Asıl 2023 vizyonu ne olmalı?

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Demokrasiyi seçimden seçime yapılan bir spor olarak algıladığımız için önümüzdeki ay içinde herkesin ne konuşacağı belli demektir. Üstelik toplum olarak seçtiğimiz hükümetlerden beklentilerimizin normalden çok daha yüksek olması, neredeyse ellerindeki sihirli bir değnekle kaderimizi değiştireceklerini sanmamız, heyecan dozunu da arttırıyor. Politikacılar da doğal olarak halkın umutlarını boşa çıkarmayacak, yapılacak icraattan zarar göreceklerden ya da uygulamaların maliyetinden pek söz etmeden hatta kimsenin mevcut konumunu değiştirmesine bile gerek olmadan herkesin yaşam kalitesini ve refahını yükseltecek vaadlerini sıralıyor. Yine de haklarını teslim edelim, yaşanmakta olan sıkıntılı konjonktürün de etkisiyle önceki seçimlerde gördüklerimizden çok daha fazla ekonomik içerikli seçim manifestoları (bildirge sözüne bir türlü ısınamadım) hazırlamış olmaları takdire değer. Geçmişteki vaadlerinin ve programlarının neden hayata geçmediğinin ya da şimdiki vaadlerinin nasıl gerçekleşeceğinin ayrıntılı açıklamasını yapmamalarını ise kusur olarak görmek güç; çünkü yaşam kültürü ve yurttaşlık kimliği yönünden henüz olgunlaşmamış toplumdan böyle bir talep baskısı altında değiller...

Başarısız bir devlet merkantilizmi

Daha önce de değinmiştim, bu durumun temelinde toplumun hemen tüm kesimlerinin zihin kodlarında varlığını sürdüren "devlet baba" anlayışının etkisi büyük. Öyle ki otoriteye saygı, özellikle belli bir yaşın üstündeki kuşaklarda "büyüklerimiz her şeyin doğrusunu bilir" düzeyine varıyor ve sorgulama kültürünün gelişmesini desteklemiyor. Sivil toplum seçim dışında bir katılım sağlama alışkanlığına ve organizasyon düzeyine sahip değil. En bilinçli ve aktif sivil kesim olan özel sektör de ekonomide öncü rolü üstlenmek ve verimliliğini / rekabetçiliğini geliştirme konusunda çok istekli değil; kapalı ekonomi döneminin ürün odaklı paradigması doğrultusunda her türlü faaliyetinin devletçe desteklenmesine alışkın ve bu nedenle ekonomide kamu politikalarının ve tercihlerinin ağırlıklı olmasından hoşnut. Bu politika ve tercihlerin stratejik olarak doğru ve tutarlı olmasından çok kendi yararına olup olmadığıyla ilgileniyor ve onun için lobi yapmakla yetiniyor.

Bu nedenle kalıcı büyüme için gerekli yatırım ihtiyacının karşılanması ve yurtiçi katma değerin, üretimin teknoloji düzeyinin arttırılması gibi büyük ve temel sorunlarda yük ve sorumluluk tamamen kamu yönetiminin omuzlarında. Aslında gelişmekte olan ekonomilerde devletin direksiyonda olması ve özel kesim ile toplumun ortak çıkarları için işbirliği yapması, yer yer kayırmacılık eleştirilerine yol açsa da dünyadaki başarı hikayelerinde, özellikle bunların Uzakdoğu örneklerinde, karşımıza çıkıyor ve bir tür devlet merkantilizmi olarak hem büyüme performansı, hem de küresel şirketlerin oluşturulması açısından olumlu sonuçlara yol açıyor. Ancak biz elli yıldır böyle bir politika felsefesinin bize özgü versiyonunu uygulamakla birlikte benzer bir başarı hikayesini yaratabilmiş değiliz. Anlaşılan onlar bu felsefe ile üretime, istihdama ve ihracata odaklanan, teknoloji geliştiren, verimli ve rekabetçi şirketler doğuran bir stratejik yol haritası ve eylem planını kararlılık ile hayata geçirirken biz tüketime, atıl yatırımlara, borçlanmaya ve ithalata odaklanan, bir anda palazlanıp rekabetçi ve yenilikçi olmadıkları için aynı süratle kaybolan şirketler oluşmasına yol açan bir uygulama fiyaskosu ortaya koymuşuz.

Denizin bittiği yer

Ne var ki sorunumuz bununla da bitmiyor. Devlet merkantilizmi ya da kapitalizmi, başlangıçta işe yarasa da akılcı stratejilerle uygulanmadığı, bizde olduğu gibi ithalatını finanse ettiği ölçüde büyüyen, edemediği zaman krize sürüklenen bir ekonomik modele dönüştüğü zaman deniz bitiyor. Nitekim ilk aşamada bizden çok daha başarılı bir uygulama yapabilen Çin bile ucuz emek ve yabancı sermaye ile alabileceği mesafe kalmayınca, otoriter istikrardan vazgeçip ekonomik ve sosyal özgürlükleri genişletmeye, yaratıcı, yenilikçi ve Acemoğlu'nun tanımıyla kapsayıcı kurumlaşmaya yönelmeye çalışıyor. Bizim partilerin programlarında ise bir dizi reform ve dönüşüm retoriğine rağmen kararlı ve temel bir stratejik plan ile tutarlılık kaygısının da, ekonomik yapıyı ve üretimi dönüştürme doğrultusunda köklü bir değişim iradesinin ipuçlarını da bulamıyoruz. İhtiyacımız, münferit teşvik ve destek vaatlerinin ötesinde, merkezinde devletin değil dinamik ve katılımcı bir piyasanın bulunduğu, teknoloji ve yaratıcılık ayaklarına yaslanan bir ekonomi modeli. Bu nihai amacı gerçekleştirme yolunda devlet kapitalizmini de bir aracı yöntem olarak kullanabiliriz; ama onlarca yıldır yaptığımız gibi rant dağıtımı, tüketim ve borçlanma için değil, üretimdeki katma değeri, teknolojiyi, ihracatı ve istihdamı arttırmak için...

Tabii bu arada ezeli hastalığımız olan herkesi ve her şeyi teşvikten vazgeçmemiz, küresel planda rekabet yeteneği kazanabileceğimiz belirli alanlara yoğun destekler ve iç pazarı küçük fakat yüksek teknolojili stratejik ortaklar ile birlikte selektif yatırımlara ve en büyük avantajımız olan genç nüfusumuzun donanımı için eğitim kalitesine odaklanmamız gerektiğini, rekabet liginde pazar büyüklüğü dışında hiçbir kriterde ilk 30'a giremediğimizi hiç unutmadan!.. Önümüzdeki 8-10 yıl asıl bu açılardan çok hayati. İyi kullanamazsak, o zaman geldiğinde bugünkü konumumuzu da arar hale gelmemiz kaçınılmaz. Asıl 2023 hedefleri bu dönüşüm ile ilgili olmalı. Politikacılarımıza duyurulur...
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019