Değerli yalnızlıktan arabuluculuğa “ince ayar” siyaseti

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

Değerli yalnızlık kavramı, Türkiye’nin Mısır, Suriye ve İsrail gibi ülkelerle bozulan diplomatik ilişkileri sonrasında ilk kez 2013’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış politika başdanışmanı, şimdiki MİT başkanı Sn. Kalın tarafından ortaya atılmıştı ve “Türkiye bölgesel ve küresel siyasette yalnız değil.

Ama dünya; darbelere, katliamlara sessiz kalırken tek başına doğrunun yanında olmamız gerekirse bundan çekinmeyiz. Eğer buna yalnızlık demek icap ediyorsa bu değerli bir yalnızlıktır. Bu yalnız kalmak, değil onurlu bir duruş sergilemektir” ifadeleriyle açıklanmıştı.

O zamandan bu tarafa köprünün üzerinden çok sular aktı ve gelinen noktada bozulan tedarik zincirleri, enerji ve gıda krizleriyle beraber biri Avrupa’da diğeriyse Ortadoğu’nun ve tarihi kodlarımızın kalbinde olmak üzere iki sıcak savaş ve dahi nice jeopolitik krizle cebelleşen bir düzlem üzerindeyiz lakin bu defa yalnız olmayacak kadar stratejik bir konumda…

Değerli yalnızlık döneminin ekonomiye faturası hem dış ticaret hem de yabancı yatırımlar bakımından bir hayli külfetli oldu. Körfez ülkelerinden gelen ithal yasakları, boykotların yanı sıra zaman içerisinde kötüleşen ekonomik tabloya tepki veren yabancı çıkışlarına bakılacak olursa; 2011 yılında borsada başlayan yabancı çıkışının 2018 yılından itibaren hızlanarak takip eden 5 yılda sadece satış yönüne dönerek toplamda 13 milyar doları aşkın çıkış gerçekleştirdiğini görürüz. Bu esnada kredi notlarımız düştü ve CDS (kredi temerrüt riski) 700 puanın üzerine kadar çıktı.

Özellikle 2018 yılından 2023 Haziran’a kadar ekonomide çeşitli dozlarda korumacı politikalar hâkimken, döviz rezervleri de büyük ölçüde düşüş kaydetti. Haziran 2023 tarihi itibariyle seçimlerden bir süre önce dış politikada başlayan normalleşme adımlarının ekonomiye de sirayet ettiğini geleneksel politikalara geçişle tecrübe etmiş olduk.

Gelinen noktada çok yüksek enflasyon nedeniyle bozulan ekonomik dengenin ve dolarizasyonun henüz önüne geçilebilmiş değil üstelik öncesinde on yıllarca uygulanarak, test edilmiş bir ekonomi politikasının (ortodoks politikalar) aynı kırılganlıkları tekrar ortaya çıkartma riski de mevcutken…

Deyim yerindeyse bozuk plak misali başa sarmamak için enflasyonun düşürülmesiyle eşanlı bir biçimde sürdürülebilir büyümenin yolunu açacak, üretimde verimlilik artışına ihtiyacımız var. Bu dönüşüm, sağlanamaz ve eskiden olduğu gibi sadece gelecek sıcak para ve iç tüketime bel bağlanırsa maalesef yine olası krizlerde kur başta olmak üzere kırılganlıklarımız devam eder.

Diğer taraftan tam bağımsızlık için Türkiye’nin hem içeride hem de dışarıda kendi hikâyesini yeniden tasarlamaya ihtiyacı var. İçeride ekonomiden, hukuk sistemine gerekli alanlarda sürdürülebilir bir dizi yapısal dönüşüm yapılırken, dışarıda da aslında bir süredir izlenen “ince ayar” politikaların devam ettirilmesinde fayda var.

Türkiye’nin son yıllarda Afrika’dan Kafkaslara, yükselen Asya’ya, ulusal güvenlik sorununa neden olan Suriye-Irak politikasına kadar pek çok coğrafyada etkinliğini arttırması ve savunma sanayisindeki atılımları önemlidir.

Özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaşta ülkemizin izlediği ince ayar politikası- ki siyaset bilimciler buna poliheuristik teori diyorlar- aslında tam da sözünü ettiğim hikâyenin önemli bir parçası olacak niteliktedir: Savaşın başlangıcından bu yana Türkiye, Rusya’nın haksız savaşına tepki gösterirken yaptırımlara katılmayarak, kabul edilebilir bir arabulucu görevi üstlenmiştir.

Ukrayna’ya yardım göndererek, ilişki ve arabuluculuğunu sürdürmüş ve gelecekteki bir barış senaryosunda potansiyel garantörler ve Batılı ortaklarıyla aynı tarafta kalarak küresel ve bölgesel etkinliğini arttırmaya özen göstermiştir. Örneğin Putin’in Türkiye’ye ziyareti BM ve ABD başta olmak üzere merakla beklenirken, öncesinde Zelenski’yi ağırlaması bile bu bağlamda tesadüfi değildir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kur, faiz, enflasyon 25 Mart 2024