İş çevrelerinde hakim olan bıkkınlık ve isteksizlik sona ermeli
Dr. İzel LEVI COŞKUN / SMMM
1972 yılında MIT’den 3 bilim insanı küresel üretim ve dünya kaynaklarının tüketimi konusunu bilgisayar destekli bir model ile incelediler. ”Büyümenin Sınırları” adlı bu çalışmada, nüfus artışı, tarımsal faaliyet, doğal kaynakların bulunabilirliği, endüstriyel faaliyet ve kirliliğin, ekonomik büyümeyi sınırlandıran beş temel faktör olduğu varsayımından yola çıkarak sürekli bir ekonomik büyümenin dünyayı felakete sürükleyebileceğini gösterdiler. 2004 yılında güncellenen bu çalışma 30 yıllık bir aradan sonra yapılan tespitlerin ne kadar doğru olduğunu ve kaynak kullanımının nasıl bir seviyeye geldiğini gözler önüne serdi. Buradan konuyu sürdürülebilir büyüme ile sürdürülebilir kalkınma arasındaki farka ve Türkiye’nin hali hazırdaki ekonomik durumuna taşımak istiyorum.
Mart ayı itibarı ile açıklanan sanayi üretimi artışı her ne kadar Ocak 2014 sonucunu gösteriyor olsa da 2014 yılının ilk büyüme sinyali olması yönünden önem taşıyor. 2013 yılı Ocak ayında 5.8 milyar dolar düzeyinde bulunan cari açık ise bu yılın ocak ayında 4.8 milyar dolara gerilemiş durumda. TL’nin değer kaybetmesi ve ekonominin biraz yavaşlamasının, ihracatın ithalattan daha hızlı artması ile birlikte cari açığı düşüren etkide en büyük paya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Tabi burada yavaşlama derken 2013 Ocak ayı ve 2014 Ocak ayı karşılaştırıldığında, ekonomiye sermaye girişindeki azalma da göz önüne alınırsa, işletmelerin mevcut durumdaki ihtiyatlı yaklaşımlarının sermaye girişini daha da azaltacağı öngörülebilir. Bugünlerde bildiğiniz gibi hepimiz seçime odaklanmış durumdayız. Piyasada gördüğüm kadarı ile alacakların devir hızı iyice düşmeye başladı. Şirketlerde ciddi tasarruf önlemleri alınmaya çalışılırken, özellikle döviz cinsinden borcu olanları zorlu günler bekliyor. Yeni kurulan girişimci işletmeler hariç, işe alımlarda genel bir durgunluk hali mevcut.
Sürdürülebilir kalkınma “bugünün ihtiyaçlarını gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama kapasitesinden ödün vermeden karşılamak” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanım geleceği düşünmek, uzun vadeli planlar yapmak, kaynakları tasarruflu kullanmak, sadece kendi çıkarını değil bağlı bulunduğu sistemdeki tüm paydaşların çıkarını düşünmek gibi olguları bir araya getirmektedir. Bu açıdan bakıldığında ve büyümenin bir sınırı olduğu gerçeği kabul edildiğinde, aslında sürdürülebilir büyüme yerine kullanılması gereken kavramın sürdürülebilir kalkınma olduğu fark edilecektir. Sürdürülebilir kalkınmanın bir diğer unsuru da ekonomik getirinin sosyal ve çevresel etki ile dengelenmesine dayanır ki, bu da ekonomiyi etkileyen her adımda, bu adımın sosyal ve çevresel sonucunun da ne olacağının hesap edilmesi anlamına gelir.
Dünyada çok ciddi değişikliklerin yaşandığı son 10 yılda kendi ülkemize dönüp baktığımızda, Kemal Derviş’ten miras kalan ekonomik önlemlerin uzun bir süre devam ettirildiğini, özelleştirmeler ve ekonomik istikrar dolayısı ile ekonomiye giren sıcak paranın ise daha çok inşaat sektöründe ve ithalata dayalı üretimde kullanıldığını görmekteyiz. Bu arada büyüyelim derken cari açığımızı katladık, tasarruflarımızı ise 80’li yılların öncesindeki oranların bile altına çektik. Devlet borçlarımızı temizledik ancak özel sektör ve hane halkı borçlanmalarında rekor kırdık. Katma değerli ürün ve hizmetlerde gerekli aşamayı kaydedemedik. İstihdamın en büyük destekçisi olan girişimcilik konusunda ciddi mesafe kat edip, melek yatırımcılık sisteminin önünü açıp, patent sayılarımızı bir hayli arttırmış olsak da, gelişmiş ülkelerle aramızdaki oransal farkı ne yazık ki henüz kapatamadık. Reform niteliğinde çıkartılan Türk Ticaret Kanunu’nu birçok yönden traşlayarak istenen seviyede etki yaratmasına engel olduk. Bu dönemde birçok eğitim kurumu ve üniversite açtık ancak eğitim düzeyinde ve yazılan kaliteli makale sayısında aynı artışı şimdiye kadar yakalayamadık. Yenilenebilir enerjilerde özellikle güneş enerjisi konusunda geç kaldık, arada da fosil yakıt kaynaklı ürünlere daha da bağımlı olduk. Küresel ısınma ve kuraklık tehlikesine karşı gerekli önlemleri almadık. Kısmen özel sektör ama özellikle devlet sektörü, kurumsal yönetimin ana ilkeleri olan, adil yönetim, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkelerinin uygulamasında ne yazık ki çağdaş örneklerin çok gerisinde kaldı. Kayıt dışı ekonomi ile mücadelede epeyce yol aldık. AB görüşmelerine hızlı başladık ancak, birçok konuda süreçleri tamamlayamadık. Sonuç olarak, ekonomiye geri dönersek, iç ve dış ekonomik göstergeler doğrultusunda kırılgan ülkeler sınıfına dâhil edildik.
Peki, ne yapmak lazım?
Öncelikle tabi ki morallerin düzelmesi gerekiyor. Zira iş çevresinde hâkim bir bıkkınlık ve isteksizlik seziyorum. Hızlı bir şekilde tasarrufa yönelmemiz ve evlerimizdeki yalıtımdan, toplu taşıma araçlarının kullanımına, geri dönüşümden, karbon ve su ayak izimize kadar toplumsal olarak bilinçli yaşamayı, işletmelerimizde süreçlerden enerjiye kadar mümkün olan her konuda tasarruf yapmayı milli bir politika haline getirmemiz, tüketim yerine tasarrufu teşvik edici söylemler yaratmamız gerekiyor. Eğitim alanındaki yatırımların STEM (fen, teknoloji, mühendislik, matematik) alanında gelişimini desteklemeliyiz. Girişimcilik ve özellikle sosyal ve çevresel boyutun desteklendiği bir sürdürülebilir girişimcilik (sustainoprenurship) altyapısının yaratılabilmesi için hem ulusal hem uluslararası düzeyde üniversite, sanayici, sivil toplum kuruluşu ve devlet işbirliği sağlanmalı, fikirden işletme boyutuna kadar tam kapsamlı bir ekosistem oluşturulmalıdır. İnovasyona ve katma değeri yüksek üretime yönelik yatırım yapılmalı, açık inovasyon gibi yaklaşımların önü açılmalıdır. Sadece söylemde değil üniversitelerin sanayi ile gerçekten işbirliği yapabileceği, gerektiği yerlerde öğretim üyelerinin şirket kurabileceği, öğrencilerine yatırım yapabilecekleri bir altyapı sağlanmalıdır. Bunlar benim aklıma gelen öncelikli konular. Ancak belki de bunların en başına koymamız gereken demokrasi, hukuk, insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi sosyal faktörler de ekonominin başarıya ulaşabilmesi için olmazsa olmazdır. Bu konularda belli bir seviyenin üzerine çıkılmadığı sürece, moraller de ne yazık ki hiç düzelmeyecektir.
Özetle ekonomiyi tek başına ele alıp sadece parasal getiri ile ölçmek yerine, ekonominin bağlı bulunduğu sosyal ve çevresel faktörleri de değerlendirip, tümünü bütünleşik olarak ele alarak uzun vadeli planlarla hareket etmenin gerekliliğini vurgulamak istiyorum.
En azından daha sürdürülebilir bir gelecek için TEMA Vakfı’nın tüm belediye başkan adaylarına çağrıda bulunarak yayınladığı bildiride bahsi geçen, tarım arazilerinin, doğal ve kültürel kimliklerin, yeşil alanların ve çevrenin korunması, atık yönetiminin sağlanması, iklim değişikliğine uyum sağlanması, sürdürülebilir ulaşımın ve kentsel altyapının geliştirilmesi, kentlerin sağlıklı gelişmesi, paydaşların karar süreçlerine aktif katılımının sağlanması, kırsal kalkınmanın desteklenmesi ve ekolojik okur yazar belediyelerin oluşturulması konularına dikkat edilmesinin ülkemizde sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasında çok önemli bir adım olacağına inanıyorum.
(1) TheLimits to Growth: A Report for the Club of Rome’s Project on the Predicamant of Mankind, Donella Meadows, Dennis Meadows, Jorgen Randers, Universe Books, 1972