İstihdam için rekabetçi üstünlük ve tarım

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Emre GÖLLÜ / Kimya Yük. Müh

Toplumumuzun adeta kanayan yarası olan istihdam sorunundaki kök nedenlerden birini ülkemizin rekabetçi bir üstünlüğünün ortaya konulamaması olarak tanımlıyorum. Avrupa ve dünya geneline baktığımızda, son yıllarda Türkiye'nin rekabetçi üstünlüğü olarak yüzde yüz tanımlayabileceğimiz, adı ülkemiz ile özdeşleşmiş bir sektörü belirtemiyorum. Oysa ki komşumuz Yunanistan ile denizcilik, İngiltere ile dokuma, Almanya ile kimya, İsviçre ile ilaç, saat ve çikolata, Japonya ile elektronik, İtalya ile konfeksiyon sektörleri özdeşleşmiş, bu ülkeleri marka haline getirmiş durumdalar.

Bu durum değerlendirildiğinde, Türkiye ile özdeşleşebilecek ve Türkiye'nin rekabetçi güce sahip küresel bir marka olmasını sağlayacak en büyük sektör adayını, "tarım" olarak görüyorum. Yıllarca dünya üzerinde tarımsal üretimi kendi kendine yetebilen ender ülkelerden biri olmasıyla övündüğümüz ülkemiz, içinde bulunduğumuz dönemde bu özelliğini yitirse ve tarım ürünleri ithalatı tırmanışa geçse de bunun bilinçli gelişim politikalarının uygulanmamasından kaynaklandığına inanıyorum. Ülkemizde hâlâ kara sabanla tarım yapılan bölgeler var, ne acıdır ki, bundan dolayı da bazı çevrelerde tarımla uğraşmanın bir geri kalmışlık ölçüsü olarak vurgulanmaya çalışıldığını görüyoruz. Tarımla uğraşanların nüfus içindeki payı bu kadar yüksekken ülkemizin kalkınamayacağı görüşünü savunanlar, bu yargıya varırken AB üyesi ülkeleri kıstas alıyorlar ama kanımca ivedi bir sonuca varmadan hem dünyadaki genel durumu hem de toplumumuzun içindeki kronikleşen istihdam sorununu değerlendirmekte fayda var.

İçinde bulunduğumuz yüzyılın ortalarına doğru, gelişmiş ülkelerin dünyadaki nüfus artışına bağlı gıda talebini karşılayamayacakları öngörülüyor. Dünyayı besleyebilecek tarım kapasitesine sahip ülkeler, Türkiye ile birlikte Çin, Hindistan, Brezilya ve Arjantin olarak belirtiliyor. Bu ülkelerin içerisinde, ilk bakışta, dünyadaki gıda talebini karşılamada öne çıkabilecek iki aday Brezilya ve Türkiye olarak karşımıza çıkıyor.

Tüm bu gerçeklerin ışığında, gelişme için sadece sanayinin belli kollarına bağlı kalınmaması gerektiği, rekabetçi üstünlüklerin öncelikli olarak belirlenmesi ve bunların geliştirilmesine bağlı olarak istihdam konusunda da olumlu aşamalar kaydedilebileceği, bu noktada da ülkemizin büyük potansiyele sahip olduğu tarım sektörünün iyileştirilip geliştirilmesi ve bunun kapsamına hayvancılığın da dahil edilmesinin ülkemiz için bir çıkış noktası olacağı inancındayım. Uygulamada insan gücü bakımından, yıllara dayanan bir kanayan yara durumundaki ziraat mühendislerinden yerel ölçekli projelerle çiftçiyle birebir çalışmaları ve çiftçiye teknik destek vermeleri konusunda yararlanılabileceğini ve böylelikle dolaylı olarak istihdam sorununa da bir çözüm yolu getirileceğini düşünüyorum. Şunu unutmamamız lazım ki, istihdam sorununu bu boyuta getiren önemli etkenlerden biri de ülkemizde sanayileşmiş bölgelere yapılan göç değil midir? Göçe sebep olan temel unsur, göç eden insanlarımızın ekecek topraklarının ve yetiştirecek hayvanlarının bulunmamasıdır. Bu durumda onlar da şanslarını başta büyükşehirler olmak üzere sanayileşmiş bölgelerde "ne iş olursa yaparım" yaklaşımıyla aramaktadırlar. Tarımsal işgücü toplam işgücünün yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır ve bununla birlikte, tarım sektörü gizli işsizliğin olduğu en önemli alandır, yani istihdam sorununun hem diğer bir boyutu hem de bir çözüm yolu aslında tarım sektörünün içinde yer almaktadır. Sorunu derinleştiren gizli işsizlik tehdidinin hangi süreçlerle bir istihdam fırsatına dönüştürülebileceği ivedilikle planlanmaya başlanılmalıdır. "Köylü milletin efendisidir" sözü Ulu Önder Atatürk'e ait, bunu onun ilkelerini temel alarak günümüze uyarlayıp "Köylümüzün, çiftçimizin ürettiği, bizim gücümüzdür" şeklinde ifade etmenin zamanı geldi de geçiyor bile.