Ekonomik ajanların beklentileri
OTOSTOP / Gültekin Kara
İktisat Fakültesi’ne girip, iktisata ilişkin aldığım ilk derste dikkatimi çekmişti, “ekonomik ajanların beklentileri” deyimi. Tabii, o yaşlarda herkeste bol bulunan “yaratıcı zeka” ile aklımıza ilk gelen James Bond ve bildiğimiz diğer ajanların isimleri ile çeşitli espriler patlatmıştık. Hocamız da önce sabırla dinlemiş ki kendisi tahminim yıllardır bu ve buna benzer esprilere bağışıklık kazanmıştı, daha sonra da bize “Buradaki ajanlar, siz, anne-babanız, kardeşiniz, alışveriş yaptığınız bakkal, bindiğiniz taksinin şoförü, yani bu topraklardaki 60 milyon kişi” demişti.
O tarihlerde globalizm lugatlara girmeye başlasa da internet gibi bilgi teknolojileri daha yeni ortaya çıktığından ışık hızındaki sermaye hareketleri henüz başlamamıştı. Dolayısıyla ABD’li ya da Fransız ajanlar ekonomiyi çok etkilemiyordu. Dolayısıyla bir anlamda kendi krizimizi kendimiz yaratıyorduk.
“Durumlar karışık, berbere gitmeyeyim, param cebimde kalsın” dediğimiz zaman, “berberin çırağına verdiği haftalığı” etkiliyorduk. Oysa bugün satın aldığımız/almadığımız her ürün,
tüm dünyada istatistiklere yansıyor. Hele konu otomotiv olunca, Türkiye’deki iç pazarın daralması, ABD’de, Japonya’da, Avrupa’da yüz küsür katlı binalardaki yöneticilerin yüreğini hoplatıyor. Aynı şekilde, İspanya’nın Bask Bölgesi’ndeki çiftçi arabasını yenilemese, bizim Gölcük’teki işçinin maaşı tehlikeye giriyor. Ki son zamanlarda olan da aynen bu.
Türkiye’de iç pazar durumu idare etse de dünya kelimenin tam anlamıyla çöktü. Türkiye’de benzer bir çöküş olur mu? Bu sorunun cevabı yine tüketicinin güven duygusuna bağlı gibi. Peki, bilginin bu kadar hızlı yayıldığı bir ortamda, tüketicinin ya da ajanların beklentilerini olumlu yöne yönlendirmek mümkün mü?
Autoshow’da kimle konuşsak, yukarıda soruları veya benzerlerini yönelttik. Herkes, önce krizin önemine dikkat çekti, sonra da ya “Paniğe gerek yok, kötümserliğe gerek yok” dedi, ya da “Acil önlemler alınmalı, bu dalga kötü” yorumunu yaptı. İyi de tüm dünyada, tüm haberlerde ekonomik kriz başrolü oynarken, tüm yöneticiler ellerindeki “hormonlu telefonlarla” ABD piyasasını, AB’yi, Hong Kong’u takip ederken ve tüm bu haberler herkes tarafından okunurken, “İyimser olalım” demeçleri kafalarda yer alan soru işaretlerine derman olacak mı?
Ülke batıran bir krizden bahsediyoruz. Hoş VW Golf lansmanı için gitmiştim İzlanda’ya. Nüfusu, bizim mahallenin üç-beş katı kadar bir yer. Öğlen saatinde Taksim Meydanı’nda daha fazla insan
bulursunuz ya neyse...
Adı üstünde İzlanda, koca ülke...
Şimdi ülke batıran bir krizin ülkemizi etkilemeyeceğini savunmak, iyimserlik propagandası yapmak mı doğru, yoksa felaket tellallığı yapmak mı...
Bu sorunun net bir cevabı olduğunu sanmıyorum. Ama ortada bir gerçek var, o da bizim bu soruya vereceğimiz kişisel tepkinin, ekonominin geleceğini etkileyeceği...
Zira, farkında olmasak da hepimiz birer ajanız.