik ebeveyn modeli ise her şeyin dengelendiği, olmasını istediğimiz bir anne-babalıktır. Burada çocuğun fikri alınır ve kendini birey olarak hissetmesi sağlanır. Önemli kararlarda anne-baba kararının hakim olduğunun da bilinci verilir. Sevgi ve sınırlar bir arada vardır.

Elbette ebeveyni tam olarak keskin çizgilerle ayırmak da mümkün değildir ama tercih edilen model, demokratik ebeveynliğin baskın olduğu modeldir.

Bazı anne-babaların çocukla arkadaş olmaya yöneldiklerini görüyoruz. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burada çok önemli bir noktayı atladığımızı düşünüyorum. Çocukların arkadaşları zaten var, onların ihtiyacı olan şey anne-baba. Çocuklar, sınır konulmasını isterler. Bunun altında da çocuğun kendini güvende hissetme arzusu yatar. Kendine sınır konulan çocuk, güvende olduğu mesajını alır ve anne-babalar bu şekilde çocuğun güven testini geçebilir. Eğer çocuk herhangi bir sınırla karşı karşıya gelmezse o zaman anne-babasını yetkin görmez ve güven kavramı çocuk için bir boşluk haline gelir.

Bunu bilimsel olarak şu şekilde özetlemek istiyorum; bir insan beyninin prefrontal korteks dediğimiz mantık, muhakeme ve doğru-yanlış ayırt edebilen bölgesinin gelişimi yirmili yaşların ortalarına kadar devam eder. O yüzden o yaşa kadar beynin prefrontal korteks bölgesi görevinin anne-baba tarafından üstlenilmesi gerekir. Ebeveynler lütfen çocuklarına anne-baba gibi davransınlar, yanlışı, doğruyu bizzat görmesini sağlasınlar. Bunu yaparken de çocuğu hatasıyla, günahıyla, sevabıyla, koşulsuz sevsinler ve kabul etsinler. Çocuk gelişimini sürdüren bir varlık. Sevgiye, kabule, sınırlara ve doğru modellere çok ihtiyacı var.

Yetenek keşfinin temeli, eğitime verilen değerde yatıyor

Günümüzde gen ve çevrenin nasıl etkileşime girdiği üzerine yoğunlaşmak daha doğru. Genetik potansiyellerin varlığı reddedilemez bir gerçek. Ancak genetik potansiyel, çevrenin etkisiyle ortaya çıkıyor ya da uyku halinde kalıyor. Eğer çocuğun potansiyeli çevre etkisi dediğimiz, aile, arkadaş, öğretmenler, eğitimler ile destekleniyorsa üstün başarıyla taçlanabilir. Burada diğer bir önemli nokta da çocuğun karakteri, pes etmeye yönelmemesidir. O yüzden kendine güvenen, hatalardan öğrenen, cesur çocuklar yetiştirmek bu noktada ayrı bir önem arz ediyor. Çocuktaki üstün yetenek potansiyelinin fark edilmesi sürecinde anne-babanın eğitim ve bilinç durumunun da etkisi olabiliyor. Bu en temelde fark etmeyle başlıyor. Eğer anne ya da baba, kendi yeteneklerini keşfetmiş kişilerse çocuğun da bir yeteneği olabileceğinin bilincinde oluyor ve daha iyi algılayabiliyor. Ama burada yeteneğin keşfedilmesi için en temel nokta, ailenin eğitim seviyesi ne olursa olsun, çocuğunun eğitimine değer veren ebeveynlerin varlığıdır.

Çocukluk dönemi, oyun dönemi olmalı

Çocukları daha oyun çağındayken nefes aldırmadan o kurstan bu kursa göndermek iyi değil. Çocukluk dönemi, oyun ve keşif dönemidir. Bu süreçte bir şey öğrenilecekse de oyun yoluyla öğretilmeli, sonraki yıllarda akademik ya da teknik bilgilere geçiş yapılmalıdır. Günümüzde bazı anne-babalar, ilk dönemde çocuklarına aşırı bilgi yüklemesi yaparak, kısa vadede çok güzel gibi algılanan fakat uzun vadede ciddi sorunlara yol açabilen sonuçlarla karşılaşıyor. Erken dönemde sürekli olarak akademik bilgi yüklemesi yapılan çocuk, zaman içerisinde tükenmişlik yaşıyor. Çocuğun doğayla iç içe olması gerektiğinin atlanılmaması gerekiyor. Doğa erken dönemde en güzel öğretmen. Serbest oyun da çok önemli. Üstün yetenekli yetişkinler üzerinde yapılan bir araştır[1]maya göre, bu kişilerin çocukluklarında oyun oynadıkları ve oyun çağını dolu dolu yaşadıkları, keşfin tadını aldıkları ve çabalamanın yer aldığı aile ortamında yetiştikleri için kendilerindeki potansiyeli fark ettikleri görülüyor. 

Güneşin İki Yüzü, ilk roman denemem

Hayatın İlk 3 Yılı, Şimdi Değilse Ne Zaman?, Senin Yolun Hangisi?, Her Çocuk Üstün Yeteneklidir, Anne Beynim Aç, Çocuklar Nasıl Başarır 1-2, Korkmasaydın Ne Yapardın?, Gölgedeki Yıldızlar kitaplarının yazarı Bahar Eriş, Güneşin İki Yüzü kitabı ile ilk roman denemesini hayata geçirdi. Eriş, “Temelinde bir kadın hikayesinin yer aldığı ‘Güneşin İki Yüzü’, benim ilk roman denemem. İçerisinde hem bir kişisel dönüşüm yolculuğu, hem de toplumsal bazı mesajlar var. Kitapları çok seven, yazarlara çok saygı duyan bir karakterin hikayesi diyebiliriz. Karakterimizin insanlara da tepeden bakma huyu var. Çok okuduğu için toplumla arasına mesafe koyuyor…Gerçek hayatla karşı karşıya kaldığında işler değişiyor. İçerisinde aşk, dönüşüm, cesaret, psikolojik dayanıklılık gibi temalar var” diyor.