Banka stres testinin sanayi ve hizmet işletmelerine uygulanması

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Ahmet Alpaslan ZORLU / Serbest Mali Müşavir

İşletmeler ekonomik dalgalanmanın ve belirsizliğin yüksek olduğu bugünlerde finansal projeksiyonlarını 'tahmin' esasına göre değil 'senaryo analizi' esasına göre birkaç değişik versiyon ile yapmasını daha realist sonuçlar verecektir.

Bankalara uygulanan stres testinde; döviz kurları, emtia fiyatları, faiz oranlarının sert değişim göstermesi halinde, varlıkların ve portföylerin gerçeğe uygun değerlerinde, likidite, kredilerde ne gibi sorunlar yaratacağı ve bu değer değişiminin yarattığı zarar sonucu ne kadar sermaye ihtiyacı doğurabileceği simülasyona tabi tutulmaktadır. Bu testlerde 'faiz oranı …. yükselirse ne olur?' veya 'parite…. düşerse ne olur? Vs.' şeklinde sorulara cevap aranmaktadır.

Bu sermaye ihtiyacı Türk Ticaret Kanunu'nun 324, 392 ve 436'ncı maddelerinde bahsi geçen 'sermayenin karşılıksız kalması' veya 'zarar telafi fonu' gibi uygulamalarla birebir örtüşmektedir.

Bankaları etkileyen faiz, kur, likidite, kredi koşulları gibi risklerin birçoğu reel sektör işletmelerini de etkilemektedir.

Yine Türk bankalarının birçoğunun 'banka sahibi kuruluşlar' veya holdinglere ait olduklarından, altında konsolide olduğu bu kuruluşları ilgilendirmekte ve  öz sermaye yapılarını (konsolidasyon yöntemiyle) etkilemektedirler.

Tabi reel sektör işletmeleri yukarıdaki risklerden tahsilat, nakit akışı, şüpheli alacak, stok değer düşüklüğü, döviz cinsi finansal kredi ve ticari borçların değişimi, satışlardaki büyük düşüşlerin gelire etkisi vs gibi farklı etkilere maruz kalmaktadırlar.

TTK'nın 324'üncü maddesi uyarınca; sermaye şirketleri en son yıllık bilançolarına göre sermayelerinin yarısı karşılıksız kaldığında aktiflerin piyasa değerlerini dikkate alarak yeniden bir bilanço düzenlemekte ve bu bilançoya göre esas sermayenin üçte ikisinin kaybedildiği tespit edilirse genel kurul toplanıp sermayenin tamamlanması kararını almak zorundadır.

Kanun hükmünde 'aktiflerin piyasa değerine göre' ifadesi varlıkların gerçeğe uygun değerleriyle tespit edilmesi anlamındadır. Düşen emtia fiyatları, şüpheli hale gelen ve tahsil edilemeyen alacaklar, fiyatları yükselen varsa tahvil, bonolar ve fiyatı düşen hisse senetleri, satış düşüklüğü sebebiyle işletme sermayesine harcanan hazır değerler sonucu aktiflerin değer kaybı oluşmakta ve öz sermaye azalmaktadır. Kaldı ki faaliyetlerden oluşan dönem net zararları da öz sermayenin azalmasının ve TTK'nın 324'üncü maddesine göre zarar telafi fonuna giden yolun başlangıcıdır.

Sonuç olarak faizlerin yükselmesi rotatif kredilerde,  kurlarında ki artış döviz cinsinden kredilerden dolayı oluşan faiz ve kur farkı giderlerinin artmasına, hasılatın ve tahsilatın düşmesine, önemli bir müşterinin tahsilat riskiyle karşılaşılmasına, büyük bir satış sözleşmesinin iptaline, kredilerin ödenememesi, temerrüt riski veya döndürülememesine neden olabilecektir.

Bu risklerin tamamı göz önüne alınarak işletmelerin bütçelerini hazırlarken, piyasalarda oluşabilecek değişimler için 2 veya 3 değişik versiyon ile bütçe hazırlamaları yerinde olacaktır. Örneğin dövizli borcu olan veya ihracat ağırlıklı satış yapan işletmelerin döviz kurunun 1.60, 1.70 ve 1.80 olduğu, var olan kredilerin yenilenmesi veya yeni krediler için borçlanma maliyetleri, şüpheli alacakların nakit akış tablosuna etkisi gibi versiyonlarla belki de bir çeşit kriz bütçesi hazırlayabilir ve bu durumdan dolar oluşacak dönem zararının öz sermayeyi ne kadar eritebileceği, TTK 324 uyarınca bir sermaye takviyesine ihtiyaç olup olmayacağı takvim yılı başında değerlendirilmeli, kötümser senaryo hatta en kötüye hazırlıklı olunmalı ve önlemler düşünülmelidir.

Bu konularda ilginizi çekebilir