2016 Beklentiler

Fatma MELEK
Fatma MELEK PİYASA GÖZÜYLE fatma.melek@akbank.com

2009 krizinin global ekonomiye getirdiği en önemli miras,  küresel ölçekte  potansiyel büyüme oranlarının kriz öncesi seviyesinin oldukça altına gelmiş olması ve bunun sonucu olarak güven veren küresel bir büyüme trendine ulaşamamış olmamız. Zayıf yatırımlar, bunun getirdiği eksik talep koşulları ve yüksek işsizlik, ülkelerdeki potansiyel büyüme oranının gerilemesine neden oluyor. 

Kriz sonrası dönemde dünya milli gelir büyüme ortalamasındaki düşüş yaklaşık bir puan. Türkiye’de büyüme ortalamaları, küresel trendlere paralel olarak,  son dönemde gerileme trendinde: 2011-2015 döneminde yıllık ortalama büyüme %3,2 olurken, 2002-2010 ortalaması %5 idi. Benzer şekilde; 2002-2011 döneminde yıllık ortalama %11, büyüyen yatırımların 2012-2015 döneminde büyümesi ise sadece %1.

Dolayısıyla büyümede son dönemde yeni normal %3 civarında şekillenmiş görünüyor. 2016’da ise hükümetin almış olduğu gelir artırıcı önlemlerin katkısıyla büyümenin bu yıl %4 civarında şekilleneceğini düşünüyoruz. Burada en belirgin katkının özel tüketim harcamalarından geleceğini, yatırımlardaki katkının 1 puana yakınsamasını, net ihracatın katkısının negatif seyretmeye devam etmesini bekliyoruz.

2016 yılı ithalat tahminimiz 221 milyar $; ortalama 42 $/varil petrol fiyatı varsayımında enerji ithalatının 34 milyar $’a gerilemesini, enerji dışı ithalatın tüketim ağırlıklı büyümenin ivmelenmesine bağlı olarak  artmasını bekliyoruz. 2016 ihracat tahminimiz ise 150 milyar $. 2016’da AB için öngörülen %2 büyümenin Türkiye’nin AB’ye ihracatında %8 artışa yol açmasını bekliyoruz.

Büyüme açısından bir diğer önemli konu ise; özel sektör borçlanması ve bunun sürdürülebilirliği. Türkiye, özellikle 2010’dan itibaren,  özel sektör ve bankalar yoluyla, yurt dışı borçlanmasını artırdı. 1990’da %26 olan toplam dış borç stokunun milli gelire oranı 2015 3Ç itibariyle %55’e ulaştı. 

Dolayısıyla, büyümenin hızlı borç artışı olmadan sağlıklı bir finansmanı için, yurt içi tasarruf oranlarının artırılması kritik parametre. Bu da orta vadede ilgili reform sürecine bağlı gözüküyor. Kısa vadede ise, büyümenin önemli kaynağının tüketim olması 2016’da tasarruf oranının %14 seviyelerinde kalmasını getirecek.

Düşük tasarruf oranlarının bir diğer olumsuz yansıması ise yüksek cari işlemler açığı.  Gelişmekte olan bir ülke olarak yatırım ihtiyacımızın yüksek oluşu, kabaca yatırım ve tasarruf oranları arasındaki fark olarak da tanımlayabileceğimiz cari işlemler açığının yüksek olmasını getiriyor.  Bu dinamikten dolayı  cari açıkta kısa  vadede %4.5-%5 seviyelerinin altı beklenmemeli. 

Bankaların kredi/mevduat oranlarının yüksek oluşu (%117), kredi büyümesi ve dolayısıyla büyümenin sürdürülebilirliği üzerinde de bir kısıt oluşturuyor. Türkiye’nin düşük tasarruf sorunu büyümeyi desteklemek için yabancı sermaye girişini gerektiriyor. 

Ancak 2016 yılı gelişmekte olan ülkelere sermaye akımları açısından zor bir yıl olabilir, zira küresel risk iştahı  Fed faiz artırım süreci, Çin ekonomisindeki gelişmelere, jeopolitik risklere duyarlı olacak.  Geçtiğimiz günlerde beklentilerin altında gelen Çin verisinin piyasalarda yarattığı türbülans yatırımcıların global ekonomik konjonktüre ilişkin güvenlerinin ne kadar kırılgan olduğunun da bir göstergesi.

Çin büyüme modelini yatırım ve imalat sanayinden tüketim ve hizmet sektörüne yönlendiriyor. Bu dengelenme sürecinde  büyüme oranının beklentilerin altında kalmasının, düşük ithalat ve emtia talebi yoluyla, küresel yansımaları  öngörülenden daha yüksek bir etki yaratabilir.  Burada dönem dönem görebileceğimiz volatilite artışları, sermaye akımlarında yaratabileceği volatilite nedeniyle diğer gelişmekte olan ülkeler ve bütün riskli aktifler üzerinde bir risk unsuru.  TL’de son günlerde gördüğümüz değer kaybı da bunun bir yansıması. 

Çin’deki volatilitenin, herhangi bir nedenden dolayı,  kalıcı  olarak artması durumunda, TL’de yaşanabilecek ek değer kaybı, halihazırda kırılgan olan enflasyon görünümü üzerinde bir ek risk unsuru. 

Cari açığın yüksek seyrediyor oluşu, daha zorlu dış finansal koşullarda, Türk lirasının döviz kuru şoklarına hassaslığının devam etmesi demek.

Enflasyona baktığımızda, döviz kurlarında yaşanan hızlı yükselişler, gıda fiyat artışlarının genel enflasyon trendinin oldukça üzerinde seyretmesi, hizmet fiyatlarının katılığı gibi nedenlerle, enflasyon, 2013 yılından bu yana %7 düzeyinin üzerinde seyrediyor. 2015’de  %8,8  olarak gerçekleşen tüketici enflasyonunda; yapılan vergi artışları, talepte beklediğimiz toparlanma, döviz kuru geçişkenliğinde görülebilecek ivmelenme ile 2016 yılında da bir gerileme beklemiyoruz.

Enflasyonun yüksek düzeyi para politikasının aşağı yönlü esneklik alanını da sınırlayacak bir faktör. Bu nedenle kısa vadeli faizlerin göreli yüksek seviyeleri korunacak.

2016;  zorlu koşulların bizi beklediği bir yıl olabilir. Bu bağlamda,  hükümet programında ve eylem planında ortaya konulan reform programının senkronize, sistematik ve organize bir şekilde uygulanmasının, gelişmekte olan ülkelerin genelinin içinde bulunduğu bu zorlu konjonktürde yatırımcılara güven tesisi açısından kritik önemde olduğunu görüyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar