24 Ocak 1980 Karaları'ndan (1980 liberalleşmesinden) geriye ne kaldı?

B. Ali Eşiyok - Türkiye Kalkınma Bankası Kıdemli Uzman İktisatçı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Türkiye’nin belki de son planlama deneyimi olan Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın tasfiyesi ile birlikte gündeme gelen 24 Ocak 1980 Kararları’nın en temel özelliği ihracat önderliğinde dışa açılma olarak belirlenmiştir. Kamu kesiminin üretici bir aktör olarak iktisadi faaliyetlerden çekilmesi ve altyapı sektörlerinde yoğunlaşması, ithalatta efektif koruma oranlarının düşürülerek dış ticaretin liberalleştirilmesi ve sanayi üretiminin çeşitli özendirici tedbirlerle (sübvansiyon, vergi iadesi vs) ihracata yönlendirilmesi 1980 dönüşümünün temel öncelikleri arasında yer aldı. Bu tedbirler ile yurt içi mal piyasaları dünya piyasalarına açılırken, 1989 yılında gündeme gelen 32 Sayılı Karar ile birlikte de her türlü sermaye hareketlerinin liberalizasyonu sağlanarak “serbestleşme” sürecinde ikinci ve nihai aşamaya geçildi. 

Dünya piyasalarına herhangi bir hazırlık aşamasından geçmeden eklemlenen sanayi sektörü, uluslararası işbölümü çerçevesinde, ucuz emek rezervlerini kullanarak, teknoloji içeriği düşük emek yoğun sektörler temelinde dışa açıldı ve sonraki yıllarda izlenen politikalar düşük profilli üretim yapısının kalıcılaşmasına neden oldu. Bir normatif ifade olarak, sanayi sektörü önceden hazırlanmış bir sanayi stratejisi çerçevesinde ve tedricen dışa açılmış olsa idi, dışa açılmanın sanayide yarattığı ve 2000’li yıllarda giderek kristalize olan maliyetleri muhtemelen daha düşük olabilecekti. 
1980’lerden günümüze dek uygulana gelen finansal birikime dayalı iktisat politikalarının en temel sonucunu düşük profilli üretim ve dış ticaret yapısında görmek mümkün. Sanayileşme ve yapısal değişme gibi dinamik etkinliği hedeflemeyen bu politikalar sonucunda sanayide yapısal değişme sağlanamamış, ihracatın ve üretimin kompozisyonu temel olarak düşük ve orta teknolojilere dayalı gelişmiş, bu durum giderek yapısal bir nitelik kazanmıştır. Başka bir anlatımla, son yıllarda dış ticaret açığının hızla artmasının ve sanayinin giderek ithalata bağımlı olmasının temel nedeni, 1980’li yıllardan günümüze dek uygulana gelen finansal birikim modelinden ve bu modelin sanayi politikalarını gündem dışında tutan (sanayinin gelişmesini doğal seyrine bırakan) yapısında aranmalıdır. 

1980 dönüşümünün temel sonuçlarından biri: Sanayisizleşme

Sanayinin ekonomi içerisindeki yerini anlamak için öncelikle imalat sanayinin ulusal katma değer içerisindeki payına bakmak gerekiyor. Bu bağlamda hazırlanan Tablo incelendiğinde, imalat sanayinin ulusal katma değer (GSYH’dan) payında son yıllarda belirgin bir aşınma izleniyor. Buna göre 1998 yılında imalat sanayi katma değer payı %23.9 oranında gerçekleşirken izleyen yıllarda düşme eğilimine girdiği 2013 yılında %15.4 oranına kadar gerilediği anlaşılıyor. Başka bir anlatımla, 1998-2013 yılları arasında imalat sanayinin ulusal katma değerden aldığı payın 8.5 puan aşındığı görülüyor. 

İmalat sanayinin aşınan katma değer payına karşın zaten yüksek olan hizmetler sektörünün katma değer payında belirgin bir artış izleniyor. 1998 yılında hizmetler sektörünün %51.9 olan katma değer payının 2013 yılında %57.7 oranına yükseldiği izleniyor. Ticarete konu olan sektörlerin başında gelen imalat sanayiinin katma değer payında gözlenen düşüş, Türkiye’nin son yıllarda sanayisizleştiğini, imalat sanayi üretim kapasitesindeki aşınmanın önemli boyutlara ulaştığını ortaya koyuyor.
Tablo: imalat sanayi ve hizmetler sektörlerinin GSYH içerisindeki payları (%) (cari fiy.)

Yıllar    İmalat S.    Hizmetler
1998    23.9    51.9
1999    21.9    57.1
2000    20.1    55.6
2001    19.1    58.5
2002    17.8    55.0
2003    17.7    54.2
2004    17.4    54.3
2005    17.3    54.1
2006    17.2    55.0
2007    16.8    57.0
2008    16.2    57.9
2009    15.2    59.6
2010    15.7    57.2
2011    16.2    56.3
2012    15.6    57.5
2013    15.4    57.5

Kaynak: TÜİK veri tabanından hareketle kendi hesaplamamız.

1980’lerden günümüze dek uygulana gelen neo-liberal yeniden yapılanma politikaları sonucunda ülkemizin giderek sanayisizleştiği görülüyor. Başka bir ifadeyle, sanayinin ekonomi içerisindeki yeri giderek aşınırken, imalat sanayinin karlarında ve ticaret hadlerinde gözlenen düşüş kaygı verici bir gelişmeye işaret ediyor. Diğer yandan mevcut sanayinin üretim, katma değer ve tesis yapısı düşük ve düşük-orta teknolojilere dayalı gelişiyor ve bu yapı imalat sanayinin giderek dinamik ve yenilikçi bir sektör olmaktan uzaklaştığını ortaya koyuyor. 

1980 dönüşümünün diğer en temel sonuçlarını kısaca şu başlıklar altında toplamak mümkün:

1) İhracatta sağlanana nicel gelişmeyi nitel bir dönüşüm izlememiş, ihracatın yapısı temel olarak düşük profilli sektörlere dayalı gelişmiştir.

2) İhracat artışları yüksek teknolojilere dayalı yüksek verimlilik artışlarından kaynaklanmamış, yüksek düzeylere varan sübvansiyonlar, ücret maliyetlerinin bastırılması, reel devalüasyonlar ve 1980 öncesinde atıl kalan kapasitelerin kullanılması gibi araçlar etkili olmuştur. Ancak bu süreç, sonraki yıllarda ticarete konu olan sektörlerdeki sabit sermaye yatırımlarında gözlenen olumsuzluklar nedeniyle temposunu yitirmiş, bunun sonucunda 2000’li yıllarda artan dış ticaret açıkları gündeme gelmiştir.

3) 1989 yılında 32 Sayılı Karar ile her türlü sermaye hareketinin tam liberalizasyonu sağlanmış, birçok makro-ekonomik parametrenin yönü (özellikle büyüme) giderek kısa vadeli sermaye girişlerine/çıkışlarına bağımlı duruma gelmiştir. 

4) Krizi önlemek amacıyla uygulamaya konan neo-liberal yeniden yapılanma politikalarının sermaye hareketlerini liberalize eden ikinci aşamasından itibaren giderek sıklaşan krizler gündeme gelmeye başlamıştır. Finansal krizler genel olarak yüksek düzeyde sermaye girişlerine dayalı canlanma/patlama/çöküntü aşamalarından oluşan bir döngüyü kapsamaktadır. 

5) Bir yandan Gümrük Birliği Anlaşması’nın yarattığı etkiler, diğer taraftan 2000’li yıllarda eğilim olarak değerlenen TL ve dahilde işleme rejimi uygulaması sonucunda üretimin ve ihracatın ithalata bağımlılığı artmıştır.

6) Türkiye gibi dünya ekonomisinin çevresinde yer alan bir ekonomide meta zincirine girme ve sipariş alma yarışı sonucunda işçi ücretlerinde baskı oluştururken, 1980’li ve izleyen yıllarda bölüşüm ilişkileri çalışan sınıf ve katmanların aleyhine yeniden yapılandırılmış, artan karlara karşın sermaye birikimi cılız kalmıştır.