Yeni dünyada para yolda bulunmuyor
Akbank Genel Müdürlüğü görevinden ayrıldıktan sonra reel sektöre geçen Ziya Akkurt, UNO markasını üreten Doruk Tarım’da danışman yönetim kurulu üyeliği yapıyor.
Ziya Akkurt… 28 yıllık bankacı. Üstelik bankacı olmaya üniversitenin üçüncü sınıfında karar veriyor. O dönemde Türkiye’de bankacılığın okulu olarak görülen İnterbank’a stajyer olarak giriyor.
Sonra BNP Dresdner ardından BNP Paribas ve derken 16 yıl Akbank’ta kariyerini devam ettiriyor. Akbank’ta bir profesyonelin geleceği en tepe noktadayken, yani genel müdürlük görevini yaparken “tamam” diyor. Reel sektöre geçiyor.
Bugün kariyerini farklı bir kulvarda şekillendiriyor. Şimdi Türkiye’nin geleceği olduğunu düşündüğü tarım sektöründe UNO markasıyla bilinen Doruk Tarım’da danışman yönetim kurulu üyeliği yapıyor. Yani verdiği ‘tavsiyelerin’ hayata geçmesinde de aktif rol oynuyor. Uygulama noktasında da etkin bir rol alıyor.
Ziya Akkurt ile hem bankacılığı ve bankaları konuştuk hem de reel sektörde işin içine biraz daha girmiş olmanın getirdiği deneyimleri Akkurt, bankacı olduğu dönemde de açıklamaları ile dikkat çeken bir isimdi. O açıklamaları hatırlattığımızda gülerek “Benim
o günlerde yaptığım açıklamaların bazılarını şimdi Sayın Başbakan ve diğer bakanlar da yapıyor” dedi.
Reel sektörde bankacı olmanın faydalarını sorduğumuzda ise Akkurt, “doğru kodları” veriyorum cevabını verdi. Akkurt’un konuşmasında ilgimizi en çok, bankacılığın içinden gelen birinin, şimdi reel sektörün içinde edindiği deneyimler çekti. Tabii bir de yolu bankaya düşenler için, birazda cımbızla çektiğim şu cümlenin önemli olduğunu düşünüyorum: “Mühim olan firmanın yarattığı nakit akımıdır.”
Patron olmanın tarifi değişiyor
Akkurt ile konuşmaya reel sektörden başladık. Akkurt, “Türkiye’de patron olmanın tarifi 1980’lerden sonra değişti sanılıyor ama asıl değişim 2008’deki global krizle oldu”
dedi ve ekledi: “Girişimci yani patron yakın zamana kadar sadece işi geliştirmeye, işi kapmaya bakıyordu. Şimdi finansmana bakacak, finansmana bakınca maliyetlerini kontrol altına alacak. 2008’den sonra girişimcinin, projesini nasıl finanse edeceği konusu proje kadar önemli hale geldi. Bundan sonra işlerin sadece dış kaynakla
dönmeyeceği aşikar. Artık, bir proje yaratıyorsanız, öz kaynağınızdan dış finansmana kadar kredibl bir girişime sahiplik yapıp yapmadığınıza mutlaka bakmanız lazım. Aslında benzer bir değişimi aynı dönemde bankacılık sektörü de yaşadı. Bankacılıkta da 2008’den sonra mevduat yani kaynak çok önemli bir noktaya geldi.”
‘Ben giderim krediyi alırım’ dönemi bitti
Kriz tüm dünya piyasalarında algıyı değiştirdi. Bunun bankacılığa yansımasını ise Akkurt, “2009’dan beri ‘ben giderim bankadan istediğim krediyi alırım’ dönemi bitti. Çünkü kaynaklar değerli ve kısıtlı hale geldi” şeklinde özetliyor. “Her ne kadar likidite bolluğu olsa da ekonomiler ve sistemler belli büyüklüğe ulaştı ve bunun belli seviyelerde yönetilmesi gerekiyor” diyen Akkurt bunun reel sektöre yansımasını anlatırken ise şu ifadeleri kullanıyor:
“Girişimci, projesinin kaynağını da en baştan düşünerek kurgulaması gerekiyor. Eskiden ‘hele bir projeye başlayalım da parayı da buluruz’ diyorduk. Yeni dünyada finansman yolda bulunmuyor. Bu sıkıntıyı belki çok büyük firmalar, çok büyük projelerde yaşamıyor ama orta çaplı firmaların sıkıntıları var. O nedenle de kurumsallaşma dediğimiz olgu, prosedürlerin yazılması, işlerin bir sisteme bağlanması giderek kritik konular haline geliyor. Bir işin yürümesi için ilgili pozisyona doğru çalışanı oturtmak zorundayız.
Çünkü gelinen ekonomik noktada kişilerin eksikliklerini, hatalarını giderecek bir yapı yok. Ekonomi deyimi ile satıcılar pazarından, alıcılar piyasasına döndük. Alıcı artık seçiyor, tek alternatif sizin ürettiğiniz mal değil. Dolayısıyla işinizi çok doğru yapmak ve doğru kurgulamak zorundasınız. Şirket yapıları içinde CFO’ların önemi her geçen gün daha fazla artıyor.”
Başarılı olmak vizyonerlikle ilişkili
Reel sektöründe, bankacılığında kendine göre farklı disiplinleri ve farklı avantaj ile dezavantajları var. Aslında iç içe geçen iki dünya arasındaki pencere farkını anlatırken de Akkurt girişimcileri savaşçılara benzetiyor. Bankacılıkta işin kurallarla reel sektörde ise vizyonerlikle ilerlediğine işaret eden Akkurt, “Girişimcilik hakikaten savaşçı bir ruh gerektiriyor. Finansmanından mevzuatına önünüze çok çeşitli engeller çıkıyor. Bir projenin bankanın önüne gelebilmesi için çok çalışmanız lazım. Sonuçta her proje, genel müdürlük seviyesinde ele alınmıyor. Şube bir yatırımın geleceğinde çok önemli bir yapı taşı. Sonuçta bankanın neyi, neden yaptığını iyi bilmek bazı avantajlar sağlıyor. Reel sektör tarafında ise farklı bir dünya var. Bankacılık sektörü çok iyi regüle edilmiş, bir sürü noktası kanunlarla tanımlanmış ve işin tarifi tam yapılmış.
Dolayısıyla belli prosedürleri oturtmak, bazı sistemleri geliştirmek zorundasınız. Reel sektörde tanımlar bankacılık kadar kesin kurallarla örülmüş değil. İş biraz da şirketlerin kendi vizyonerliğine kalmış.Türkiye’de kurumsallaşama dediğinizde hep patronun yetkileri dağıtması anlaşılıyor ama işin çapı aslında daha geniş. Tüm prosedürler, yetkiler, kontrol mekanizmalarının tam oturması gerekiyor. Kişilerin rolleri, departmanların yetkilerinin tarif edilmesi ve kağıda dökülmesi lazım” değerlendirmesinde bulunuyor.
Mühim olan firmanın yarattığı nakit akım
Akkurt en çok dikkat edilmesi gereken noktanın yatırımın projeksiyonunun, uygulanabilirliğinin yani ‘rakamların hikayesinin’ finansal sisteme doğru anlatılması olduğunu düşünüyor. “Bankacı kağıt üstünde de olsa sizin projenizin gerçekleşme ihtimalinin yüzde 90 mı? yoksa yüzde 30 mu? olduğunu da görebilmeli” diyen Akkurt, “O yüzden teminat olsa da sizin çizdiğiniz resim sistemin içine de denk gelebilmeli. Projenin kendi kendini ödeyebilmesi birinci kuraldır” vurgusunu yapıyor. Krediye karşılık alınan teminatlar hatırladığında ise Akkurt, şöyle dedi:
“Türkiye’de bir teminatı 2 yıldan önce likide çeviremezsiniz. Amerika’da bu 24 saattir. Mühim olan firmanın yarattığı nakit akımıdır. Aslında sonucu da her iki tarafın karşı tarafa biraz empati ile bakmasına bağlı. O şirket için 10 milyon liralık yatırım hayat kaynağıdır. Bankacının da o gözle bakması lazım. Önünüze gelen projede birden fazla ‘eğer’ varsa bankacıda mevduat sahibini düşünmek zorunda. Zincirde bir aksama olursa ne olacak. O zaman sorumluluk bankacının.”
Faizin artması kimseye yaramaz
Akkurt’un dikkat çektiği bir noktada faizler tek haneye hatta Cumhuriyet tarihinin dibine düşse de firmaların bu maliyeti karşılamakta yaşadığı zorluklar. Akkurt, “Organizasyonel olarak kurumsallaşamamış yapılar mali tablolara da yansıyor. O yüzden de faiz yüzde 6’da olsa yüzde 7’de olsa şirket kar yaratamadığı için zorlanıyor.
Bir de şimdi faizlerin yükseldiğini düşünürsek sorun iyice katmerleşiyor. Türkiye’de çok değil daha birkaç sene önce faizler yüzde 70’lerdeydi. Yüzde 6’lara kadar düştü. Faiz bu kadar düşmesine karşın pek çok firma bu düşük faizleri ödemekte zorluk çekiyor” diye konuştu.
Faiz yükselişinin bankacılık tarafına yansımasında ise “Aslında bu faiz yükselişine bankalar da çok kötü yakalandılar” diyen Akkurt, bankaların da faiz yükselişini istemeyeceğinin altını çizdi. Akkurt, “Bir faiz artışı derdi katmerleştirir. Faizlerin artması kimsenin işine yaramaz” ifadelerini kullandı.
[PAGE]
Bankaları yerden yere vurarak
eleştirmek kolay
Ziya Akkurt, reel sektöründe bankaların da birbirine empati göstermesi gerektiğine işaret ederken, “O zaman sorunlar hızlı çözülüyor. Bankaları eleştirmek çok kolay.
Örneğin cirosu 100 milyon TL olan bir şirket 10 milyon TL’lik bir yatırım yapacak. 8 milyon TL’de kredi kullanacak. Milyarların konuşulduğu bir ortamda arka planda
kalabiliyorsunuz. Eleştirmek, hele bazen yerden yere vururcasına eleştirmek kolayda reel sektörün eksiği yok mu? Reel sektör, bankaları eleştirebiliyor ama diğer taraf bunu yapamıyor” dedi.
Akkurt, şirketlerin olaya ‘teminatım var, banka neden kredi vermiyor?’ penceresinden bakarken bankaların belli kanunlara ve kriterlere uymak zorunda olduğunun da unutulmaması gerektiğini belirtti. Akkurt, “Şirketlerin de bu kriterlere ve kanunlara uyması gerekiyor. Projenizi bankacılığa uygun bir formata getirmeniz lazım. Doğru cevabı almak için doğru kodlara basmak, denklemi tutturmak gerek” yorumunu yaptı.
Tarım ve tarımla bağlantılı işleri geliştirmek lazım
“2009’dan beri hep söylüyorum” diyor Ziya Akkurt “Türkiye’nin yerli yatırımcının, üreticinin önünü açması lazım. Katma değer yaratana destek verilmeli.” Peki bu biraz da nasıl olacak diyerek son açıklanan teşvikleri hatırlattığımızda ise şöyle konuşuyor: “Türkiye’de teşvikler var ama olay sadece teşvikle bitmiyor. İstanbul’un en iyi
okuldan mezun olmuş bir genç, doğuya gittiğinde sadece oranın iş hayatına değil sosyal hayatına da katılıyor. Bir şehirde akşam saat 18:00’de mesai bittikten sosyal hayat yoksa o genç için cazip olmaktan çıkıyor. Bölgeler arası dengesizlikleri gidermek lazım. Doğuyu ve güney doğuyu üretime kattığımız, istihdam yarattığımız ölçüde dışa bağımlılık azalacak. Neden az gelişmiş ülkelerin belli şehirleri ya da başkentleri ile diğer şehirleri arasında uçurum vardır? İnsanlar yeteri kadar hizmet alamadıkça başka yerlere göç etmek zorunda kalıyor. Yoğunlaştıkça da oralarında hizmet kalitesi düşmeye başlıyor. Eğer biz, büyük şehirlerin çevresine, belli sanayi çemberlerini kurabiliyor olsaydık bu metropoller bu kadar yaşanabilir olmaktan uzaklaşmazdı. Biz daha tarımsal gelişimimizi tamamlamadan sanayileşmeye geçmiş bir ülkeyiz. Bu işin alt yapısı tarım. Türkiye’de tarım arazisine çevrilebilecek çok arazi var. Önce biz tarımda yapmamız gerekeni, tarıma dayalı sanayi ve tam sanayi bağlarını kuramazsak diğer illerimizi yeteri kadar büyütemeyiz. Tarım ve tarımla bağlantılı işleri geliştirmemiz gerekiyor.
İnsan kaynağındaki zafiyet mali tabloya yansır
2008’de ‘patron’ olmanın tarifi değişti. ‘Başka ne değişti?’ denildiğinde ise Ziya Akkurt, “Finansal devrim olurken insan kaynağında da gizli devrim oldu. Buraya bizim arkadaşı oturtalım dönemi artık kapandı. Sadece bankalar için değil herkes için doğru insan kaynağına dolayısıyla doğru kararlara ulaşmak önemli hale geldi” dedi. Akkurt, yurtdışındaki uygulamalarla ilgili birde örnek verdi: “Avrupa’da büyük şirketlerde atama yaparken sadece CV’nizde yazana bakılmaz. Adaylar psikolojik testten de geçer. Sonuçta ne dersek diyelim şirketi, şirket yapan içinde çalışanlardır. Her şirketin organizasyonunu ve insan kaynağını ciddi şekilde gözden geçirmesi lazım. Çünkü sizin organizasyon yapınızdaki ve insan kaynağınızdaki bir sıkıntı ya da zafiyet sonradan finansal tablolarınıza yansıyor.” Bir şirket yapısı içinde aykırı ya da farklı düşünen çalışan dediğimizde ise Akkurt şu uyarıyı yaptı: “İş, farklı noktalarda birden fazla lider yapıda insan kaynağına ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Farklı düşünen birilerinin mutlaka olması lazım. Tabii aykırı düşünen kişinin aykırılığının dozajı da önemli.”
Her 100 bin kişiye iş için ekonomi yüzde 1 büyümeli
Ziya Akkurt, bu sene başında, dolar/TL paritesinin 1.81-1.82 arasında, paritenin de 1.28 – 1.32 arasında hareket edip, ortalamada 1.30 olacağını öngördüğünü ifade ederek Parite beklentim az sapmayla tutacak gibi ama kur tutmayacak. Kur, 1.9’larda seyredecek. Faizlerin artık duracağı yerler de buraları olacak. Enflasyonun kur artışıyla, mal ve hizmetlere yapılması beklenen zamlarla yüzde 8, hatta yüzde 10’a kadar yaklaşabileceğini düşünüyorum” dedi.
Makro ekonomik verilerde dikkatini çeken bir noktayı da Akkurt şu ifadelerle anlattı: “Bir ekonomist olarak şu aralar en çok bütçeye, personel ve cari harcamalar tarafına bakıyorum. Bu kalem bütçenin en zayıf kalemidir. Özelleştirmeden gelir var ama personel harcamaları geri dönüşü olmayan harcamalardır. Devlet adam atamaz. Geçen sene sonundan itibaren işsizliğin devlet tarafından absorve edildiğini görüyoruz. Türkiye’nin normalde işsizliği tolere edebilmesi için yüzde 5 büyümesi lazım. Her 100 bin kişiye iş yaratabilmek için ekonomi yüzde 1 büyümeli. Her yıl işgücüne 500 bin kişi katılıyor dolayısıyla yüzde 5 büyüme gerek. Yüzde 2.2 büyüme dediğinizde karşılamıyor. Bütçenin
kaldıramayacağı rakamlara gidebilir mi soru işareti. İlk çeyrekte kamu yatırımlarının artması da çok önemli. Normalde özel sektör yatırımları ile büyürdük ama yavaşlama var. Bu yavaşlama da istihdamı da etkiliyor.”