Doğrudan dış yatırımlarda beklenen hedefler gerçekleşti mi?
B. ALİ EŞİYOK / Türkiye Kalkınma Bankası Kıdemli Uzman İktisatçı
İktisat kuramında direkt dış yatırımların (foreign direct investment) önemi üzerinde durulmakta, direkt dış yatırımların ekonomik büyüme başta olmak üzere, teknolojik gelişmeye ve istihdama katkısı vurgulanmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde, 1950’li yıllarda (kalkınma iktisadının altın çağında) Nurkse, Rodan gibi kalkınma iktisadının kurucu isimleri gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarının sanayileşme/kalkınma için yeterli olmadığını belirterek, dış kaynakların (dış tasarrufların) kalkınmadaki işlevine dikkat çekmişlerdir.
Türkiye 1980 yılında 24 Ocak Kararları ile dışa açılırken, her türlü sermaye girişlerini özendirmeye yönelik kurumsal ve hukuki düzenlemelere gitmiştir. 1980 yılında Yabancı Sermaye Koordinasyon Derneği’nin (YASED) kurulması ile en temel önceliklerden birisinin yabancı sermayeyi çekmek olduğu ortaya konmuştur. Bu öncellik ne kadar gerçekleşmiştir?
Türkiye’nin dünya doğrudan dış yatırımlarından aldığı payı ve DDY’lara ilişkin seçilmiş oranları gösteren Tablo incelendiğinde, Türkiye’nin doğrudan dış yatırımlarından aldığı payın son derece yetersiz kaldığı izlenmektedir. Buna göre 2008 yılında Türkiye’nin dünya toplam dış yatırımlarından aldığı pay %1.1 iken, 2009 krizinin etkisiyle %0.7’ye düşmüş, izleyen yıllarda gerçekleşen ılımlı artışa karşın 2013 yılında %0.9 gibi düşük bir oranda gerçekleşmiştir. Diğer taraftan UNCTAD’ın en son yayınladığı Dünya Yatırım Raporu’na göre, Türkiye en fazla dış yatırım çeken ülkeler arasında 22. sırada yer alırken, gelişmekte olan ülkeler arasında ise 11. sırada yer almıştır. Hiç kuşkusuz bu sonuç tüm liberalizasyon ve küreselleşme söylemlerine karşın Türkiye’nin direkt dış yatırımlar açısından cazip bir ülke olmadığını, uluslararası sermaye ihraç eden ülkelerin Türkiye’yi hala çekici bir ülke olarak görmediklerini ortaya koymaktadır. Gelişmekte olan büyük ekonomiler arasında yer alan Brezilya’nın 2013 yılında 64.045 milyon dolar, Meksika’nın 38.286 milyon dolar ve Çin’in 123.911 milyon dolar doğrudan dış yatırım çektiği göz önüne alınırsa, Türkiye’ye gelen doğrudan dış yatırımların yetersiz olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Doğrudan dış yatırımlar analiz edilirken, gelen doğrudan dış yatırımlar yanında, çıkan doğrudan dış yatırımların da hesaba katılması gerekir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, doğrudan net dış yatırımların 2008-2013 arasında 7.561 milyon dolar azaldığı izlenmektedir. Diğer taraftan çıkan doğrudan dış yatırımların giren doğrudan dış yatırımların yüzde kaçına tekabül ettiği incelenerek, çıkan sermayenin oransal önemi de ortaya konabilir. Buna göre, 2008 yılında çıkan DDY’ların giren DDY’lar içerisindeki payı %12.9 iken, 2013 yılında %24.2 oranına yükselerek önemli ölçüde arttığı izlenmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye ekonomisinde işgücü maliyetlerini görece yüksek bulan ve yatırım ortamında rahatsız olan sermaye, ücretlerin ve diğer girdilerin göreli olarak düşük olduğu ülkelere yönelmekte bu da sermaye çıkışını hızlandırmaktadır.
Bilindiği üzere doğrudan dış yatırımlar “borç yaratmayan” sermaye girişleri niteliği taşıdığından, cari açığın finansmanında daha sağlıklı bir finansman biçimi olarak görülmektedir. Ancak, doğrudan dış yatırımların uzun erimde cari açık üzerinde beklenen pozitif etkilerinin gerçekleşmesi için doğrudan yabancı yatırımların ekonominin üretken sektörlerinde yoğunlaşması gerekmektedir. Başka bir deyişle, giren sermayenin ekonominin sabit sermaye stokunun genişlemesine katkı yapacak nitelikte yatırımlar olması gerekir. Bu bağlamda doğrudan dış yatırımların ana sektörler itibariyle gelişimi incelendiğinde, ekonominin sabit sermaye stokunun genişlemesinde en temel role sahip imalat sanayine yönelik doğrudan dış yatırımların son derece cılız kaldığı, doğrudan dış yatırımların ağırlıklı olarak hizmet sektörüne yöneldiği izlenmektedir: 2013 bulgularına göre imalat sanayinin doğrudan dış yatırımlar içindeki payı %21.5 iken, hizmetler sektörünün payı %52.6 oranında gerçekleşmiştir. Diğer yandan gelen dış yatırımlar yeni sabit yatırımlar yapmak yerine, özelleştirme yoluyla kurulu tesisleri satın almakta, bu da doğrudan dış yatırımlardan beklenen amacın gerçekleşmesini engellemektedir.