'Almanya’nın tavrı sürdürülebilir değil, bir süre sonra çark ederler'

Ankara Sohbetleri’nin konuğu AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Almanya’nın Türkiye’ye karşı tavrının bu ülkenin iç siyasetiyle de ilgili olduğunu belirterek, “Sürdürülebilir değil. Bugün söylersin, yarın ayağına takılır” dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Hüseyin GÖKÇE

AK Parti’nin siyasi ve hukuk işlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, seçimlerin Anayasa’da öngörüldüğü gibi 2019 yılında yapılacağını belirterek, kesinlikle bir erken seçim koşulunun bulunmadığını söyledi. FETÖ ile mücadele kapsamında TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerdeki yöneticilerin basiretli tüccar gibi davranmasını umduğunu belirten Yazıcı, OHAL’in de ancak gerektirdiği şartların ortadan kalkmasıyla son bulacağını kaydetti. Yazıcı, Almanya’nın son dönemdeki tavırlarının ise sürdürülebilir olmadığını söyledi. Ankara Sohbetleri’ne konuk olan Hayatı Yazıcı, Ankara Temsilcimiz Ferit B. Parlak’ın sorularını cevaplandırdı.

► Gerçekleştirilen kabine değişikliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anayasa değişikliğinden sonra Bakanlar Kurulu’nda da değişiklik beklentisi oluşmuştu. Cumhurbaşkanımızın yeniden partinin başına geçmesi ardından, partide MKYK belirlendi, bu MKYK içinden MYK oluşturuldu. Türk siyasetinde bir gelenek vardır. Keskin değişimlerin olduğu süreçlerde kabinede de değişiklik beklenir. Bu tıpkı tansiyon gibiydi, beklentiler, çıktı, indi ve nihayetinde gerçekleşti. Bunu bir nöbet değişikliği olarak ele almak lazım. Zaten bu dönemde herkesten çalışma bekleniyor.

Biz siyaseti gönüllü olarak icra ediyoruz, gönüllü olarak geldiğimiz yerlerin hakkını da vermekle yükümlüyüz. Kapasitemiz, becerimiz neyse onu tamamen kullanmak durumundayız. Bu konuda bizi denetleyenler beklenti içinde olması da çok doğaldır. Ancak bu değişikliği ‘gidenler beceremedi, gelenler becerecek’ diye değerlendirmiyoruz. Olayları yeni bir göz görmüş olacak. değişiklik, Türkiye’yi hedeflediğimiz yerlere güçlü şekilde taşımak için gerçekleştirildi ve bu yapılırken, bölgeler gözetildi.

► Son dönemlerde kulislerde erken seçim konuşulmaya başlandı. Herhangi bir erken seçim ihtimali var mı sizce?

Seçim kesinlikle erken olmaz, zamanında olur. Seçimi gerekli kılan herhangi bir sebep yok. Biz genel hatlar itibarıyla erken seçimlere veya öne alınmış seçimlere karşıyız. Seçimler bir takvime bağlı olarak yapılır, sürelidir. Zaruret olmadıkça takvim dışına çıkılmaz, zorlayan koşullar oluşmadıkça erken seçim yapmadık. Bugün de seçime zorlayacak bir koşul görmüyorum. Türkiye 2019’da olağan seçim sürecine hep birlikte taşıyacağız.

► Peki siyasete yönelik önümüzdeki dönemde yeni bir reform öngörüyor musunuz?

Siyasette, sorumluluğu Ak Parti’nin üstlendiği dönemleri dikkate alarak, siyasi anlamda yönetim anlamında, kamu reformu anlamında etkisi en büyük reform, 16 Nisan referandumu ile gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi modeline geçişi öngören anayasa değişikliğidir.

Hükümet modeli tamamen değiştirilmiş oldu. Artık bu anayasa değişikliğinin gerektirdiği, kanunlarda alt normlarda uyarlama düzenlemesi ve belki bazı alanlarda yeniden düzenleme yapılacak. Bunlar yapılacak ki yeni sisteme geçtiğimizde mekanizma istediğimiz verimlilikte işler halde olabilsin. Parlamento gündeminde de en çok o alana ilişkin uyarlama ve düzenleme içerikli kanunlar çıkarılacaktır.

► FETÖ ile mücadele kapsamında uygulanan OHAL 1 yıl daha uzatıldı ama tartışmalar bitmedi….

OHAL yönetim sürecinin konuşulur olmasını yadırgamıyorum, olağan bir durum. İnsanlar bunu konuşacak. Ancak yöneticiler, siyasi sorumluluğu üstlenmiş kişiler, iş olsun diye normal yönetimden olağanüstü yönetime geçemez. Çünkü bunun çok riski var. Sayın Cumhurbaşkanımızın da defalarca anlattı gibi Doğu ve Güneydoğu’da seçim kampanyaları yaparken, vatandaşlar OHAL’in sona erdirilmesinden başka bir şey istemediklerini belirtiyorlardı. Türkiye’nin üçte biri OHAL ile yönetiliyordu. Ancak o günkü OHAL yönetim pratiğini dikkate alın bir de bugünkünü alın, arada çok fark göreceksiniz. Biz iktidarın daha ilk ayında Kasım 2002’de yıllardır uygulanan 1980 darbesinden itibaren uygulanan OHAL yönetimini kaldırdık.

Şimdi 20 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’nin tamamında OHAL uygulama kararı aldık TBMM’de. Bunun sebebi ise 15 Temmuz alçak darbe teşebbüsüdür. Türkiye’de bu teröristlerin giriştikleri eylemleri başarmış olsalardı, Türkiye bugün ne haldeydi? Kamunun nerelerine yerleşmişler, üstelik bir devlete hayat veren en önemli noktalarda, TSK, yargı, istihbarat, güvenlik içinde yerleşmişler.

Bununla mücadele hayati derecede önemli. Normal yönetim biçiminde de elbette mücadele edilebilir ama bir yerde mutlaka tıkanırsınız, süreç uzar. Mücadeleyi sıcağı sıcağına etkin, hukuk içinde gerçekleştireceksiniz.

OHAL yönetimi ilan edileli tam 1 yıl doldu. Vatandaşın hayatında hissedilir bir tarafı var mı? Uygulama sadece terör örgütlerine yönelik, üstelik sadece FETÖ ile değil, DAEŞ, DHPKC, gibi örgütlerle mücadele ediliyor. OHAL yönetimini gerekli kılan koşullar, terör örgütleriyle etkin mücadele etmek ve başarıyla sonuçlandırma hedefine ulaşıldığında biter. İnşallah çok fazla uzamaz, bir yerde biter.

► FETÖ ile mücadele kapsamında el konulan şirketlerin durumu ne olacak?

Terörle bağlantılı şirketlere kayyım atanması, mutlaka bir ceza davasına konu olmasına bağlıdır. Arasında bir ceza kovuşturması ve soruşturması yoksa herhangi bir Ankara Sohbetleri’nin konuğu AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Almanya’nın Türkiye’ye karşı tavrının bu ülkenin iç siyasetiyle de ilgili olduğunu belirterek, “Sürdürülebilir değil. Bugün söylersin, yarın ayağına takılır” dedi. şirkete kayyım atanmaz. Şimdi bu örgütün parasal çalışmaları var, eğitim kurumları var, yani kaynak temin ederek bunu gerçekleştirmiş. Bunları da şirket kurmak, kurdurmak suretiyle gerçekleştiğine ilişkin bilgiler var.

Bu şirketlerin, hayatiyetleri, o şirket sahiplerinin ya da ortaklarının hakkında açılmış olan ceza davası sonuçlanması gerekir. Beraat ederlerse şirketleri iade edilir. Ancak hüküm giyerlerse ve bu şirketlerin sermayeleri veya bunlarda onlara ait varlıklar, terör örgütü faaliyetleri kapsamında elde edilmişse, müsadere kararı verilir, şirketler kamuya geçer.

Aslında bunların TMSF’ye devri önemli. Bu şirketlerin TMSF’ye devrine ilişkin KHK ile düzenleme yapılmadan önce, kayyum atamalarını savcılıklar talebi üzerine mahkemeler yapıyordu. Mahkemeler de bu konuda fazla uzman değildi.

TMSF bu konularda daha uzman olduğu için, yönetimle ilgili mahsurları da gidermek amacıyla bu formül uygun bulundu. TMSF’nin yönetiminde de sorunlar olabilir ama bunlar da süreç içinde giderilir. Elbette Türk ekonomisi, bu tasarruflar dolayısıyla hiç zarar görmüyor diyemeyiz, ama ülkenin güvenliği her şeyin üstünde. Umarız ki bu şirketlerden, sermayeleri yeterli olanlara atanmış olan kayyumlar basiretli tacir gibi davranır. Dolayasıyla sonuçla kamuya kalacaksa öyle kalır ve o zaman kamu bunları satar. Zaten kamuya kalmasını gerektirecek bir saptama da yoksa, sahiplerine iade edilir.

► Yeni yayınlanan bir ankette, vatandaşın yüzde 73’ü adliyeye düşse, hakimin adil karar vermeyeceğini düşünüyor. Bir hukukçu olarak bu sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anket katılımcılarının, yargılamada beklenen kalitenin sağlanmadığını düşündüğünü görüyoruz. Yargılamanın, bazı önemli unsuru vardır. Bir kere süratli olacak ve ucuz olacak. Harçlar vs. yüksek olmayacak. Yani kişi hakkını ararken fazla külfet altına girmemesi gerekir.

Üçüncü bir konu ise yargılama, iddia makamı, savunma ve hüküm verenler olmak üzere üç ayaklı kollektif bir çalışma sonucu yapılır. Bu kollektif çalışma sonucu ortaya çıkan ürün, hedef kitle açısından adalet olarak algılanmalıdır.

Dolayısıyla siz bu algıyı oluşturamıyorsanız, bu alanda sorun var demektir. Adalet mülkün temelidir, var olmanın temeli adalettir. Bunu sadece yasalarla sağlayamazsınız, kollektif faaliyetin unsurları, rol alan bütün ekipler, adalete odaklanması lazım.

Hakimlik, savcılık mesleği çok önemlidir. Yargısal düzenlemelerle bunları belki bir nebze hızlandırırsınız, ancak beklenen sonucu sağlamak için bunların çok donanımlı olmaları lazım.

► Almanya’nın son tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Almanya, AB’nin amiral gemisi gibi bir ülke. Her şeye müdahil olmaya çalışıyor. Tabii Türkiye’nin bu bölgede etkin olması istenmiyor. Edilgen kalması öngörülüyor. Ancak bütün bunlara rağmen Türkiye proaktif bir ülke durumunda. Dünyadaki bütün önemli ülkelerin elinin kolunun olduğu bir coğrafya var yanı başımızda. Dolayısıyla Türkiye’nin içinin karıştırılması, sorunlu alanlar oluşturulması için çalışanlar var.

FETÖ’cülerden ülkeden kaçabilenlerin barındığı ülkelerin başında Almanya geliyor. Yanı sıra PKK ve diğer örgütler de orada. Almanlar bunu çok fazla sürdüremez diye düşünüyorum. Türkiye’nin gücünü daha da arttırarak edilgenlikten kurtulup, etkinliğini üst düzeye taşıması kanaati oluşursa manevra yaparlar diye düşünüyorum. Kendi yaptıklarını izah edemiyorlar, veya izah ederken kullandıkları argümanlar farklı, kendi vatandaşları Türkiye’de suçlarınsa, Türkiye makamlarının faille ilgili uygulamaları karşısında tutumları farklı.

Suç işleyip Almanya’ya gitmiş olan Türkiye vatandaşlarının iadesine ilişkin Cumhurbaşkanımız defalarca örneklendirdi. Merkel bir yandan bu taleplere “bağımsız yargı” mesajını verdiğini unutmayın.

Ancak, son olarak Büyükada’da bir toplantı yapılmış, istihbaratımızın bununla ilgili bir değerlendirme yapmış, yargı da istihbaratın değerlendirmesi sonucu olarak tutuklama önlemini uygulamış. Bunun üzerine Almanya Dışişleri Bakanı ve Başbakan’ın beyanları çok ölçülü değil.

Beklentiler olumluya dönmeli...
Ferit PARLAK

Yatırımların, üretimin, ihracat ve istihdamın artması için ‘beklentiler’ önem taşıyor... Beklentilerde ki bozulmalar ise bugün en avantajlı olduğumuz mali dengeyi dahi olumsuz yönde zorluyor... Suriye, Irak, Avrupa’nın bazı ülkeleri derken şimdi de Almanya’nın ekonomimizin üzerine çöken politikasına, artan ‘erken seçim’ söylentileri eklenince, KGF ve ortağı bankaların son dönemde attığı adımlar ‘havada kalacak’ tartışmalarına ve reel sektörümüzü olumsuz etkileyen ciddi spekülatif hareketlere zemin hazırlıyor... Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın, “Kesinlikle erken seçim olmaz”, “Almanya’nın tavrı sürdürülebilir değil, bir süre sonra çark ederler” gibi cümleleri ve anlattıkları, beklentileri olumluya çevirebilecek ayrıntılar içeriyor...

Ayrıştırıcı söylem ve davranışlar revaç bulmaya başladı

► Almanya’da çok sayıda Türk seçmen var, seçimler öncesi niye Türkiye’yi karşılarına alıyorlar sizce?

Maalesef, dünyada, Avrupa’da, böyle milliyetçi yaklaşımlar, halk nezdinde kabul görür olmaya başladı. Avrupa’da 4 milyon Türk vatandaşı yaşar olması, büyük kısmının Almanya’da olması önemli. Siyasetçilerin kampanyalarında tavır almaları, kendi vatandaşları nezdinde kabul görüyor. Politik duruş olarak algılanıyor. Gösterdikleri yeni söylem her şeyi alt üst ediyor. İnsanların elde ettiği kazanımlar, bunlar yüzünden kayboluyor, sosyal haklar, iletişim hakları, seyahat özgürlükleri, ortak değerler haline gelmiş. Oysa şimdi burada yozlaşma, geriye dönüş var.

Ayrıştırıcı söylem ve davranışlar revaç bulmaya başladı. Bu seçimlerle bağlantılı ama bunun da sürdürülebilir olduğu kanısında değilim. Bugün söylersin, yarın iktidara gelince ayağına takılır. Bunun için her zaman doğruyu söyleyeceksin ya da bazı şeyleri söylemekten imtina edeceksin. Bunu Avrupalılar beceremedi. Referandum döneminde Avrupa’ya giden bakanlarımıza, Cumhurbaşkanımıza takıldıkları tavır önemli. Kendi seçimlerinde Cumhurbaşkanımızın Avrupa’da bulunduğu sırada yapacağı toplantının engellenmesi, insanlığın kazandığı değerlerle, demokratik ölçülerle asla bağdaşmıyor.