ABD bütçe açığı kaygılandırıyor
Orhan AKIŞIK
2009'un sonuna yaklaşırken biten kapitalizmin ikinci büyük krizinin etkileri bütün ülkelerde ağırlıklı olarak hissediliyordu. Krizin, işgücü piyasası dışında etkisini gösterdiği diğer bir alan kamu maliyesi. Resesyon sonucu altüst olan gelir-gider dengesi ve artan borç yükü ekonomi yönetimlerini derinden düşündüren sorunların başında geliyor.
Esasen, yaşanan krizden bağımsız olarak dünya ekonomilerinde son 40 yılda gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYİH) içinde devlet harcamalarının payının arttığı bir gerçek. Örneğin, ABD'de 1960'larda GSYİH'nin %23'nü oluşturan devlet harcamalarının 2005'de yaklaşık %31'e ulaştığı görülüyor.
Geçen ay, Senato Finansal Hizmetler Komitesi'ne ekonomik durum hakkında bilgi veren FED Başkanı Bernanke, bütçe açıklarının bir an önce kontrol alınması için etkin bir strateji hazırlanması gerektiğini, aksi takdirde yatırımcılarda oluşacak güven kaybının faizleri yükselterek bir finansal krize yol açabileceğini belirtti. FED Başkanı'nı bu yönde konuşmaya iten en önemli neden, Obama yönetiminin resesyon döneminde uyguladığı gelir artırıcı kamu
politikalarına devam edip etmeyeceği konusundaki belirsizlik. Hükümet çevrelerinde yaygın olan görüşe göre, harcamalarda kısıntıya gidilmesi resesyonu tekrar geriye getirebilir, zira özel teşebbüs yatırımlarında henüz büyümenin sürekliliğini sağlayacak ölçüde bir artış görülmüyor.
Öte yandan, harcamalara devam edilmesinin, bütçe açıklarını sürdürülemez hale getirdiği de bir gerçek. Bütçe açıklarının faizlerde ve enflasyonda artışa yol açıp açmayacağı, üzerinde durulması gereken bir konu. Açıkların artmasının borcun geri ödenmeme riskini artırarak hazine bonolarının faizlerinden başlayarak tüm faizleri artırması ihtimal dahilinde. Bunun ise, zaten çok düşük düzeyde olan özel sektör yatırımlarının tamamen durmasına yol açarak, ekonomiyi tekrar resesyona sokması mümkün. Enflasyona gelince… Bu, her şeyden önce parasal bir olgu.
Dolayısıyla, para arzındaki bir artışla desteklenmeden devlet harcamalarının kalıcı bir enflasyona yol açması söz konusu değil. Peki, para arzındaki bir artıştan kaynaklanan enflasyon ihtimali var mı? Bu sorunun yanıtı, büyük ölçüde FED'in misyonuyla ilgili. Bu kuruluşu, diğer merkez bankalarından ayıran en önemli özelliklerden biri, temel politikasının fiyat istikrarının yanı sıra yüksek büyüme ve düşük işsizlik hedeflerinin gerçekleştirilmesine yönelik olması. Tarihsel gelişimine baktığımızda, bütçe açıklarının faizlerde artışa yol açtığı dönemlerde, Merkez Bankası'nın üzerinde para politikasının gevşetilmesi yönünde bir baskının oluştuğu da görülüyor. FED'in bütçe açıklarına karşı uyguladığı para politikası konusunda yapılan bazı çalışmalar, açıkların para arzının genişlemesine yol açtığını göstermekle birlikte, gevşek para politikasının münhasıran harcamaların fınansmanına mı, yoksa işsizliğin azaltılmasına mı yönelik olduğunu söylemek güç.
ABD'de bütçe açıkları konusundaki endişelerin artmasının bir diğer nedeni de, borcun yapısı. Kamu borcunun finansmanında eskiden olduğu gibi ağırlık, artık yerli yatırımcılarda değil. 2008 sonu itibariyle, toplam borcun %53'ü yabancılar tarafından finanse ediliyor. Sadece, Çin ve Japonya tarafından hazine bonolarına yapılan yatırımların miktarı 1 trilyon doların üzerinde. Resesyonun kamu gelir-gider dengesini bozarak borç stokunu artırdığı bir gerçek ise de, sorunun temelinde bazı yapısal faktörler yatıyor. Bunların başında gelen, devamlı artan sağlık harcamaları. Dolayısıyla, bu alanda köklü reformlar yapılmadan bütçe açıklarına disiplin getirmek zor. ABD'de sağlık harcamaları 1960'larda GSYİH'nin 5%'ni oluştururken, bugün bu oran %15'lere ulaşmış durumda. Bunun nedenleri arasında ise nüfusun yaşlanmasının dışında, artan sağlık sigortası giderleri, MRI, CT gibi yeni tıbbi tedavi yöntemleri ve doktorların hastalarına hastalıkların tedavisinde gerekenin ötesinde daha pahalı tedavi yöntemlerini önermeleri gösteriliyor.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en yüksek seviyede seyreden bütçe açıklarını kısa vadede azaltmanın yolu, yüksek dirençle karşılaşacak olsa bile harcamaların azaltılmasından ve vergilerin artırılmasından geçiyor. Bunun büyüyen bir ekonomide olması ise son derece önemli.
Zira, büyüme beraberinde sadece GSYİH içinde toplam borç stokunun düşüşünü getirmeyecek, bunun da ötesinde vergi gelirlerini artırarak bütçe açıklarının azalmasına da katkıda bulunacaktır.
Bunun bilincinde olan yönetim, özel teşebbüs yatırımlarını ve istihdamı teşvik etmeye yönelik olarak Şubat ayı sonlarında bazı düzenlemeler getirdi. Bu bağlamda, istihdam edilecek her yeni işçi için işletmelere 5 bin dolar tutarında bir vergi muafiyeti öngörülüyor. Ancak, bunun istihdam artışı üzerinde etkili olup olmayacağı henüz belli değil. Zira, talepte bir artış olmadan işletmelerin istihdamı artırmaları gerçekleşmesi güç bir olasılık.
Uzun vadede ise, bütçe dengesinin sağlanması, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında etkin reformların yapılmasına bağlı. Çünkü, ekonomi istikrarlı büyüme trendine girse bile hızlı bir şekilde artan sağlık ve sosyal güvenlik ödemelerinden dolayı bütçe açıklarının artışının önüne geçmek mümkün görünmüyor. Bundan dolayıdır ki, Obama yönetiminin yasalaştırmaya çalıştığı sağlık reformu paketi bütçe açıklarını kabul edilebilir sınırlara çekmek açısından önem taşıyor.