Olası İsrail-İran askeri çatışması ve Türkiye

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Cenk SİDAR / SGA Şirketi Yöneticisi

Bütün diplomatik çabalara ve ekonomik/mali yaptırımlara rağmen geçtiğimiz hafta açıklanan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) raporunda İran'ın nükleer programının güçlenerek devam ettiğinin belirtilmesi, uzun zamandır konuşulan İsrail'in İran nükleer tesislerine saldırma olasılığını ciddi bir makro küresel risk haline getirdi. Üst düzey İsrailli yetkililerin son haftalarda verdiği demeçlerdeki sert ifadeler, jeopolitik konjonktürün uygunluğu, ve İran`ın nükleer programının detayları askeri operasyon olasılığının arttığını gösteriyor. Suriye krizi, küresel ekonomideki durgunluk ve önümüzdeki ABD başkanlık seçimleri gibi faktörler dikkate alındığında, böyle bir gelişmenin küresel olarak ciddi ölçüde olumsuz politik ve mali sonuçlara yol açacağını iddia edebiliriz.

İran'ın nükleer programı konusundaki niyetiyle ilgili kafalarda hala soru işaretleri mevcut. Tahran'ın nükleer görüşmelerdeki isteksizliği ve sivil teknoloji geliştirmesinin önünü açacak yapıcı teklifleri kabul etmemesi, kamuoyunun şüphelerini haklı çıkarır nitelikte. İran rejimi, ekonomik anlamda yaptırımlardan gördüğü büyük zarara rağmen, nükleer politikasında herhangi bir değişikliğe gitmedi. Bunun da en önemli sebebi İran rejiminin önünde Kuzey Kore ve Irak gibi iki somut örneğin bulunması. Irak bölgesel güç olma iddiasındayken nükleer silah üretmeyi başaramadı ve askeri bir müdahale ile devrildi. Kuzey Kore ise faşist yönetimi ve bölgedeki saldırganlığına rağmen nükleer kapasiteye sahip olduğu için dokunulmazlık kazanmış durumda. Ortadoğu'da uluslararası hukuka aykırı olarak İsrail'in nükleer silaha sahip olması ve bu iki somut örnek İran yönetiminin rejiminin geleceğini nükleer silah geliştirmeye bağlı olarak görmesine neden oluyor.

İran'ın nükleer programının teknik detayları ve zamanlama faktörü de bu kararın alınmasında en fazla göze alınacak noktalarından bir tanesi. İsrailli üst düzey yetkililerin son demeçlerinden zamanın daraldığı yönünde mesajlar geliyor. Askeri uzmanlara göre İsrail saldırı için yeni yıla kadar beklerse, doğrudan bir sonuç elde edemeyebilir. Bunun da sebebi nükleer programın gelişim hızı. İran, Kum yakınlarındaki Fordo tesislerindeki çalışmalarını her geçen gün daha derine indiriyor ve bu, İsraillilerin olası hedeflerinin yerini kesin olarak belirlemesini gittikçe güç hale getiriyor.


Sadece birkaç ay sonra İsrail'in askeri kapasitesi yeraltındaki tesisleri etkisiz hale getirmek için yeterli olmayacak, bu askeri misyonu yerine getirmek için ABD'nin askeri desteğine ihtiyaç duyacak. Bu desteği alıp alamayacağına emin olamayan Tel Aviv halen İran'ın nükleer programına tek başına önemli düzeyde zarar verme olanağı varken düzenlenecek saldırının yararlarını ve risklerini hesaplama aşamasında.

İsrail, kuşkusuz bu tür bir saldırıyı, ABD'nin onayını alarak gerçekleştirmeyi ve meşrulaştırma yönünde adım atmayı tercih edecektir. Ancak Obama ve Netanyahu, İran'a yapılacak doğrudan bir saldırı konusunda ciddi görüş ayrılığı içerisindeler. ABD'nin seçim döneminde yapılacak bir saldırıya yeşil ışık yakmayacağı ya da kendilerine destek olmayacağı çok açık. Bunun da en önemli sebebi ekonomide yaşanacak ciddi sıkıntılar. Netanyahu'nun kendi başına hareket etme konusundaki ısrarcılığı Beyaz Saray'ı ciddi şekilde endişelendiriyor, İsrail'in bu tavrını ABD seçimlerine etki etme projesi olarak görüyorlar. İsrail'in seçim döneminde hareket ederek Obama'nın seçilme şansını zora sokacağını ve sadece birkaç ay önce İsrail'i ziyaret eden Romney'in önünü açacağını da hesapladıkları konuşulan senaryolar arasında.
İsrail saldırısını muhtemel kılan diğer bir etken ise Ortadoğu'daki ve küresel jeopolitik dengelerdeki konjonktür. İran'ın bölgedeki güçlü müttefiki Suriye, önemli bir iç savaş yaşıyor ve olası bir askeri saldırıda İran'ı desteklemesi mümkün değil. İran da tek başına yaşanacak bir saldırı sonucunda ciddi bir yanıt verecek askeri kapasiteye sahip değil. Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler de Suriye krizine büyük ölçüde müdahil olmuş durumda ve İsrail'in olası saldırısına karşı çıkacak ya da müdahale edecek durumda değiller. Bütün siyasi ve diplomatik sermayelerini Suriye'ye yatırmış durumdalar. Beyaz Saray başkanlık seçimleri ve devam eden ekonomik krizle meşgul. Avrupa ise borç krizi başta olmak üzere tamamen kendi ekonomik problemlerine odaklanmış durumda. Ortaya çıkan bu küresel güç boşluğundan İsrail bir oldu-bitti yaparak yararlanmayı düşünebilir.

Bu tür bir saldırı İran nükleer programını kalıcı olarak sonlandırmasa da, nükleer silah düzeyine erişmesini bir süre daha erteleyeceği ve izolasyon ile ekonomik güçlüklerin sonucu olarak olası bir rejim değişikliği olasılığını doğuracağı düşünülüyor. İran rejimi devam ettikçe nükleer program da devam edecektir. Son dönemde İsraillilerin suikast operasyonlarına maruz kalmalarına rağmen halen İran`da nükleer enerji konusunda ciddi bir insan kaynağı, bilgi birikimi ve altyapı mevcut. Niyet ve kapasitenin devam ettiği sürece askeri müdahale ile çözüme ulaşılamayacağı, ve diplomatik çabaların gerekliliği de açık olarak görülmeli.

Bütün bu gelişmelerin ışığında saldırı ihtimalinin gerçekleşmesi durumunda Türkiye'nin alacağı pozisyon merak konusu. Keza Türkiye'nin İsrail ile olan ilişkilerindeki gerilim devam ederken, son dönemde Suriye ve İran'la da tansiyonu artmış durumda. Suriye iç savaşının gitgide içine batan Türkiye'nin önceliği tabiki İran meselesinin diplomatik platformda çözülmesi. Bunu İran konusunda Türkiye'nin 2010 yılında Brezilya ile yaptığı fakat başarısızlıkla sonuçlanan yapıcı ve olumlu teklif planında görebiliyoruz. Bugün ise durum epey farklı; Türkiye sadece birkaç yıl önce İsrail-İran gerginliğinde anlaşmaya aracılık etme konusunda bir potansiyele sahipti; ancak İsrail ile ilişkilerinin ciddi ölçüde gerilmesi ve daha önemlisi Ortadoğu'daki Sünni ve Şii çatışmasının parçası olan Suriye ve Irak gibi çatışmalarda çözüm unsuru olmaktan ziyade, taraf olmayı seçmiş olması, Türkiye'nin bu şansını kaybetmesine neden oldu. İhtiyatsız proaktivite Türkiye'nin bölgedeki yumuşak gücüne ve değerine darbe vurdu, ulusal güvenliğini ciddi ölçüde riske attı.
İran'a yapılacak bir İsrail saldırısı Türk hükümetini ve ülkenin ulusal güvenliğini oldukça zor duruma düşürecek. Bütün İsrail karşıtı retoriğine ve geçtiğimiz yıllardaki krizlere rağmen İran ve Suriye ile yaşadığı kriz nedeniyle İsrail'in yanında hareket etmeye mecbur kalacak. Bu AKP'nin iç siyasetteki inandırıcılığına ve tutarlılığına büyük zarar verecek. Davutoğlu yönetimindeki dış politikasının çelişkiler halkasına yeni bir halka ekleyecek. İran ve Suriye ile olan ilişkilerin daha da gerilip, karşılıklı çatışma riskinin artması da ciddi bir güvenlik riski yaratacak. İsrail saldırısının ihtimali artıkça, uluslararası kamuoyunun soğukkanlılığını koruması ve diplomatik bir çözümde ısrarcı olması şart; zira askeri çözümlerin faturası herkes için daha yüklü olacak ve sorunlar kalıcı olarak çözülmeyecek. Tarihsel ve jeopolitik avantajları nedeniyle belkide çözümün en önemli unsurlarından biri olabilecek Türkiye`nin mezhepsel ve etnik kimliklerin kavgalı olduğu Ortadoğu'da evrensel aydınlanmacı değerlerden değil, bu kimliklerden yana tavır alması hem Türkiye için hem de dünya için bir kayıp olarak görülmeli. Umarım bütün aktörler akl-ı selim hareket ederler ve küresel ölçekte yıkımın yaşanacağı bu çatışma müzakere ve ikna yoluyla engellenir.