Üç zorunluluk: Eğitim, Ar-Ge, tasarruf

SÜLEYMAN TUNÇ / Taraklı Termal Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

El aletleri üretiminden, büyük sanayi kuruluşlarına

Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi 100 yaşını doldurmak üzere. İzmir İktisat Kongresi(1) ile temelleri atılan yeni Türkiye ekonomisi, zaman zaman devletçi, zaman zaman da serbest piyasa ekonomisi uygulayarak ve birçok krizi derinden yaşayarak günümüze gelmiştir. Çok zorlu ve yıkıcı krizler, toplamsal işbirliği ve yardımlaşma ile aşılmış; fakat krizlerden yeterince ders alınmadan yola devam edilmiş, halk da ortaya çıkan krizleri –neredeyse- kanıksamış ve ülke vatandaşları üzerinde devamlı bir kriz paranoyası oluşmuştur. Ekonomik göstergeler iyi olduğunda dahi, bırakın yatırımcıyı tüketici bile hep bir krizi hesaba katmış; bu korku yatırımları geciktirmekle birlikte tüketiciyi yastık altı tasarruflara sevk etmiştir. 

Algıların yönetildiği, beklentilerin alınıp satıldığı günümüzde, kriz söylentilerinin yol açtığı olumsuz düşüncelerin neticelerini tahmin etmek zor değildir. Türkiye bu kriz paranoyasından son beş yılda epeyce sıyrılmış, milli gelirini arttırmış, alt yapıya yönelik büyük yatırımlar gerçekleştirmiştir. Bugün Türkiye ekonomisi bir dönemini tamamlamış, başka bir dönemin eşiğine dayanmıştır. 

Kişi başı milli gelir, 2003 yılından itibaren beş yıl süreyle hızlı bir artış gösterirken, 2008 sonrası bu hızını sürdürememiş, ‘orta gelir tuzağı’ ile karşı karşıya kalmıştır. Türkiye ekonomisi son beş yıldır ‘üst orta gelir’ grubundan yer almaktadır. Yapısal reformların yapılamaması, Malezya, Tayland ve Filipinler(2) gibi uzun bir müddet bizim de bu grupta kalmamıza yol açabilir.

(3) Dünya Bankası kişi başı mili gelir gruplandırması

Dünya Bankası kişi başı mili gelir gruplandırması    Dolar                          
Düşük gelir     0                      1.045   
Orta gelir        1.046               12.746 
Alt orta gelir   1.046               4.125   
Üst orta gelir   4.126               12.746 Türkiye 
Yüksek gelir   12.746             12747  

‘Orta gelir’, piyasada ve üretimde ‘fasonculuk’ olarak kabul edilmektedir. ‘Orta üst gelir’ düzeyi pratikte ‘kaliteli fason üretim ve düşük teknolojili yerli üretim’ demektir. 

Ülkemizdeki bankacılık sektörü 2001 krizi ile sağlam bir alt yapıya kavuşturulmuştur. 2002 yılında iktidara gelen tek parti yönetimi, içeride siyasi ve ekonomik istikrara yol açmış, ekonomideki moral değerlerini yükseltmiştir.

Dış politikada yürütülen ‘komşularla sıfır sorun’ çalışmaları, Afrika açılımı, Türk Hava Yolları’nın artan uçuş noktaları, hızlandırılan AB süreci ve Rusya’yla geliştirilen iyi ilişkiler, ülkemizdeki atıl üretim kapasitesini harekete geçirmiştir.

Bunun sonucu olarak; 2000 yılında 4 bin dolar olan milli gelir, önce 7 bin dolar seviyesine, 2007 sonrasında ise 10 bin dolar düzeyine yükselmiştir. 2008 yılında Amerika menşeli çıkan dünya krizi, Türkiye’nin milli gelirinde 2009 yılında bir düşüşe yol açsa da, 2010 yılında tekrar 2008’deki rakamlara ulaşılabilmiştir.

Yüksek kapasite kullanımı ve ek yatırımlar ihracat miktarımızı arttırmakla birlikte, ‘kilogram başı ihracat’ fiyatlarımız da kayda değer bir iyileşmeye yol açmamıştır. 2008-2014 yılları arasında 10 bin dolar bandına oturan kişi başı milli gelir, yıllık ortalama %1’lik(4) nüfus artışına yenik düşmemiş, fakat bu banttan da çıkamamıştır. ‘Orta gelir tuzağına’(5) sebep olan en önemli faktör, lisansa dayalı ve fason üretimdir. Ülke ihracatımızda en büyük paya sahip olan otomotiv sektöründe, ‘yüksek oranda ithalata dayalı üretim’ ve henüz daha yerli bir otomobilin geliştirilememiş olması bunun en somut örneğidir.

(6) Kişi başına düşen milli gelir                                                          

                        Yıllık ortalama nüfus (bin kişi)          Cari Fiyatlarla                        
                                   GHYS (milyon TL)    Kişi başına GSHY ($)            
2000                64.259 166.658.021    4.130   
2001                65.135 240.224.083    3.021   
2002                66.009 350.476.089    3.492   
2003                68.873 454.780.659    4.559   
2004                67.734 559.033.026    5.764   
2005                68.582 648.931.712    7.022   
2006                69.421 758.390.785    7.586   
2007                70.215 843.178.421    9.240   
2008                71.095 950.534.251    10.438 
2009                72.050 952.558.579    8.559   ORTA GELİR
2010                73.003 1098799348    10.022 TUZAĞI
2011                73.950 1297713210    10.466 ALANI
2012                74.855 1416798490    10.459 
2013                76.055 1565180962    10.807 

İhracatımızın ‘ithalata olan yüksek bağımlılığını’ düşündüğümüzde, ortaya çıkan dış ticaret açığını kapatmak için, önümüzde iki yol vardır. Birincisi, mevcut milli kaynaklarla ürettiğimiz ürünlerin alıcı bulabileceği yeni gelişen Afrika gibi pazarlara daha yoğun olarak arz etmemiz. İkincisi, ürettiğimiz ürünleri ‘katma değeri daha yüksek’ hâle getirip, kilogram başı daha fazla girdi sağlamamız. Afrika gibi pazarlara daha fazla arz sunmak ilk bakışta kulağa hoş gelebilir. Fakat Afrika’nın talebini satın alma gücüyle destekleyememesi ciddi bir dezavantajdır. En kalıcı yöntem ‘katma değeri yüksek’ ürünler üretip, gelişmiş pazarlara daha fazla bedellerle ihraç etmektir. Bu da ülkemizin artık ‘fasonculuk’ ve ‘lisansa dayalı üretimden’ vazgeçip, ‘özgün ürünleri’ ve markaları oluşturmasından geçmektedir. 

2023/Cumhuriyetin 100. Yılı hedefleri arasında yer alan 500 milyar dolarlık ihracatın(7) , şu an ki mevcut yapı ile yakalanması durumunda dış ticaret daha fazla açık verecek; bu açık da hizmetler sektörüyle (turizm ve yurtdışı müteahhitlik hizmetleri) kapanamayacağı için, şimdilerde %5’ler (ki, uluslararası kuruluşlara göre %-5 kritik bir seviyedir.) düzeyinde seyreden ‘cari açık’ büyüyerek yeni problemler doğuracaktır. Artan cari açık daha fazla ‘sıcak paraya’ ihtiyaç duyacak, buna bağlı olarak faizler yükselecek ve henüz oluşan orta sınıf, kazanımlarını yavaş yavaş kaybedecektir. 

Türkiye turizmi, Yunanistan ve İspanya ile rekabet etmektedir. Bu ülkelerdeki konjonktürel dalgalanmaların etkileri göz ardı edilemez. Yine yurtdışı müteahhitlik hizmetlerimizin en büyük alıcıları arasında bulunan Irak, Libya ve nispeten Suriye’den en az beş yıllık bir süre uzak kalacağımız gerçeği, bu sektörün ivmesini yavaşlatacaktır.

Mevcut veriler üzerinden hareket ettiğimizde, tek çıkar yolun ‘katma değeri yüksek’ ve ‘marka ürünler’ ihraç etmekten geçtiği artık bilinen bir gerçektir. Bu süreç uzun bir yoldur. İhraç edilen her ürün aslında ülkede birikmiş olan bilgi birikimi ve teknolojik alt yapının nesnelleşmiş ve bir bedele dönüşmüş hâlidir. 

Geldiğimiz noktada şöyle bir problematikle karşı karşıyayız: Bu ‘katma değeri yüksek ve marka ürünler’ nasıl üretilebilir?

Bu soruya cevap ararken; karşımıza çıkacak ilk üç kavram, ilk üç faktör sırasıyla Eğitim, Ar-Ge ve Tasarruflardır.

Sadece bilgi birikimi olan iş gücü, ancak standart üretimler yapabilmekte, onu, yorumlayabilenler farklı ya da farklılaştırılmış ürünler elde edebilmektedirler. Farklı ürünler elde etmenin yolu Ar-Ge’den geçmektedir ve bu üretimlerin yapılabilmesi için gereken kaynak, ancak tasarruflarla elde edilebilir.

‘Daha iyi olmaya çalışmayan, iyi olarak da kalamaz.’ (Oliver Cromwell)

Ülkelerin en önemli kaynakları beşeri sermayeleridir. Beşeri sermayenin de en büyük gücü, sahip olduğu eğitimdir. Bu bağlamda Türk eğitim sistemi, bir an önce tek tip insan yetiştiriciliğinden ve özgür düşünceyi sınırlandıran yapısından vazgeçmelidir. Orta öğretim sınav sisteminde yapılmış olan değişiklikler, yeterli olmamakla birlikte uzun vadede olumlu neticeler verecektir. Yine aynı şekilde yükseköğretime geçiş sistemi de bir an önce çağdaş ve pedagojik normlara yükseltilmeli, öğrencilerin kaderleri üçer saatlik bir zaman diliminde belirlenecek hâlden kurtarılmalıdır.

Yükseköğretime geçiş sınav sorularının müfredata göre düzenlenmesi önemli bir iyileştirmedir. İlkokuldan başlamak üzere müfredat, hayatla eşgüdümlü olmalı, öğrencilerin ‘bu bilgiliyi neden öğreniyorum’ ve ‘ne zaman kullanabileceğim’ şeklinde ki sorularına net cevaplar verecek hâle getirilmelidir. 

1997 yılında çıkartılan yasayla(8) meslek liselerinin önünün kapatılması, teknik liseleri de telafisi çok zor olacak ölçüde etkilemiştir. Yaşadığımız dönem içinde teknik liselerin, eski tabiri ile meslek liselerinin itibarı yok hükmündedir. Bu liseler bir an önce itibarlarına kavuşturulmalı, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi kabiliyetli öğrencilerimiz bu alanlara yönlendirilmelidir. Bu okullara itibar kazandırmanın iki yolu vardır. Birincisi bölümlerine göre yükseköğretim kurumlarına geçişleri kolaylaştırılmalı ki kısmî olarak uygulanmaktadır. İkincisi ise piyasada istihdam sağlanırken ‘teknik lise diplomasının’ şart koşulmaya başlanmasıdır. Bu iki uygulama, teknik liseleri tercih eden öğrenci yapısını değiştirecek, okul süreci daha fazla piyasa ihtiyaçları temelinde değerlendirilecektir. 

Yeterli donanıma sahip ara elemanın olmaması, teknolojinin ve yeniliklerin üretim aşamasına geçişinde büyük bir engeldir. 

Üniversitelerde disiplinler arası geçiş ve işbirliği teşvik edilmeli, tek bir alanda uzmanlaşma saplantısına son verilerek meselelerin künhüne vakıf olabilecek bilim insanları ve araştırmacıların önü açılmalıdır.

Gerek ilk ve orta öğretim gerekse yükseköğretim acil olarak ezbercilikten kurtarılmalı, epistemolojik(9) ve ampirik(10) çalışmaların önü açılmalıdır.

‘Asıl pahalı olan vasatlıktır.’ (Tom Kelly)

Yenilikler ancak özgür düşüncelerden üretilebilir. Sınırlandırılmış düşüncelerin taklitten öteye geçmesi beklenemez. Türkiye ekonomisi bir eşiktedir ve bu eşiği atlaması için kullanabileceği en etkili silah Ar-Ge’dir. 

Türkiye’nin merkezi bütçeden Ar-Ge’ye ayırdığı pay bindelik oranlardan yüzdelik oranlara henüz geçmeye başlamış olup, 2013 yılında %1.28(11) olarak gerçekleşmiştir. Son on yılda Ar-Ge için yapılan harcamalar incelediğinde, bu rakamların kg başı ihracat bedellerinin artışından geri kazanıldığı görülmektedir. Türkiye’nin kg başı ihracat fiyatı son iki yıldır 1.5-1.7 dolar(12) bandında seyretmektedir. (Almanya’da bu bedel 2012 yılında 4.1 dolardır). Ar-Ge’ye ayrılacak her pay bu rakamı yukarı çekecektir. İsrail ve İsviçre kapladıkları toprakların küçüklüğüne ve nüfuslarının azlığına rağmen, Ar-Ge harcamalarına ayırdıkları % 4’lük bütçe ile güçlü ekonomilere sahip olabilmektedirler. ABD’nin yıllık Ar-Ge harcamaları %3’ler civarındadır. Yine AB ülkeleri ortalaması da % 2-3 arasındadır. 

Ar-Ge çalışmalarında TÜBİTAK, KOSGEB ve üniversitelerin verdiği maddi destek ve danışmanlık hizmetlerinin yanı sıra Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin düzenlediği İnovasyon haftaları da oldukça önemlidir. Turqualite programları da üreticilerimizin uluslararası pazarlarda söz sahibi olabilmeleri noktasında kaldıraç görevi görmekte ve firmalarımızı cesaretlendirmektedir.

5746 sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun, bu faaliyetlerin hukuk ve vergi sistemi içinde yerini bulmasını sağlamış, bu konuda firmaların yatırım hızını artırmıştır. Ar-Ge’ye yapılan harcamaların kurumlar ve gelir vergisinden düşülmesi ve desteklerden yararlanmak için Ar-Ge alanında faaliyet gösteren şirketlerin personel sayısının 50’den 30’a indirilmesi neticesinde özellikle otomotiv, ilaç, seramik ve beyaz eşya gibi teknolojik rekabetin yüksek olduğu sektörlerdeki şirketlere avantajlar sağlamıştır. Bütün bu avantajların yanı sıra ABD ve AB’de garajlarda yapılan icatlardan dünyada söz sahibi devasa şirketler doğması, bize küçük ölçeklerde Ar-Ge çalışması yapanları bile ihmal etmememiz gerektiğini göstermektedir. Hewlett-Packard garajdan çıkan markalara verilebilecek en güzel örneklerden biridir.(13)

Gebze’de 150 bin araştırmacının istihdam edilmesinin planladığı bilişim vadisi projesi, ülkemiz için hayati önem arz etmektedir. Türkiye, yurt içi ve yurt dışında faaliyet gösteren yetişmiş beşeri sermayesini faaliyet gösterecek yerli ve yabancı şirketlerde istihdam edip, gerekli bilgi aktarımını sağlayabilirse gerçek başarıya ulaşılabilir. Otomotiv sektöründe yerli otomobil üretim çabalarının yabancıların gelmesi ile son bulduğu gerçeği, akıldan çıkarılmamalıdır. Aksi takdirde yabancı menşeli teknoloji devlerine ucuz maliyetli ve teşvikli Ar-Ge hizmetleri vermenin ötesine geçemeyiz.

Günümüzde teknolojik ürünlerin fiyatının belirlenmesinde maliyetten çok markanın etkili olduğu bilinmektedir. Apple’in ürünü olan I Pad’in, Çin’de ki üretim maliyetleri ile raflardaki satış fiyatı arasında ki uçurum, markaya ödenen bedeli açıkça gösterir durumdadır.

Büyük şirketlerimizin Ar-Ge grupları oluşmuş ve başarılı çalışmalar yapmaktadırlar. Artık sıra hayatın her alanında Ar-Ge kültürünü yaygınlaştıracak çalışmalar yapmaya, okul müfredatlarına (özellikle teknik okullarda) Ar-GE yi ders olarak koymaya, yaygınlaştırmaya, mikro işletmelerde ve bireysel çalışmalarda da yeterince desteği vererek bu çalışmaları tabana yaymaya gelmiştir. Ar-Ge alanında düşülen en büyük hatalardan biri, ağırlıklı olarak yeni ürün çalışmalarıdır. Üretim süreçlerindeki iyileştirmelere ve prodüktiviteye yönelik araştırmalar genellikle göz ardı edilmektedir. Prodüktiviteye yönelik yapılacak Ar-Ge çalışmaları eldeki mevcut kaynaklarla daha fazla katma değer üretmemizi sağlayacaktır. 
1980’lerde Türkiye ile Güney Kore’nin ekonomik göstergeleri(14) ve milli gelirleri neredeyse birbirlerinin aynısı iken, bugün Güney Kore, milli gelir ve teknolojik gelişmişlik olarak Türkiye’nin çok önündedir. Güney Kore ekonomisinin dönüşümü incelendiğinde ortaya çıkan en büyük etkenin Ar-Ge çalışmaları olduğu görülecektir. Samsung bu sinerji ile ortaya çıkmış ve Apple‘a kafa tutmaktadır. 
Ar-Ge konusunda üzerinde durulması gereken en önemli hususların başında üniversite sanayi işbirliği gelmektedir. Teknokentlerle, üniversiteler ve sanayi birbirlerine ısındırılmış olsa da mevcut iş birliği yeterli seviyede değildir. Zaman zaman üniversite sanayi işbirliğinin edebiyatı, işin aslını boğmaktadır. Sanayi ilerlemek için üniversiteye, üniversitede yapılan çalışmaların hayata geçirilebilmesi için sanayiye muhtaçtır. 

Milli savunma alanındaki Ar-Ge çalışmalarına hız verilmelidir. İnsansız hava aracı ‘ANKA’, destek verilen alanlarda elde edilen başarıya güzel bir örnektir. Ülkenin ekonomik ve siyasi tam bağımsızlığı için milli savunmanın gerekliliği tartışılmayacak bir gerçektir.

‘İktisat az malı çoğaltır, israf ise çok malı azaltır.’ (Hz. Ali)

Türkiye, 2001’de yaşamış olduğu kriz, uygulanmaya konulan istikrar programı ve sıkı maliye politikası ile kamu kesimi dış borç stokunun milli gelire oranını %40’ların altına indirebilmiştir. Maastricht Kriterlerinde bu oran % 60’dır.(15) Amerika, Almanya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde bu oran Türkiye’nin iki katından daha fazladır. 

Kamu kesimi dış borç stokumuzun azalmış olması her ne kadar önemli ve göz ardı edilemeyecek bir başarı olsa da, özel kesimin artan dış borcunu gölgede bırakmamalıdır. Devlet büyük projelerin birçoğunu özel sektör eliyle yap-işlet-devret modeli ile gerçekleşerek hazineye binecek olan yükü azaltmaktadır. Artan ihracat, ihracatın ithalata bağlılık oranın yüksek oluşu, büyük projelerin uzun vadeli yabancı kaynaklarla finansmanı, bankaların ve sigorta kuruluşlarının sendikasyon kredileri özel kesimin dış borcunu yükseltmektedir. Şirketler küçük yatırımları ve sıradan ticari işlemleri için bile zaman zaman yurt içinden kredi bulmakta zorlanmakta, finansmanlarını yabancı kaynaklardan sağlamaktadırlar. 

Türkiye, henüz istenilen düzeyde yurt içi kaynak oluşturamamakta ve finansal kurumlar ellerindeki kaynağı en sağlamcı şekilde kullandırmak istemektedirler. Kaynak oluşturmanın yolu tasarruflardan geçmektedir. ‘Türkiye’de yurt içi tasarruf oranları’(16) son on yılda %20’lerden %12’ler seviyesine kadar gerilemiştir. Bırakalım gelişmiş ekonomileri, dünya tasarruf oranlarının ortalaması %23’ün üzerindedir. Gelişmekte olan bir ekonominin tasarrufa duyacağı ihtiyaç aşikârdır. Düşen nüfus artış hızı oranı, ailelerdeki çalışan kişi sayısının artması, bağlı nüfusun düşmesi, artan eğitim seviyesi; Merkez Bankası’nın da yapmış olduğu araştırmada(17) belirttiği gibi, hane halkı tasarruflarına 2025 yılına kadar % 3.60 gibi bir katkı sağlayacak olsa da çok yetersizdir. 

Her yıl cep telefonu için yurtdışına çıkan para miktarı iki milyar dolar civarındadır. Buna diğer BT ürünlerini de kattığımızda rakam otuz milyar doları bulmaktadır. Toplum borçlanarak yaşamakta ve gelirinden daha fazla harcama yapmaktadır. Ödemelerini borçla yapan tüketici faiz yükü ile karşı karşıya gelmekte; bu da tasarruf oranlarını aşağıya düşürmektedir. 

2013 yılında cep telefonu ve benzeri ürünlere kredi kartı ile alışverişte getirilen taksit yasağı, tüm tüketimlerde kredi kartlarına en fazla dokuz taksit yapılabilmesi, konut ve araç kredilerindeki yeni uygulamalar, bu yöndeki harcamalara hemen etkisini göstererek olumlu bir adım olmuştur. Yine tasarrufların arttırılması noktasında bireysel emeklilik sistemine verilen %25’lik devlet desteği, uzun vadede tasarrufları yukarı çekecektir. Yapılan düzenlemeler, iyileştirme noktasında önemli adımlar olmakla birlikte arzu edilen noktada değildir.

Türkiye yatırım bankacılığı ve yatırım fonları noktasında, henüz daha çok geridedir. Mevcut olan yatırım bankaları ve fonlar hane halkına dokunamamakta, onlardan kaynak sağlayamamaktadır. Farklı sebepleri olmakla birlikte, ülkemizde 23 milyon kişi bankacılık sisteminin dışındadır.(18) Bu durum bankacılık açısından çok büyük bir potansiyel olmakla birlikte, söz konusu kişilere mevcut kanallarla ulaşılması, sadece faizde dönen pastayı büyütecektir. 

Günümüzde bireylerin emekli olup aldıkları ikramiye ile bir işletme kurarak, kendilerinden sonra gelenlere bırakacakları iş olanağı yok denecek kadar azalmıştır. Bu yöndeki girişimler mevcut sermayenin çoğunlukla heba olması ile neticelenmektedir.

Yatırım bankacılığının ve fon sisteminin yeterli seviyede olmaması, faiz hassasiyeti olanların birikimlerini değerlendirebilecekleri devlete ait bir katılım bankasının faaliyette bulunmaması, borsanın nispeten ihtisas istemesi ve ‘asimetrik bilgi’(19) problemi, tasarrufları gayrimenkul sektörüne yönlendirmektedir. Türkiye bu ve benzeri sebeplerle son on yıllık büyümesinde lokomotif olarak gayrimenkul sektörünü kullanmaktadır. Gerek mevcut tasarrufların gayrimenkul sektöründe değerlendirilmesi, gerek bankalardaki mevduatların bu alana kaydırılması sanayicinin kaynak bulmasını zorlaştırmaktadır. Her ne kadar gayrimenkul sektöründe yakın bir zamanda balon tehlikesinin olmadığı(20) söylense de, bir ülkenin sadece gayrimenkul sektörünü büyümede kaldıraç olarak kullanması mantıklı bir seçim değildir. 

Unutulmamalıdır ki; yakın tarihimizde cereyan eden ve ‘1929’deki büyük buhrandan’(21) sonra dünyayı en fazla etkileyen Amerika menşeli 2008 krizi, konut sektöründe oluşan ‘balondan’ kaynaklanmıştır. Yine İspanya’nın yaşamış olduğu tecrübe hâlâ sıcaklığını korumaktadır.(22) 
Türkiye artık ekonomideki rotasını değiştirmek zorundadır. Tasarrufların arttırılması teşvik edilmelidir. Potansiyel tasarruf sahiplilerinin, oluşacak olan tasarruflarını değerlendirebilecekleri alanları görmeden tasarruf yapmaları pek de mümkün değildir. Ülkede gerekli olan mekanizmalar bir an önce gayet sade, anlaşılır ve şeffaf bir şekilde devreye sokulmalıdır. 

Çok küçük tasarrufu olan bireylerin bile ellerindeki kaynağı sanayi ve üretime aktarmaları çok basit hâle getirilmelidir. Yeni yatırımlar ve yapılacak olan Ar-Ge çalışmalarına düşük maliyetli ve katma değerli kaynak bu şekilde oluşturulabilir. 

Hala daha ülkemizde yastık altı yatırımların miktarı, milyar dolarlarla ifade edilirken; yatırımcılarımızın, yerli ve yabancı finans kurulumlarından kaynak bulma için harcadıkları emek tam bir trajedidir. Tasarruf sahipleri ile yatırımcı arasında kâr temelli oluşturulacak alternatif kanallar, hem tasarrufu teşvik edecek, hem de mevcut tasarrufun sanayinin kullanımına daha maliyetsiz ve kolay bir şekilde girmesini sağlayacaktır.

Vazgeçilmez üç unsur 

Ekonomi ray değiştirmek, bir üst sınıfa atlamak zorundadır. Bu sıçrama, ancak yapısal değişikliklerle mümkün olabilir. Eğitim, Ar-Ge ve tasarruf alanlarında yeni düzenlemelere kararlılıkla gidilmeli, alınan kararlar sabırla uygulanmalıdır. Fakat akşamdan sabaha bir iyileşme beklenmemelidir. Bu dönüşüm ülkenin beşeri sermayesi de dâhil olmak üzere, tüm kaynaklarını yeniden yapılandırması manasına gelmektedir. Sanayi devrimini kaçıran Türkiye, bu değişim ve dönüşümü hızla tamamlamalı, 2020’li yıllara gelişmiş ülkelerle aynı ekonomik düzlemde girmelidir.

Türkiye’nin yapması gerekenler gayet nettir:

1.Eğitilmiş, özgür düşünebilen beşeri sermaye.

2.Teşvik edilen Ar-Ge.

3.Yenilikler ve yatırımların üretime dönüşmesi için tasarruf.

Kaynakça:

1)  17 Şubat/4 Mart 1923,İZMİR
2) Müsiad, 2012 Türkiye Ekonomisi Raporu, s. 98,
3) http://data.worldbank.org/about/country-and-lending-groups,
4) http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist,
5) http://www.mahfiegilmez.com/2012/12/orta-gelir-tuzag-ve-turkiye.html,
6) http://www.bumko.gov.tr/TR,147/ekonomik-gostergeler.html, 
7) http://www.ekonomi.gov.tr/upload/slogan/ihracat_stratejisi.pdf,
8) 4306 Sayılı Kanun, 1.Madde,
9) http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bilimsanat&view=bilimsanat&kategorige t=terim&kelimeget=epistemoloji&hngget=md,
10) http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bilimsanat&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5444b9284ba580.52982771,
11) http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16199,
12) http://www.ekonomi.gov.tr/index.cfm?sayfa=bakanlikofisi&bolum=detay&haberid=2786
13) David Packard, ‘HP’nin Öyküsü’, Ledo Yayıncılık, 2005,
14) http://www.tepav.org.tr/upload/files/1285828695-5.Guney_Kore_Inovasyondaki_Basarisini_Nelere_Borclu_Turkiye_icin_Cikarimlar.pdf,
15)  http://www.tbmm.gov.tr/kutuphane/AB/The_Maastricht_Treaty.pdf,
16) http://www.kalkinma.com.tr/userfiles/pagefiles/genel-arastirmalar/GA-05-10-23_AB-Kalkinmanin_Dinamikleri_SSY_Buyume.pdf,
17) http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/310a9fda-7d1e-4c03-90ed-44621705c861/EN1324.pdf?MOD=AJPERES,
18) http://www.worldbank.org/content/dam/Worldbank/Event/ECA/Turkey/tr-fin-incl-confer-alper-oguz-tr.pdf,
19) http://tr.wikipedia.org/wiki/Asimetrik_enformasyon,
20) http://www.cushmanwakefield.com.tr/tr-tr/research-and-insight/2014/housing-sector-in-turkey-tr/,
21)  John Kenneth Galbraıth, ‘Büyük Kriz’, Pegasus Yayınları, 2009, I.baskı,
22) http://www.musavirlikler.gov.tr/altdetay.cfm?AltAlanID=370&dil=TR&ulke=E.