21. Yüzyıl Stratejileri ve Fransa

Bekir Kavruk, Dünya Online için Türkiye-Fransa gerilimini yorumladı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

İsviçre Cern’de araştırılan ve matematiksel olarak ispatlanan String Teorisi'ne göre; dünyamızın adeta canlı embriyon gibi içinde bulunduğu evren tek olmayıp sonsuz sayıda “Paralel Evrenler” bulunmaktadır. String Teorisi günümüzün Einstein’ı sayılan Edward Witten (IQ’su:170) tarafından M-Teorisi (11.Boyut) olarak yeniden formatlanıp geliştirilmiş ve dünyamızın içinde bulunduğu Evren’nimizde tüm olup bitenlerin 4 boyut içerisinde meydana geldiğini ortaya koymuştur.

4 boyutlu yaşamın 4. Boyutu olarak ortaya çıkan zaman kavramı Einstein’ın Görecelik Teorisi ile ayrı bir felsefi anlam kazanmıştır. Dünya tarihinde zaman insanların ve ülkelerin her birinin kendine göre yontmaya çalıştığı sübjektif yazı ve yorumlardan ayrı hayatın gerçekliği olarak kendi tarihini zaten oluşturmaktadır. Dolayısıyla ülke stratejilerini bu objektif tarihi gerçekler üzerine kuran devletler uluslararası rekabette kendilerine ciddi avantajlar sağlamışlardır.

Derinleşen Global Mega Krizin baskısıyla uluslararası platformlarda ülkeler bazında gittikçe daralan oyun alanları içerisinde ülke lehine "satranç misali" başarı çizgileri yakalamak gerçekten artık diplomasinin çok ötesinde keskin zeka, tecrübe, esneklik, çok yönlülük, kıvraklık ve özelikle "doğru bilgi ve strateji" gerektiren bir durum arz etmektedir. Dünya’da 21. yüzyılın yeniden şekillenmesi sürecinde Türkiye’nin de aktif içinde bulunduğu uluslararası yarış aynen " Off Road Rally" yarışlarına benzemekte ve 21.yüzyıl içersinde yarışacağı bu yol güzergahı içerisinde birçok zor engel, bataklık ve özellikle kurnazca düzenlenmiş "tuzaklar" bulunmaktadır.

Dünya’da bu yüzyıl içerisinde şekillenme sürecinin ABD+İngiltere (Anglosakson) ekseni ile Rusya (Putin) + Çin + Hindistan eksenleri arasında oluşacak süper güç dengeleri üzerinde kurulacağı düşünülmekte olup, AB Almanya öncülüğünde Fransa ile ittifak halinde “süper güç olma özlemleri içersinde” çıkış yolları arama sürecinde bulunmaktadır. Ortaya çıkan bu durumun Avrupa’da oluşan güç dengeleri ve stratejileri açısından bir kez daha 20. Yüzyılda yaşanan dünya paylaşım savaşları öncesi durum ile ironik benzerlikler taşıdığını söylemek mümkündür.

Ekonomisi batma sürecinde olan İtalya’dan gerçekte farkı olmayan Fransa’nın dürüstçe pozisyonlarını almaya başlayan İngiltere (ABD) ve Almanya arası kendi geleceğini tarihi tecrübelerine dayanarak “neme lazım” tarzı güvenceye alma egosundan dolayı geçmiş tarihinin tekerrürü olarak tekrar ikili oynaması kuvvetle muhtemel görünmektedir.

ABD+İngiltere ile Rusya (Putin) + Çin + Hindistan olmak üzere 2 süper eksen arasında ilk güç çekişmesi Avrupa üzerinde olup bu iki süper eksen muhtemelen Ortadoğu’da bu kez İran üzerinden bir kez daha karşı karşıya geleceklerdir. Fransa hem AB hem de ABD nezninde bu ikili konumunu Ortadoğu’da güçlendirmeye yönelik olarak rakip gördüğü Türkiye’nin “hem siyasi hem de ekonomik” gücünü zayıflatmayı hedeflediği kuvvetle ihtimal dahilindedir.

Fransa Meclisi’nin soykırım kararı sonucu “tribünlerdeki seyirci misali” boş bağırmak yerine konunun derinliğini anlamaya yönelik olarak Osmanlı döneminde meşhur Kanuni – Fransuva ilişkilerine farklı bir açıdan yaklaşmanın belki de çok yararı vardır. “Mağdur dostu” Osmanlı’nın Fransa’yı himayesine alma girişimleri sonunda Osmanlıyı o zamanlardaki Avrupa’da tüm Hristiyan birliğini temsil eden Kutsal Roma (Cermen = Alman) İmparatorluğu ile karşı karşıya getirmiştir.

Tüm yaşanan süreç dikkatle incelendiğinde Fransa’nın bu güç dengeleri arasında da ikili oynamaya çalıştığını tespit etmek mümkün olup, Osmanlı - Habsburg Hanedanlığı arası meydan okuma öyle ileri gitmiştir ki sonunda bu Kutsal Hristiyan İmparatorluğu’nun kalbi Viyana kuşatılmış ve belki de Kanuni nezdinde Osmanlılar’ın almış olduğu bu hayati karar koca imparatorluğun ilk kırılma noktasını teşkil etmiştir.

Türkiye’nin bu kez de duygusal tepkilerle Fransa’nın oyununa gelip , yine Almanya öncülüğünde olan ve yavaş yavaş Hristiyan Birliği olma sürecine girmiş bulunan Avrupa Birliği ile karşı karşıya gelmemesi için tarihinden aldığı dersleri ve AB’ye oldukça hassas durum arz eden ekonomik bağımlılık oranını göz önünde bulundurarak hareket etmesi gerekmektedir.

SONUÇ :

Türkiye’nin 21.yüzyılın yavaş yavaş şekillenmeye başladığı bu süreçte yarışın ilk engeli Fransa vakası ışığında özellikle göz önünde bulundurması gerekli hususlar şunlardır:

1) Türkiye Fransa konusunda tüm dünya kamuoyunun izlediği 90 dakikalık maçta daha ilk dakikalarında Fransa’nın yaptığı kasıtlı faul karşısında gerek sahada futbolcuların gerekse tribünlerde seyircilerin aklı - sükûneti koruyup kazanma azmi ile mücadeleye devam etmesi gibi; ya da uzun “Off Road Rally’sinin” daha ilk engelinde yine kasıtlı faul yapan Fransızlar ile ağız dalaşına girip vakit kaybetmeden yoluna devam edip, engel ve tuzakları soğukkanlılıkla teker teker aşarak ve yarı yolda kalmadan selametle sadece bitiş noktasına varıp yarışı "başarıyla bitirmek" olmalıdır.

2) Fransa süper güç ABD’ye karşı dünyada konumunu güçlendirmeye çalışan “büyük bir devlettir”. Ayrıca Fransa “sosyal Darwinizm” inancını sıkıca benimsemiş bir ülkedir ve Sarkozy’nin Türkiye kamuoyunda pek anlaşılmayan “inancımıza saygı gösterin” açıklaması bunun doğal bir sonucudur.

3) Türkiye ise “Bölgesel bir güçtür” ve çok hassas denge, ittifak ve politikalar üzerinde siyasi konumu ve ekonomik gücünü muhafaza etmek zorundadır. Batı ile ilişkiler duygusal değil mantıklı ve karşılıklı çıkar ilişkileri içeren stratejiler üzerinden yürütülür. Bu gerçeklerin duygusal abartmalar ile göz ardı edilmesi yeni riskleri ortaya çıkarır.

4) Türkiye’nin ABD + İngiltere ekseni nezdinde “Stratejik” bir önemi , İsrail’in ise asla vazgeçilmez “Hayati” bir önemi vardır. Türkiye AB’de Fransa üzerine etkin pozisyon almak istiyorsa özellikle İsrail – Filistin sorunu gibi Ortadoğu’daki hassas dengeler üzerinde daha dikkatli politikalar izlemek ve ABD’nin Ortadoğu ve Körfez dahil tüm dünyada para kontrol ve dolaşımını elinde tuttuğu gerçeğini göz önünde bulundurmak durumundadır.

5) Ermeni sorunu aynen Kürt sorunu gibi Türkiye’nin gerçekte kendi sahası içerisinde oynanan bir oyundur. 1965 de Uruguay’dan bu yana Latin Amerika’dan Avrupa’ya kadar birçok ülke teker teker soykırım yasaları çıkarmış durumda olup , bu süreç belki de yeni seçimler öncesi Nisan ayında ABD’de yeniden ama bu kez daha riskli olarak gündeme gelecektir.

6) Hrant Dink olayının milyonlarca Ermeni dahil tüm dünyanın dikkatle izleyeceği bir husus olacağı yeterince ciddiye alınmamış olup , Türkiye’nin eline geçirdiği bu büyük tarihi fırsat “penaltı misali” üstelik zaman aşımına uğrayarak kaçırılmak üzeredir.

7) Türkiye Ermeni oyununu kendi sahasında olmasına rağmen nedendir bilinmez çoğu kez tribünlerden izlemiş ev ödevlerini de tamamlamakta gecikmiştir. Türkiye Ermeniler konusunda belki de uzun yıllardan bu yana uyguladığı politikaları değiştirerek bu alanda “Pro-aktif konuma” geçmek durumundadır. Bunu da objektif olarak uygulama aşamasına geçirirken gerek “ içimizdeki Fransız’ların” gerekse aynı Osmanlı döneminde olduğu gibi padişahım çok yaşa felsefesini şimdi de devam ettirip, her çeşit döneme bukalemun misali uyum sağlayan dalkavukların tesirinde kalmadan kararlı bir şekilde yoluna devam etmesi yerinde olacaktır.

Bekir Kavruk Hakkında Bilgi ve Eski Yazıları

 

Bu konularda ilginizi çekebilir