Yeni gelir vergisi: Maliye’ye mi, mükellefe mi?
Prof. Dr. Nurettin BİLİCİÇankaya ÜniversitesiHukuk Fakültesi
Hükümetin hazırlayıp TBMM’ye sunduğu Gelir Vergisi Kanun Tasarısı Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmelerin ardından alt komisyona sevk edildi. Bu durum, tasarının komisyonda ciddi bir çekince ile karşılaştığını göstermektedir. Bu şekilde tasarının Genel Kurul’da görüşülmesi yeni döneme (2013-2014 dönemine) kalmış olmaktadır.
İki ayrı kanun yerine tek kanun?
Tasarı, isimleri “Gelir Vergisi Kanunu”, “Kurumlar Vergisi Kanunu” olan iki ayrı kanunu “Gelir Vergisi Kanunu” ismiyle tek bir kanuna dönüştürmeyi hedefliyor. Kural olarak gelir vergisi kanunları ile gerçek kişilerin kazançları, kurumlar vergisi kanunları ile de şirketlerin kazançlarının vergilendirilmesi amaçlanır.
Kurumlar Vergisi Kanunu’nu yenilemiştik aslında 2006’da. KVK çağın gereklerine uygun bir hale getirilmişti. Sorun Gelir Vergisi Kanunu’nda idi.
Durum böyle iken, şimdi sorun olmayan bir alanı (kurumların vergilendirilmesi konusunu) Gelir Vergisi Kanun Tasarısı’nın içine karıştırmanın ne derece doğru olduğu tartışmaya açıktır. “İki kanun yerine tek kanun olacak” denilebilir. Ancak o tek kanunun okunup anlaşılması zorlaşmaktadır. Tek kanunun içinde gerçek kişilere ait olan düzenlemeleri, kurumlara ait olan düzenlemeleri bulmak, ayıklamak bulmaca çözmek gibi bir iş olmaktadır. Bir gerçek kişi veya kurum sadece kendisini ilgilendiren düzenlemelerin arasında, hak ve yükümlülüklerini anlamaya çalışacakken şimdi daha geniş bir kapsam içinde kendi yerini bulmaya çalışacaktır.
Vergilendirme İlkelerine Uygunluk?
Vergilendirme ile ilgili yenilikler değerlendirilirken çeşitli kriterler göz önünde bulundurulur:
- Adaletli midir?
- Ekonomiye etkisi olumlu olacak mıdır?
- Sade, basit-kolay anlaşılır özelliğe sahip midir?
Son sorudan başlarsak, bu sorunun cevabını; Kurumlar vergisi alanının da işin içine karıştırılmasından dolayı olumlu şekilde veremiyoruz.
Yeni kanun adaletli midir? Ekonomiye etkisi olumlu olacak mıdır? Mevcut uygulamaya göre neler değişmektedir? Neler kaldırılmaktadır? Ne gibi yenilikler yapılmaktadır?
Maliyeye mi, mükellefe mi?
Biz yazının başlığını “maliyeye mi, mükellefe mi” diye koyduk. Halk dilinde bunun tercümesi “indirim mi, bindirim mi?” şeklinde yapılır. Biz de Kanun Tasarısı’nı bu gözle (bir mükellef gözüyle) okuduk. Gelene-gidene baktık. Yapılan değişikliklerin adaletli olup olmadığını, ekonomiye etkisinin olumlu olup olmayacağını değerlendirmeye çalıştık.
Beyanname verme sürelerinin değişmesi gibi şekle ilişkin değişiklikleri bir yana bırakarak esasa ilişkin “ne geliyor, ne gidiyor?” sorusunun cevabını aradık. Dişe dokunur tarafı olmayan değişiklikleri de ihmal ettik.
İşte tespitlerimiz:
- Ücret gelirleri ile ilgili çok sayıdaki istisna yerini, daha seçilmiş sınırlı sayıda istisnaya bırakmaktadır. (Tasarı m. 35)
- Telif kazançları ile ilgili istisna, telif kazancının beyan sınırını (188.000 TL’yi) aşması durumunda kaldırılmakta, beyan yükümlülüğü getirilmektedir (Tasarı m. 31/2). Diğer taraftan bu kazançlara uygulanan %17 oranındaki stopaj oranı %25’e çıkarılmaktadır (m. 31/7).
- Gayrimenkul sermaye iratlarında götürü gider uygulamasının sınırı ya daraltılmakta ya da tamamen kaldırılmaktadır: Daha önce (işyeri kiraları dahil) tüm gayrimenkul sermaye iratlarında brüt iradın %25’i gider olarak düşülebilirken yeni uygulamada indirim sadece konut kira gelirleri ile sınırlandırılmaktadır. Ayrıca indirim oranı, iradın belirlenen miktarı aşması durumunda ya %15’e düşürülmektedir, ya da tamamen kaldırılmaktadır (m. 39).
- Değer artış kazançlarında istisna kapsamı daraltılmaktadır: Mevcut uygulamada edinilen gayrimenkulün 5 yıl elde tutulduktan sonra elden çıkarılması durumunda değer artış kazancı oluşmamaktadır. Yeni kanun, elde tutma süresine bakmaksızın (kısa sürede elden çıkarılanlarda daha yüksek oranda olmak üzere) tüm durumlarda kazancı vergiye tabi kılmaktadır. (m. 49)
Hisse satışlarında da, gayrimenkul satış kazancının vergilendirilmesine benzer bir uygulama planlanmıştır.1
İstisna-muafiyet ve indirim kapsamını daraltan bu ve benzeri düzenlemelerle ciddi bir gelir artışı planlandığı anlaşılmaktadır.
Beyan mecburiyeti sınırları daraltılmaktadır
Bilindiği üzere Gelir Vergisi’nde vergi hasılatının %90’ı aşkın kısmı stopaj yoluyla (vergi kaynakta kesilerek) toplanmaktadır. Stopajın arkasından, elde edilen gelir veya gelirler için beyanname verilip verilmeyeceği konusu gündeme gelir. Mevcut Kanun’da olduğu gibi Tasarı’da da ana prensip “mükelleflerin gelirlerini toplayarak beyanname vermesi” şeklinde öngörülmüştür. Ancak bu genel kural kağıt üstünde kalmakta ve izleyen cümlelerde-maddelerde beyanname vermeyeceklerin listesi sıralanmaktadır. Örneğin;
- Zirai kazançların ve menkul sermaye iratlarının önemli bir kısmı, tamamen beyan mecburiyeti dışında tutulmuştur.
- Gayrimenkul sermaye iradı, diğer kazanç ve iratlar, telif kazançları, ücretler (ayrı ayrı) beyan sınırını (188 bin TL’yi) aşmıyorsa yine beyan edilmeyecektir. (m. 66)
Ya vergi adaleti?
Beyan mecburiyeti ile özellikle yüksek geliri olan mükelleflere artan oranlı tarifenin uygulanması, dolayısıyla vergi adaletinin sağlanması amaçlanır. Bu şekilde, tek oranlı stopaja maruz kalan mükelleflerden ilave vergi alınması amaçlanır.2
Yeni kanun tasarısında beyannameye tabi olmama konusunda birçok düzenlemenin yapıldığı görülmektedir:
Mevcut duruma göre iki değişiklik dikkati çekmektedir:
1) Şu anda 25 bin TL olan beyanname verme sınırı 188 bin TL’ye çıkarılmaktadır.
2) Daha önce tamamen beyan dışı olan telif kazançları, sınırı aşması durumunda beyan yükümlülüğüne tabi kılınmaktadır.
Beyanname verme sınırının 25 bin TL’den 188 bin TL’ye çıkarılması, gelir vergisinin tamamen bir stopaj vergisine dönüştürülmek istendiğini gösterir. Bu da vergilendirmenin “adalet” boyutunun ihmal edildiği anlamına gelir. Ancak bizim tasvip etmediğimiz bu durum, kanun tasarısının gerekçesinde yazılı aşağıdaki ifadelere de aykırılık taşımaktadır:
- “…vergiye gönüllü uyumu kolaylaştırıp ekonominin kayıtlılık düzeyini artırmak ve bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasına katkıda bulunmak bu tasarının temel hedefleri arasında yer almaktadır.”
-“Vergi tabanının genişletilmesi ve vergi adaletinin pekiştirilmesi
Vergi güvenliğinin güçlendirilmesi…”
Bize göre doğru kural, kanunda yazılı gelirlerden (istisna, muafiyet kapsamı dışında kalan) bir veya birkaçını elde eden herkesin elde ettiği gelirin miktarına bakılmaksızın beyanname verme yükümlülüğüne tabi tutulmasıdır. Bu şekilde bir yandan vergi adaleti sağlanırken diğer yandan da kayıt dışılığın önlenmesi bakımından Maliye Bakanlığı’nın eli güçlenmiş olacaktır. Beyanname verme, mükellefler için bir yük oluşturmayacak, günümüz teknolojik imkanları çerçevesinde rahat bir şekilde yerine getirilebilecektir.
Aksi takdirde, menkul sermaye iradı veya zirai kazanç elde eden, ne kadar gelir elde ederse etsin tamamen beyan dışı kalırken, gayrimenkul sermaye iradı veya telif kazancı elde edene beyan yükümlülüğü getirilmesinin (dolayısıyla bunlardan daha çok vergi alınmak istenmesinin) izahı da mümkün olmayacaktır.
Telif kazançlarına ilave vergi, bilimin-teknolojinin gelişmesine sekte vuracaktır
Telif kazançları üzerindeki %17 olan stopaj oranını %25’e çıkarma ve beyana tabi tutma hedefini de yine kanunun gerekçesinde yazılı aşağıdaki ifadelerle bağdaştıramıyoruz:
“Ülkemizin kültürel zenginliklerini korumak ve geliştirmek, fikir ve sanat eserlerini teşvik etmek amacıyla sanat ve sanatçı desteklenmeye devam edilmektedir...”
Sonuç olarak
1) Yaptığımız tüm açıklamalar, yazının başlığındaki “maliyeye mi, mükellefe mi?” sorusunun cevabının “maliyeye” şeklinde olması gerektiğini ortaya koymaktadır.
2) “Pişmiş aşa su katmaya” gerek yoktur. Daha yeni, çağın gereklerine uygun hale getirilen kurumlar vergisi ile ilgili düzenlemelerin tasarının içine konulmasına gerek yoktur. Bunların tasarıdan çıkarılarak, tasarının sadece gelir vergisine ilişkin düzenlemelerle sınırlı kalması gerekir. Yoksa “sadeleştirme”, “kolay anlaşılma” yerine; “zorlaştırma”, “karmaşıklaştırma” sonucu ortaya çıkar.
3) Yeni hazırlanacak Gelir Vergisi Kanun Tasarısı’nda, istisna-indirim-muafiyet dışında kalan herkese beyan yükümlülüğü getirilmelidir. Bu şekilde bir yandan, beyanname verecekler, vermeyecekler… karmaşası ortadan kaldırılarak Kanun’un kolay anlaşılması sağlanacaktır; diğer yandan kayıt dışılığa karşı mücadele konusunda İdarenin eli güçlenecektir. Bu durum, bize göre vergilendirme ilkelerinin en önemlisi olan, “vergi adaletini sağlama” konusunda da ilerleme sağlanmasının yolunu açacaktır.
-----
(1) Mevcut uygulamada hisselerin 2 yıl elde tutulduktan sonra satılması durumunda vergi oluşmamaktadır.
(2) Tasarının 77. maddesinde, 60 bin (ücretlilerde 94 bin) TL’ye kadar olan gelirlerin %15 ile %27 arasında değişen oranlarda; 60 bin (ücretlilerde 94 bin) TL’nin üstünde olan gelirlerin de %35 oranında vergilendirilmesi öngörülmüştür.