'Açılımın' ekonomik boyutu göz ardı edilmemeli

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Barış ALEN / Doğu Güneydoğu Sanayici ve İş Adamları Dernekleri Federasyonu Genel Sekreteri

Çok garip bir ülkede yaşıyoruz. Birkaç yıl öncesine kadar üzerinde çok fazla konuşulmayan, çözümsüzlüğe terk edilmiş bir konuydu Kürt sorunu. Bu arada binlerce insan bu çözümsüzlükten mustaripti. Bu gün ülke gündeminin birinci sırasında bu konu var. Ve bu kez de herkes bu konuda konuşuyor, yazıyor. Olması gereken de bu zaten. Ancak, ihmal edilen bir nokta var. Bu yazıda onu belirtmek istiyorum.

Küreselleşme sürecinin yaratmış olduğu ve tüm toplumlara tuttuğu bir ayna var; bu diğer toplumları ve kültürleri tanıdıkça her topluluğun kendini tanımlamasına, farklılıklarını olumlu bir motivasyon aracı olarak kullanmasına ve önceliklerinin görece değişmesine sebep olmaktadır. Birçok ülke bu süreçten nasibini aldı ve almakta. Her ne kadar gecikmiş olsak da, yaşadığımız ülkenin kültürel anlamda çok zengin olduğunu fark etmiş bulunmaktayız. Son süreçte, Türkiye'de yaşayan Kürtler'e ve elbette diğer topluluklara kültürel haklarının ve anadillerinin verilmesi, kimliklerinin anayasal güvence altına alınması gibi açılımları bu bağlamda değerlendirmek mümkün. Yazının başında belirtilen ihmal edilmiş ve sorulması gereken soru bu açılımın sorunun çözümü için yeterli olup olmadığıdır.

Açılım ile amaçlanan; Kürtler'in taleplerinin karşılanması, aidiyet duygusunun güçlendirilmesi ve dolayısı ile geleceğin mutlu Türkiye'sinin yaratılması ise bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi ve ülke zenginliklerinden Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin de faydalanması, kültürel haklar kadar önemlidir. Bölgeler arası eşitsizliğin bu konuya değinen her kaynakta açık bir şekilde görüldüğü herkesçe bilinen bir gerçek. Türkiye'nin OECD ülkeleri arasında bölgesel eşitsizlik açısından ilk sırada yer aldığı da bir başka gerçek. Ülke nüfusunun yüzde 15-16'sının yaşadığı Doğu ve Güneydoğu'daki 21 ilin Türkiye milli geliri içindeki payının 1970'lerden başlayarak 2000'lere kadar hızla gerilediğini TÜİK verilerine bakarak söylememiz mümkün. Kamu yatırımlarının yetersiz olması ya da ağırlıklı olarak güvenlik ve enerji odaklı olması, büyük ölçekli özel sektör yatırımlarının da güvenlik sorununa endekslenmesi bölge ekonomisini olumsuz etkilemekte. Bu ve buna benzer onlarca gösterge bölgenin ekonomik olarak da aidiyet duygusuna ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Yıllardır SKT'lar, sanayi ve ticaret odaları, belediyeler bu alanda çalışmalar yaparak ilgili mercilere raporlar halinde sunuyor.

AB ülkelerinde uygulanan ve belediyelere ülke yönetiminde önemli bir görev veren "yerel gelişme ve kalkınma sorumluluğu" bu süreçte aydınlatıcı olabilir. Bir taraftan devletin kamu yatırımları ve teşvikler ile desteklediği, diğer taraftan da illerimizin özgün koşullarını bilen aktörlerin yani yerel yönetimlerin söz sahibi olduğu bir sistem özelde illerimizin, genelde ise bir bütün olarak ülke ekonomisinin daha hızlı gelişmesine katkıda bulunacaktır. Sonuç olarak; açılımın ekonomik boyutunun göz ardı edilmemesi gerektiğinin ve yerel yönetimlerin bu alanda ellerinin güçlendirilmesi gerektiğinin, sürece aktör olarak katılımlarının sorunun çözümünde elzem olduğunun unutulmaması gerekir. Uzun bir geçmişi olan sorunun çözümü de zaman alacaktır. Bu nedenle sabırlı olmayı ve birbirimize güvenmeyi öğrenmeliyiz.