Bolluk biterken sınav yeniden başlıyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Türkiye, küresel bolluk konjonktürüne denk gelen siyasi istikrar ve uluslararası kurumlarla uyumlu reform hamleleriyle yaşadığı yükseliş döneminin, bir ara sandığımız gibi küresel krizden kaynaklanan geçici bir molasına değil, bu defa tümüyle kendi dinamiklerine dayalı yeni bir atılım inisiyatifi başlatmazsa gerçek anlamda sonuna gelmiş görünüyor. Hükümetin özgüven aşılama amaçlı söylemleri yer yer hareketlenme yaratıyor gibi görünse de temel büyüme faktörlerinde niteliksel bir dönüşüm ortaya çıkmadıkça, yani yörünge bir üst düzleme oturmadıkça, sıradan bir performansın aşılması muhtemel değil.

Kehanetler ve balonlar yanıltıcı

Zaten Akdenizli genlerimizle sık sık kapıldığımız iyimserlik dozu kaçmış şişinme nöbetlerinde bizim de katıldığımız kehanet korosunun tahminlerinin aksine sadece nüfus dinamikleriyle dünya düzeninin kökünden değişmesinin sözkonusu olmadığı kısa zamanda anlaşıldı.

Liderliğini yitirdi denilen ABD’ye küresel ekonominin belki eskisinden de fazla bağımlı hale geldiği görüldü. Baksanıza, FED Başkanı’nın biraz ikircikli konuşması bile piyasaların ters dönmesine, likidite hacminin erkenden daralmasına yol açıyor. Belli ki politikaları tahminler ve temenniler üzerine değil, gerçekler üzerine kurmak gerekiyor.

Türkiye’nin artık gayrimenkul ve inşaat gibi dönüştürücü gücü sınırlı (veya hiç olmayan), verimliliğe ve rekabet gücüne katkı sağlamayan, piyasa mekanizmalarıyla kendiliğinden gelişebilecek alanlara aşırı yüklenip, balonlar oluşturma pahasına bunlarla avunmaktan vazgeçmesi ve ekonominin temel parametrelerinde radikal bir değişime odaklanması zorunlu. Böylece sermaye hasıla katsayısının düşük olduğu internet ve yazılım, verimlilik ve ölçek eksenlerine dayalı tarım, orta ve üst teknoloji ve innovasyon odaklı sanayi, istihdam ve döviz katkısı sağlayacak hizmet endüstrilerinde dünya çapında başarı hikayeleri yaratmayı hedeflemeli.

Arsa değeri ve genç nüfus yetmiyor

Tabii ki başarı hikayesi yaratmak, sadece arsa değerine (yani jeostratejik konuma) ve genç insan kaynağına güvenerek olmaz. Üretimdeki katma değeri arttırıp işgücü niteliğini yükseltecek kısa ve orta vadeli eğitim stratejilerinin, gerçek anlamda teknoloji ve tasarım geliştirmeyi ve bunu ticarileştirmeyi sağlayacak arge ve girişimcilik politikalarının, endüstri tabanına oturan bilimsel birikimin güçlendirilmesi gerek. Aksi taktirde sadece niteliksiz işgücünü kullanarak ve teknoloji ithal ederek şimdi ulaşabilmiş olduğumuz ve yetersiz kullandığımız refah seviyesinde takılıp kalmak kaçınılmaz.

Dünyanın 17nci büyük ekonomisi olma gururlanmasını da tezelden bırakmalıyız. Sadece nüfus büyüklüğüne dayalı olduğu, bizden daha kalabalık ama daha fakir (yani kişi başına geliri daha düşük) ülkelerin ekonomisinin bizden büyük olmasından da belli olan bu saplantı, bizi rehavete sürükleyecek bir illüzyondan başka bir şey değil. Nitekim otuz yıldır bu açıdan 15 ile 20 arasında bir yerimiz oluyor sıralamada. Oysa küçük nüfuslu dolayısıyla ekonomisi de bizden küçük pek çok ülkenin yurttaşlarına hem çok daha yüksek bir refah sağladığını, hem de bizim şirketleri defalarca katlayacak ölçek ve teknolojide şirketleri olduğunu akılda tutup sorgulamamız daha doğru.

Gençler gelecekten kaygılı

Belki de dünya düzenini daha fazla etkileyecek bir gelişme, gençlik kalkışmalarının yaygınlaşması. Aslında 45 yıl önce gelişmiş batı ülkelerinde “68 kuşağı olayları” adıyla düzene toplu bir karşı çıkma şeklinde ortaya çıkan huzursuzluk, ekonomik yapının ve kurumların gözden geçirilmesine, pek çok reform hareketine başlanmasına vesile olmuştu. Şimdilerde yer yer gelişmiş ülkelerde rastlanan ve gelişmiş kurumlar çerçevesinde akut bir hale gelmeden çözümlenen, arap ülkelerinde toplumsal yapı elemanlarının zayıflığı nedeniyle sosyal fay kırılmalarına yol açan, bizde de gezi parkı olayları ile ikisinin arası bir noktada gerginlik doğuran dinamikler, özünde mevcut ekonomik ve sosyal yapının cevaplamakta yetersiz kaldığı ihtiyaçlardan doğan sosyal tepki hareketleri.

Muhtemeldir ki geleceğin sahibi olan gençlik kesimi, mevcut yapının ve kaynak dağılımının devamı halinde geleceğin kendileri açısından hiç te parlak olmayacağını hissettikleri zaman tepki koyuyor ve değişimin hızlanmasını istiyor. Genç işsizliğinin her tarafta yükseldiği bir zamanda bu taleplerin patlaması, belki de zaten ihtiyaç duyduğumuz dönüşüm için yararlı bir işaret fişeği.

 

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019