Ressamlarımız dekoratif şirinlik içinde kalmaya çalışıyor
Faruk Şüyün'ün konuğu; İrfan Okan
Çağdaş Türk resminin önemli isimlerinden biri bugünkü konuğum: İrfan Okan… Resimlerindeki tuş zenginliği ve renk kültürüyle bütünleşen coşkulu fırça vuruşları zengin bir pentür tadı yaşatıyor izleyicilerine. Işığı en güzel kullanan ressamlardan birisi olan İrfan Okan, geçtiğimiz günlerde ışığın yükseldiği yerde, Uzakdoğu’daydı... Sohbetimize ayağından daha tozu gitmeyen Güney Kore’den başladık...
"Değişik uluslardan sanatçıları, değişik disiplinlerden insanları Güney Kore’deki bir festival haftası için farklı şehirlere çağırdılar... Ben de Piontek şehrinde bir ekspozisyona katıldım. Enteresandı, çünkü hayatımda Uzakdoğu’ya hiç gitmemiştim. Bir de benim gezi noktalarım dünyanın hep uç yerleri oldu: Amerika’ya gittim New York’u gördüm, ondan sonra Moskova, Avrupa’ya tabii çeşitli vesilelerle gittim... Bu gezi de ilginç oldu.
Güney Kore’de gelişmiş bir ekonomi var, ama individüel düşüncenin ön plana çıkmadığını gördüm, bu nedenle resimde özgün yapıtlara pek rastlayamadım, daha ziyade dekoratif çalışmalar çıktı karşıma... Küresel sistem belli standartları dayadığı için Türkiye’de de dekoratif algı öne çıkıyor, özgün arayışların olduğunu söyleyemem, ama yine de resim alanında biraz daha ilerideyiz diyebilirim. Biliyorsunuz Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde hocalık yapıyorum, bazen arkadaşlarla da konuşuyorum, bizim öğrencilik dönemimizle şu ânı kıyasladığımız zaman öğrencilerin arayıştan vazgeçtiği bir ortam söz konusu; piyasaya girelim, hemen bir yer yapalım düşüncesi egemen..."
Çaba gösterilmiyor...
Ekonomik kaygılar nedeniyle olsa gerek…
"Tabii... Ama sanatsal farklı bir meseleyi resimsel dille öne çıkaran - sosyal konular olabilir, değişik konular olabilir - daha dikkate değer, dünyanın da dikkatini çekecek resimler yapmak yönünde bir çabayı gözlemleyemiyorum. Yani şu anki koşullarda biz, dünyanın önde gelen ülkeleriyle bu bağlamda kapışamayız. Evet, potansiyel olarak sanatçıların bu gücü var, ama işte bizim sanayimizin, düşünsel alanımızın örgütlenmesi gerek. Keza parantez içinde, aşağı yukarı 10-15 yıldan beri saçma sapan bir türban tartışmasıyla geçiyor hayatımız, yani entelektüel ortam... İşte siz de tanıksınız, bu bağlamdaki üretim de oldukça geri düştü ve kısır tartışmaların içerisinde vizyon daraldı, bir sinerji oluşmuyor. Birbirlerini destekleyen, birbirlerine farklı ivme kazandıran bir ortam yok..."
Ama piyasa genişliyor...
"Evet, kalite bağlamında, onun da nispi olarak arttığını söylemek mümkün ama, plastik endişeler açısından baktığımız zaman o kadar da olumlu görmüyorum. Ama söyledim ya Türkiye’de potansiyeli çok güçlü sanatçılar var, ama bu sanatçıların - batı’daki ülkeler bağlamında baktığımız zaman - egolarının biraz şişirilmesi gerektiğine inanıyorum, yani kendilerini daha özgür hissetmeleri gerekiyor. Farklı bir sorumluluk duygusunun oluşturulması lâzım.
Tartışılacak konu...
Ekonomik endişelerin, satıp yaşama kaygısının öne çıkması bir sanatçı için en bela şeylerden birisi... Tamam geçmişle kıyasladığımız zaman çok ciddi farklar var ekonomik girdiler açısından, özellikle resim sanatı bağlamında büyük paraların konuşulduğu bir dönemin içindeyiz. Ama bu, ne kadar gerçekçi, yani sanatsal kaliteye ne kadar yansıyor, o çok ciddi anlamda tartışılacak bir konu...
Bu haftasonu Beylikdüzü Tüyap’ta kitap fuarının yanı sıra sanat fuarı açılıyor. Gene yapılan işleri gözlemleyeceğiz, ama çok özel bir dinamizmle, beni heyecanlandıracak şeylerle karşılaşacağımı o kadar fazla düşünmüyorum. Bu, yazın alanı için de, sanat alanı için de geçerli... Çünkü, tuhaf bir şekilde dağıldık, yani kafamız çok karıştı. Bizden önceki kuşakların meseleleri daha netti ve onlar, bunu ifade etme şansını daha fazla elde ediyorlardı. Şimdi bizler bu küresel dünya içerisinde her şeyin tüketime endekslendiği, ne yaparsan geçer sorusunun tartışıldığı bir ortamda bir şeyler üretmeye çalışıyoruz. Ama kalitenin araştırıldığı veya entelektüel bağlamda ciddi tartışmanın olduğu bir atmosferden yoksunuz, anca bu ne kadar eder sorusunu soruyoruz..."
Sonuçta, ekonomik endişeler, sanatçının özgürlüklerini de kısıtlıyor...
"Valla sanatçının özgürlüğünün biraz iktidarların vizyonunun genişlemesiyle ilgili bir tarafı da vardır. Onlar daha büyük amaçlar ve çabalar içerisinde durdukları zaman sanatçılar o vizyonlardan kendilerine vizyon oluştururlar ve daha özgür, yani seçme hakkının kendilerinde olduğunu hissetmek isterler. Çünkü, onlar boş bir kuyuya bir taş atarlar ve o kuyudan ses gelmesini beklerler.
Şimdi benim kuyuya taş atmam engellenmemelidir. Bu delice bir çabadır, bir ütopyadır, ama bana gerçekçi ol denmemesi lâzım. Hayal kurabilmemi daha fazla desteklemeleri ve onları paylaşma arzularının olduğunu bana işaret etmeleri gerekiyor, özgürlük bu bağlamda. Yoksa tamam her şey var, her şey iyi, tüketiyorsun filan, ama senin önerdiğin bir çalışma tartışmaya girmiyorsa ve karşılık bulmuyorsa, burada ciddi sorun var demektir. Çünkü, kendi entelektüel seviyen ile alım yapan kesim arasında ciddi farklar oluşmuş demektir, bu sefer sanatçılar da entelektüel çabalardan uzaklaşacaktır."
Tavrını koymak...
O nedenle hep birbirinin benzeri ürünler ortaya çıkmaya başladı...
"Tabii birbirine benzer olanları veya kabul görmüş ürünlerin uzantılarını görmeye başlıyorsun... Meselâ batı sanatı için en önemli şeylerden birisi, bir sanatçının, bir yazarın bir karakterinin, tavrının olmasıdır ve bunu ortaya koyması istenir. Ortalama bir şeyler yaptığı zaman o adamın saygınlığı söz konusu değildir, ama bize baktığında ne kadar ortalama olursan o kadar iyi. Çünkü, herkes tarafından kabul görmesi söz konusu. Riske etmediğin zaman daha değerli sanatçı haline geliyorsun. O yüzden de dünya sanatı açısından baktığın zaman beş para etmez şeylerle karşılaşıyorsun."
Uçbeyi olmak...
Yeni serginiz Mayıs’ta Evin Sanat Galerisi’nde... Siz hazırlıklarınızı bu kaygılarla mı yapıyorsunuz, nasıl bir ruh haliyle neler çıkıyor ortaya?
"Samimi olmak gerekirse bunu arzuluyorum, ama her zaman yaşama kaygın var. Bir yandan da bizim gibi hoca sanatçılar açısından baktığın zaman kurallara uygun olmalısın, yani akademik bir hayatın içerisindesin, orada bir düzen kaygın var; fakat resim hayatında o düzeni bozmak zorundasın, yani bütün bildiğin doğruların bir anlamda da yadsınarak yeniden düzenlenmesi gerekiyor, ama bunlar birbirine bulaşıyor. Yani hoca sanatçılardan çok çok da müthiş adamlar olduğunu düşünmem, ama beni soruyorsunuz, ben her zaman - Ece Ayhan’ın sevdiğim bir lafı var: uç beyi – öyle oldum... Sınırlarda dolaşma meselesi... Ben ne kendimi çok hoca sınırları, akademik kimlik içerisine, ne de çok profesyonel sanatçı kimliği içerisine kapatan bir yerde duruyorum, arada bir yerdeyim...
Yani ârâfta... Son serginizin adı da "Ârâfta Unutulanlar"dı...
"O arada yaşama hali, insanların arzuları başka, gerçeklikleri başka noktalarda... Bir tür inançsız, tuhaf... Yani kinik bir atmosfer hepimizin üstüne çöktü, ama bu kadar olumsuz gibi konuştuğum şeyin aslında olumlu bir dönüşümü hazırladığını da düşünüyorum... Ama bu sadece sanatçının yapabileceği bir şey değildir, bizde sanatçılardan, yazarlardan çok kahramansı şeyler bekleniyor. Sanatçı veya yazar bu sacayağının bir tarafıdır. Diğer ayakların da pazarlayan kesimden sanatı izleyen kesimine kadar dengeli çalışması lâzım... Örneğin, eleştiri mekanizmasının da çalışması.
Türkiye’de eleştiri mekanizması yok, pazarlama sadece alıcı ile olan buluşma üzerinden düşünülüyor. Sadece tüketilebilir olması üzerinden bir pazarlama taktiği. Bu da sanatçının özgün yapıtlar koyması konusunda özel kaygılara vesile olmuyor."
Eleştiri şart...
Resmi bilen, eleştiren insanların bulunmaması rahatlığı...
"Türkiye’de ressamların dışında resmi bilen kimse yok. Bu feci bir şey! Dünya sanatı açısından baktığımızda her zaman önemli eleştirilere rastlanır."
Sizin resimlerinizin alıcı kitlesine gelecek olursak...
"Şöyle bir şey var, Nuri İyem’in resim toplayanlar için söylediği: ‘Amatör’ sözcüğünü kullanırdı, yani bir tür gönül verip onu saklayan, duvarına asan insanlar filan... Benim izleyicimde bu büyük ölçüde hâlâ sürüyor, ama şöyle bir şey var, o resme bakarak haz duymak istiyor...
Tamam, resim açısından böyle bir gerçeklik söz konusudur, dekoratif yönü her zaman vardır resmin, - yüzeye dayalı bir çalışma türü olduğu için, ister istemez bu gerçekliği vardır - ama sadece haz duygusunun harekete geçirilmesi açısından baktığımızda o, seyirlik meselede kalıyor. Halbuki aynı zamanda dönüşebilirlik, düşünsel anlamda kafa açabilirlik lâzım... Hatta bazen sinir olman... Cezanne’a getirilen eleştirilerden birisi ‘resmini gören hamile kadın çocuk düşürür’ şeklindedir. Ama biz bunlardan alıkonuluyoruz, bu tür deneylere açılamıyoruz.
Çünkü resim Türkiye’de hâlâ seyirlik bir unsur ve ona evin duvarında güzel bir köşe, bir pencere açması bağlamında bakılıyor. 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısından sonra yani batı sanayi devrimini kıvırdığı zaman bunu aştı, aynı zamanda başka şeylere kapı açabildiğini fark etti."
Analiz gerek...
O nedenle kavramsal sanatlar falan çıkmaya başladı...
"Bizde de bu bağlamda bir şeyler yapmaya çalışanlar var, ama hâlâ dekoratif şirinlik içerisinde kalmaya çalışıyorlar, fazla suya sabuna dokunmadan, belli estetiklerin yansıtılması bağlamında bakıyorlar...
Bizden çıkmış formlara rastlayamıyoruz, çünkü ikonografik çözümlerin yapılması gerekiyor, bu tür analizler eksik kalıyor. Sosyologların, sanat tarihçilerin ciddi anlamda, psikologların vesaire... Yani diğer disiplinlerdekilerin de çok ciddi anlamda çalışması gerekiyor. Sanatçı takımına, özellikle ressamlar açısından düşünüyorum, bu tür malzemelerin de oluşturulması gerek."
Eleştirmen, kuşaklara dinamizm kazandırır
Her kuşağın eleştirmeni ya da eleştirmenleri vardır.
"Tabii ki... Hâlâ bana göre en olumlu yerde kalmış olan Sezer Tansuğ’dur, Sezer’in de çok eleştirilecek yanları vardı ama…"
Hiç olmazsa devinimi sağladı.
"Tabii, belli bir kuşak, işte Mehmet Güleryüz’ler, Ömer Uluç’lar, Komet’ler, Sarkis’ler, Alaaddin’lerin (Aksoy) olduğu kuşak için iyi bir yol arkadaşlığı oluşturmuştur. Olumlu, olumsuz bir dinamizm kazandırmıştır. Resmin kent sorunsalıyla buluşmasını sağlamıştır…"
Yayın da yok doğru dürüst...
"Birtakım şeyler var, fakat özerk yapılanma değil bunlar genellikle bir galeri üzerinden oluşuyor. Çünkü medya yeterince gelir ve prestij sağlamadığı için çok da ciddiye almadı bu tür yayınları..."
Resim yapma sürecim mehter takımının yürüyüşü gibi...
Ressam, yaşadığı dünyanın da farkında olmalı, bağlantılar kurabilmeli değil mi?
"Kesinlikle... Picasso, örneğin Louvre’a gidip Mısır rölyeflerindeki çözümlemeyi fark ediyor, o dönem Fransa sanayisindeki evrilmenin pozisyonuyla parçaların birbirine eklenebildiğine ilişkin düşünebiliyor. Yani Kübist döneme baktığımız zaman bir şeye her yönden bakabileceğinizle ilişkin olanı bize göstermeye başlıyor...
İki olayla bu bağlantıyı kurma şansına sahip oluyor: Hem müzede geçmiş süreç buna şahitlik ediyor, hem de yaşadığı dünyadaki üretim ilişkileri. Şimdi bize baktığın zaman biz modelleri genelde dışarıdan ithal ettiğimiz için - metodolojiyi de dışarıdan ithal ediyoruz - olmuyor... Ben meselâ biraz ampirik, biraz rasyonel olan bir metodoloji kullanmayı tercih ediyorum... Yani şuna benzetiyorum resim yapma sürecinde de mehter takımının yürüyüşü: Bir adım ileri, iki adım geri...
Ama bir adım ilerlemiş oluyorsunuz sonuçta...
"E tabii. Meselâ Türk sanatı açısından baktığımızda batı’daki gibi o ilerlemeci tavrı pek gözlemleyemeyiz. Herkes bir şeyler yapar, ondan sonra herkes tekrar başa döner, tekrar yeniden almaya başlar, yani birbirlerine taşıdıkları çok da fazla şey yoktur. Ama batı açısından baktığımız zaman bir devamlılık söz konusudur. Ya işte bu adam şu meseleyi şurasından kurcalamış, biz de burasından kurcalayalım şeklinde düşünceler karşımıza çıkar."
Işık ve atmosfer
Siz de meseleleri kurcalamayı seven sanatçılardan birisisiniz...
"Meselâ ben büyük ölçüde özellikle ışık ile, atmosfere dayalı bir resim yapıyorum, forma dayalı olduğu söylenemez. Bizim toplumun da o ışıkla hemhal olan bir ilişkisi var. Bu, bizim tasavvuf kültüründe bugüne taşınan, bizim sağduyumuzu temsil eden taraf ve ben seçici olarak bunu öne çıkardım. Ama bunu, benden önce zaten yapmış olanlar var: Avni Lifij olsun, kısmen Şeker Ahmet Paşa, Namık İsmail’de de görüyoruz. Özellikle Avni Lifij benim için çok etkili bir adamdır, duyarlılığıyla, ışıkla olan ilişkisiyle... Ama şöyle bir eleştiri yapılır: Bu ressamlar Avrupa’ya gittikleri zaman orda Kübizm başlamıştı, ama niye bunlar hâlâ Empresyonist meseleyle ilgilendiler...
Bu ressamlar buradan gittiler ve üretim ilişkilerinde insana ilişkin meseleler vardı, yani üretime sanayinin getirdiği o farklı çelişkiyle ilişkilendirmek söz konusu değildi... Bunlar da bu etkileşim içersinde insani töze ait şeyleri öne çıkardılar, onlarla ilgilendiler ve anlamaya çalıştılar.
Örneğin heykele baktığımız zaman ülkemizde çok da özgün heykellerle karşılaşamıyoruz. Form deneyiminde oldukça zayıfız, iyi bir bağlantı oluşturamamışız, çünkü sanayide kendi modellerimizi oluşturmakta problem çektiğimiz için sanat bağlamında da bu birbirine eklemlenmiş."