”Dinsel kurallar kamunun çalışmalarına dayanak oluşturamaz”

Yargıtay Başkanı Gerçeker, yeni yargı yılının açılış töreninde konuştu

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

ANKARA - Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, laik bir devlette dinin kişilerin özel yaşamı kapsamında vicdanı bir inanç konusu olduğunu belirterek, dinsel kuralların devlet ve kamusal kurumların çalışmalarına dayanak oluşturamayacağına dikkat çekti.

Yargıtay'da düzenlenen törene Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Köksal Toptan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Danıştay Başkanı Mustafa Birden, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcıları Cemil Çiçek ve Hayati Yazıcı, Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Sayıştay Başkanı Mehmet Damar, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay üyeleri ile çok sayıda davetli katıldı.

Yargıtay protokol kapısında konukları Başkan Gerçeker, başkanvekilleri Osman Şirin, Zeki Akar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili Kublay Özkan ile Yargıtay Genel Sekreteri Ahmet Ceylani Tuğrul karşıladı.

Törende, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya yer almadı. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, konuşmasına, ramazan ayının bütün insanlığa barış, sevgi ve kardeşlik getirmesini dileyerek başladı.

Gerçeker, laik bir devlette dinin kişilerin özel yaşamı kapsamında vicdanı bir inanç konusu olduğunu belirterek, dinsel kuralların devlet ve kamusal kurumların çalışmalarına dayanak oluşturamayacağını vurguladı.

"Devlet tüm dini inançlar karşısında tarafsızdır" diyen Gerçeker, laiklik ile din ve vicdan hürriyeti kavramlarının bu noktada kesiştiğini kaydetti.

Seküler bir toplumda tanrıdan nakledildiği öne sürülen ve bu nedenle mutlak gerçek olarak kabul edilen kurallar yerine akla dayalı ilkelerin geçerli olduğunu ifade eden Gerçeker, bu bakımdan "laik" ve "seküler" kavramları arasında yakın ilişki bulunduğunu söyledi.Gerçeker, şöyle konuştu:

"Gerek laik gerekse seküler toplumda devlet dinler ve dini inançlar arasında bir tercih yapmadığından kişilerin din ve vicdan özgürlüğüne tam bir saygı gösterilmesi söz konusudur. Çeşitli din ve mezhep inanışlarının bulunduğu ülkelerde milli birliği, üniter devlet yapısını koruma konusunda laiklik çok önem taşımaktadır. Ülkemizde de milli birliğin, tek millet, üniter devlet ilkesinin en önemli güvencesi laik cumhuriyet olmuştur."

Yargının bağımsızlığı

Gerçeker, Anayasa'da kuvvetler ayrılığı ilkesinin doğal bir sonucu olarak kabul edilmiş bulunan "yargı bağımsızlığı"nın demokratik hukuk devleti olmanın vazgeçilmez koşullarından biri olduğunu vurguladı.

Yargı bağımsızlığının yargılamayı yapan makamın, hiçbir dış etken olmadan yasalarla belirlenmiş hukuk kuralları çerçevesinde özgür olarak karar verebilmesi olduğunu ifade eden Gerçeker, bunun için de elbette yargı organı da bağımsız olması gerektiğine işaret etti. Gerçeker, şöyle devam etti:

"Bu bağımsızlık bir ayrıcalık olmayıp, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile de temel ilke olarak kabul edilen adil yargılanma hakkının sağlanabilmesi için gerekli bir müessesedir. Yargının toplumdaki saygınlığı kendisine duyulan güvene bağlı olup, yargıyı güvenilir kılan en önemli nitelik ise tarafsızlıktır. Bağımsız olmayan bir yargının tarafsız olması ise düşünülemez.

Yargı bağımsızlığının sağlanmasındaki temel ilkeler şöyle sayılabilir:Yargıçlar sadece yasalara bağlı olarak karar verirler. Hiçbir kişi ya da kurumdan emir, talimat almazlar. Azledilemezler. Devlet, yargının görevini gerektiği gibi yerine getirmesi için gereken maddi ve fiziki olanakları sağlar. Yargıçların atanmaları ve diğer bütün hak, yetki ve sorumlulukları, yürütmeye bağlı olmayacak şekilde düzenlenir. Yargıçların bağımsızlığı, yine bağımsız bir yüksek kurul ile güvence altına alınır.

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri birbirlerini tamamlayan unsurlar olup, yargıcın dış etkenlere karşı olduğu kadar kendisine karşı da bağımsızlığını, tarafsızlığını korumasını gerektirir. Herhangi bir dış etkenin yargılama sürecine müdahalesi gibi..."

Gerçeker, yeni bir anayasa hazırlanırken, toplumu doğrudan etkileyecek, bütün bireyleri ve kurumları bağlayacak yeni kurallar konulmak istenirken daha şeffaf davranılması, daha geniş kesimlerin katılımının sağlanmasının da gerektiğini vurguladı. Gerçeker, "Ancak ne yazık ki geçmiş günlerde gündeme getirilen gerek anayasa değişikliği paketi gerekse Yargı Reformu Stratejisi Taslağı incelendiğinde içerikleri itibariyle, birçok yönü ile yargı bağımsızlığını daha da geriye götürecek, yargıyı yasama ve yürütmenin daha çok etki alanına sokacak düzenlemeler bulunduğu görülecektir" diye konuştu.

Anayasa taslağındaki yargıya ilişkin düzenlemeler

Anayasa taslağındaki yargıya ilişkin düzenlemelerden örnekler veren Gerçeker, taslakta Anayasa'nın başlangıç hükümlerinin anayasa metnine dahil olmaktan çıkarılması böylece başlangıç kısmında yer alan Cumhuriyet'in temel ilkeleri ile sıkı sıkıya bağlı olan temel değerlerin korunmasının zayıflatılmış hatta kaldırılmış olması anlamına geldiğini savundu.

Gerçeker, Yargı Reformu Strateji Taslağı'nda yargıç ve savcıların idari yönden Adalet Bakanlığına bağlı olmaya devam ettiğini, mülakatlarda bakanlığın etkinliğinin sürdüğünü, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bağımsızlığını ve kurumsal yapısını güçlendirici düzenlemelerin yer almadığını ifade etti. Gerçeker, şunları kaydetti:

"Bu hususlar taslağın amacı olarak belirtilen yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi ve tarafsızlığının geliştirilmesi düşüncesi ile de çelişmekte aksine bunları daha da zayıflatıcı bir nitelik taşımaktadır.

Yapılmak istenilen bu düzenlemelerle yürütme erkinin, yasama erkindeki etkinliğini de kullanarak, yargı erki üzerindeki etkinliğini arttıracağı muhakkaktır. Tüm olumsuz koşullara rağmen, yargı görev ve yetkisini özveri ile yerine getiren yargıç ve Cumhuriyet savcılarının yaptıkları görevi takdirle karşılamak ve değerlendirmek suretiyle, özlenen yargı hizmetinin sunulamamasının nedenlerini isabetle saptamak ve diğer erklerin yetkileri kapsamında bulunan olanaklarla bu eksiklikleri gidermek gerekirken, karşılaşılan olumsuzlukların yegane sorumlusu yargı mensupları imiş gibi bir izlenim yaratacak düşünceler ortaya konulmuş olmasının da kabul edilebilirliğinin bulunmadığı çok açıktır.

Esasen bu değişiklikler gündeme getirilirken ilgili kurumların görüşlerinin öncelikle alınması ve bu görüşlere yeterince değer tanınması da gerekirdi. Böyle yapılmadığı takdirde uygulamada yoğun sıkıntılar yaşanılmasının kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkacağı muhakkaktır."

Yargının sorunları

Yargının sorunlarına da değinen Gerçeker, "Bütün olumsuzluklara rağmen, tüm yargı mensupları büyük bir özveri ile adalet hizmetini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışırken, yargının hiç de hak etmediği bir takım haksız eleştiri ve ithamlarla karşı karşıya kalması, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığını savunmanın dışında bir düşüncesi bulunmayan bizleri fazlasıyla üzmektedir" dedi.

Herkese, toplumun her kesimine gerekli olan bu ilkelerin zedelenmesinin, geriye itilmesi herkes için bütün toplum için zarara neden olacağını, hukuk devleti olgusunu da temelden sarsacağını vurgulayan Gerçeker, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Yaşanan son olaylar, hukuk devleti ilkesinden uzaklaşmanın yarattığı boşluğun mafya türü çeteleşmelerle nasıl doldurulduğunu çok açık bir biçimde göstermiştir.

Devleti kurtarma düşüncesi ile olsa bile yanlışı yanlışla düzeltme olgusunun topluma ne denli zarar verdiği de bu olaylarla açıkça ortaya çıkmıştır. Kimin suçlu, kimin suçsuz olduğunu tespit etmek ve suçlu görülenlere yasaların öngördüğü yaptırımları uygulamak yargıya ait bir görevdir.

Herkesin, hukuk devleti olmanın doğal sonucu olan bu kurala saygılı olması gerekir. Dilerim ki mümkün olan en kısa sürede, hukuki süreç içinde, yanlışlar doğrular birbirine karıştırılmadan, hukuk siyasallaştırılmadan, yargılama tamamlanarak, gerçek ve doğru bir çözüme ulaşılır, gerçek suçlular cezalandırılır. Böylece hukuk devleti olmanın hukukun üstünlüğü ilkesinin anlamı bir kez daha ortaya konulmuş olur.

Burada şunu da belirtmek isterim ki; elbette herkes gibi, her kurum gibi, ne kadar sorunu olsa da yargı da eleştirilebilir. Yanlış görülen kararları tartışılabilir. Ancak, bu eleştiriler demokratik anlayış içerisinde, hakaret ve iftira boyutuna varmadan iyi niyetli ve yapıcı yönde olmalıdır."

Basına da seslenen Gerçeker, kurumlar ve bireyler arası iletişimi sağlamanın, belirli konularda sağlıklı bir biçimde onları bilgilendirmek suretiyle toplumun gelişmesine, çağdaş ülkeler seviyesine ulaşmasına katkıda bulunmanın, basının temel görevi olduğunu vurguladı. Yanlış görülen her şeye basın yolu ile de eleştiri getirilebileceğini belirten Gerçeker, şöyle konuştu:

"Ancak ne yazık ki yazılı, işitsel ve görsel basınımızın az da olsa bir kısmı tarafından gerek yargıya gerekse toplumun temel taşları olan başka kurumlara yönelik çok haksız, yersiz, iftiraya, suç isnadına varan Cumhuriyet'in temel ilkelerine ve değerlerine aykırı nitelikte, Ceza Kanunu'nda, Basın Kanunu'nda açıkça suç sayılan, adil yargılamayı etkilemeye, hazırlık soruşturmasının gizliliğinin ve yayın yasağının ihlaline yönelik maksatlı yayınlar yapıldığı görülmektedir.

Gönül arzu eder ki bu yanlış davranışlar en kısa sürede sona ersin, demokratik tartışma ortamında doğrular, yanlışlar gerçekçi bir biçimde ortaya konulsun, devletin, toplumun birliğimizin, bütünlüğümüzün güvencesi olan temel kurumlar, bireyler yıpratılmasın. En içten dileğimiz budur."

"Her organ, yetkisini, yasaya uygun şekilde kullanmalı"

Konuşmasıdna kuvvetler ayrılığı ilkesine de değinen Gerçeker, "Anayasal demokrasi demek sınırlı devlet, yani siyasal iktidarın birey hak ve özgürlükleri lehine sınırlandırılması demektir. Yasama, yürütme ve yargı erkinin birbirinden bağımsız olması, iktidarın anayasal çerçeve içinde kullanılması ve paylaşılması amacıyla olup, bu organların birbirlerine üstünlüğü anlamında değildir" diye konuştu.

Her organın kendisine verilmiş yetki ve görevleri Anayasa, yasa ve hukukun üstünlüğü kurallarına uygun şekilde kullanmak zorunda olduğuna işaret eden Gerçeker, şunları kaydetti:

"Aksi yaklaşımlar, yasama organında çoğunluğa sahip bulunan ve aynı zamanda yürütme erkini de elinde bulunduran siyasal gücün, bir yandan yasaları yürürlüğe koyarak, diğer yandan ise devleti yöneterek toplum düzenini, örgütlü çıkar çevrelerinin hizmetinde bir totaliter sisteme, demokrasinin kendisiyle özdeşleştirilme noktasına kadar varan sınırsız bir iktidar anlayışına götürme tehlikesini oluşturmaktadır. Bunun sonucu olarak da bireysel özgürlük ilkesinden uzaklaşılarak, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ideallerinden de vazgeçmemiz gerekecektir. Demokrasiyi, çoğunluğun herhangi bir konu üzerindeki iradesinin sınırsız olduğu bir yönetim biçimi olarak gören bir düşünceyi kabul etmek mümkün değildir."