Durmuş Yılmaz'dan 2012 mesajları

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ hakan.guldag@dunya.com

Belki de 2012'ye ilişkin tek belli olan

nokta bu yılın belirsizliklerle dolu olduğu...

Herkesin kendine yön aradığı bir dönemdeyiz...

Bu ortamda geçen hafta iki toplantı yapıldı...

Her ikisinde de gazeteniz DÜNYA'nın imzası vardı...

Cuma günkü toplantı Bursa'daydı...

Merkez Bankası ve Bursa Ticaret ve Sanayi Odası'yla...

Moderatörlüğünü başyazarımız Osman Saffet Arolat yaptı...

Her zaman olduğu gibi...

Arolat, Merkez Bankası ile bu

toplantılara 10 yıldan fazla bir süredir devam ediyor...

Türkiye'nin, özellikle de Anadolu iş

dünyasının Merkez Bankası'nın

politikaları ile hem tanıştığı hem de tartıştığı bu toplantılar her

yapıldığında gündemi oluşturuyor...

Bu kez de öyle oldu...

Merkez Bankası Başkanı Erdem

Başçı'nın Bursa'daki açıklamaları gündemin tepesine oturdu...

  ***

Toplantıyı Yurt Haberleri Servisi

Şefimiz Handan Sema Ceylan da izledi...

Ondan aldığım bilgiye göre

toplantıya ilgi yoğunmuş...

Son derece de canlı geçmiş...

Hem biz toplantıyı geniş şekilde

sayfalarımıza aktardık...

Hem de diğer gazeteler...

Ekonomi kanalları ise toplantı

başladığı andan itibaren yayındaydı...

Bursa'da Başkan Başçı önemli mesajlar verdi...

BTSO Başkanı Celal Sönmez de

öyle... "Üretici, kur savaşlarında çok

tokat yedi" dedi Sönmez;

"Artık alanda kazandığı savaşı masa

başında kaybetmek istemiyor..."

Başçı ise Türk Lirası'nın bu yıl

dolarla mücadele edeceğini söyledi... Ve ekledi:

"Bu yıl TL doları yener...

Bu çok iddialı bir laf...

Ama bir kenara yazın, 2012 TL'nin yılı olacak..."

  ***

Bu toplantıdan bir gün önce ise Orhangazi'deydik...

Orhangazi Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ergün

Efendioğlu'nun daveti ile...

Oradaki konferansımızın konuğu

Merkez Bankası'nın önceki başkanı Durmuş Yılmaz'dı...

Toplantının moderatörü de yazarımız Dr. Rüştü Bozkurt...

Biliyorsunuz, Yılmaz şimdi Cumhurbaşkanlığı Ekonomi

Başdanışmanı...

OTSO Başkanı Efendioğlu açılış konuşmasında iş dünyasının

hissettiklerine yer verdi...

Başkaldıran enflasyon canavarından...

Müdahalelere rağmen yükselen

dolar kurundan bahsetti...

Ve hepimizin merak ettiği soruyu dillendirdi:

2012 nasıl geçecek?

  ***

Lafı hiç uzatmadan söyleyeyim...

Durmuş Yılmaz, bu yıl Türkiye

ekonomisinin yüzde 4 büyümeyi yakalamasını bekliyor...

Bir baz senaryo oluşturmuş 2012 için...

Beklentilerini bu senaryo çerçevesinde sıraladı...

Yılmaz'ın 2012 beklentilerini dayandırdığı senaryo

dört ayak üstüne oturuyor:

Bir; Avrupa batmıyor, dolayısıyla euro çökmüyor...

İki; dünyada resesyon, yani ekonomik küçülme yok. Ancak

büyüme OECD ve IMF'nin öngördüğü gibi ‘0' ya da sıfıra yakın

düzeyde...

Üç; Türkiye ekonomisi yumuşak iniş yapıyor...

Dört; sıkı maliye politikası devam ediyor...

Yılmaz'a göre, bu baz senaryo gerçekleşirse, Türkiye,

hükümetin hedeflediği yüzde 4 büyümeyi yakalayabilir...

  ***

Yılmaz bu öngörüsünü paylaşırken, önemli bir tartışmaya

da parmak bastı...

İş Bankası ve diğer bazı kurumların büyümenin bu yıl yüzde

2 civarında kalacağı beklentisini değerlendirdi...

Dedi ki:

"Düşük büyüme beklentilerinin arkasında yatan analiz şu:

Bankalarımızın borcu Avrupa'ya...

Önümüzdeki 12 ay vadede döndürülecek dış borçlarımıza

bakıyoruz... 135 milyar dolar...

115 milyar doları özel sektör borcu...

Dünyada durum sıkıntılı...

Avrupa ekonomisi durgunluğun eşiğinde...

Eğer Avrupa'da ekonomi büyümez ise biz oralara mal satamayız...

Bu mal ve hizmeti satan şirketlerimizde birtakım küçülmeler

ortaya çıkabilir...

Dolayısıyla Türkiye bu borcu çeviremeyebilir...

Bankalar da içeriye kredi vermekte

zorlanacağı için büyüme düşecek deniliyor..."

  ***

"Fakat..." dedi Yılmaz...

"Çevrilmesi gereken borcun

nereden geldiğine bakmak lazım...

Borcu alanların güçlü nakit

teminatları olduğunu bilmek lazım...

Çünkü deniyor ki, bunların çoğu

kendi paralarını ülkeye getiriyorlar...

Ki bu bana göre de yanlış değil...

Onun için, sorunlu olacak kısım, en

çok 15-20 milyar dolar...

Büyümenin yaşandığı süreçte o

borçları kısmen kapattılar...

Görünen o ki, şirketler, kurumlar

döviz açıklarını bugün de kapatmaya çalışıyor...

Döviz piyasasındaki hareketin bir nedeni de bu...

Borçlarını kapatmak için döviz talep ediyorlar...

Onun için bugünkü döviz talebi gerçek talebe dayanıyor olabilir..."

  ***

Yılmaz'a göre, beklentiler kanalı çok önemli...

Eğer kriz felakete dönmez ise çok sorun olmaz...

Yılmaz bir ara felaketten kastını da açıkladı:

Euronun çöküşü ve dağılması...

Ancak şu anda böyle bir beklentisi yok... Zaman zaman moraller

bozulur ama yolumuza devam ederiz...

"Elimize bir fırsat geçti" diyor;

"IMF ile anlaşmamız yok...

AB ile yürüyor, yürümüyor bir ilişkimiz var...

Şimdi çıpa bizzat biziz...

Bu dönem bize büyük bir test fırsatı sunuyor: Acaba eski

alışkanlıklarımızdan vazgeçtik mi?"

Soruyorum: Size göre?

"İyileşmeler var...

Ama bazı noktalarda depreştiğini

görüyorum ve ürküyorum...

Başarımızın devam etmesi için ödevlerimizi aksatmadan

yapmalıyız... Biz, 2001'de damdan düştük, dersimizi aldık...

Dersi devam ettirmek de bize düşer..."

  ***

Konferans öncesinde Orhangazili sanayicilerle birlikte sohbet ediyorduk...

Türkiye'de çeşitli yönetim kademelerindeki "özgüven patlaması"ndan konuşuluyordu...

Konuşulanlara şöyle bir yorum getirdi Yılmaz:

"Ne aşağılık kompleksi içinde olmak... Ne de kendine aşırı güven

duymak... İkisi de çıkmaz yol...

Topluma zarar vermek istiyorsanız bu iki yoldan birine sapın..."

Bir sanayici atıldı:

Peki o zaman ne yapmak lazım?

"Tasavvuftan hareketle şöyle söyleyeyim" dedi Yılmaz:

"Her zaman korku ile umudun arasında durmak lazım..."

Kriz ne zaman biter?

Durmuş Yılmaz 2012'deki gelişmelerin önemli ölçüde

Avrupa'daki gelişmelerle şekilleneceğine dikkat çekti...

Ve euronun niçin böyle bir duruma geldiğine ilişkin soruları irdeledi...

Yılmaz şunları anlattı:

"Euro bir ekonomik projeydi...

AB bütünleşmesinin temelinde ise siyasi mülahazalar olduğu anlaşılıyor...

Engel olamadıkları iki savaş ve Rusya tehlikesi gibi...

Bu süreçte, euro uygulamasına denetim ve gözetim tam oluşturulmadan gidildi...

Oysa, sağlam bir parasal birlik için ortak Hazine olması lazım.

Euronun devreye girdiği 2002 yılına bakalım...

Örneğin İspanya'da 2002 yılında 100 olan konut fiyatları endeksi bugün 155 düzeyinde...

Aynı süreçte Yunanistan'da işçilik ücretleri 100'den 145'e çıktı...

Almanya ise çok daha farklı bir rota izledi...

2002'de 100 olan konut fiyat endeksi bugün 104 düzeyinde...

O yıl 100 olan işçilik ücretleri düzeyi bugün 106'da...

Bugün Yunanistan'ın biriktirdiği enflasyonun yüzde 40 olduğu söyleniyor...

Ama Yunanistan parasının değerini düşüremiyor...

O zaman çalışanların ücretlerini düşürecek...

Başka çare yok...

Çünkü bugün Almanya'da şirketler en çok yüzde 2'den borçlanırken, İtalyanlar yüzde 7'den,

Yunanlar ise yüzde 36'dan borçlanıyor.

Öte yandan, Avrupa için bu kriz kaçırılmayacak kadar iyi bir kriz... Çünkü değişim için kriz şart.

Belki o olmazsa değişim de yaşanmayacak...

Hazine birliğini sağlamak mümkün olmayacak...

Euronun geleceğine ilişkin senaryolar çeşitli...

Dağılabilir ama benim şahsi kanaatim bu bir felaket olur...

Yunanistan ve Portekiz gibi ülkeler eurodan çıkartılabilir...

Bir başka seçenek olarak, güçlü ülkeler kendileri euro'dan çıkabilir...

Ya da yeni euro oluşur...

Kaldı ki, göstergeleri kötü olan ülkeler, yüzde 30-40 değer yitiren yeni euroyu

kullansın diyenler var.

Ama bunların hiçbirine henüz karar verilmedi.

Şu anda Avrupa Merkez Bankası da aynen Amerikan Merkez Bankası'nın (FED) yaptığı gibi siyasilere zaman

kazandırmanın peşinde...

Onun için 489 milyar euro verdiler...

Bunun ikinci ve üçüncü bölümü de gelecek...

Peki, kriz ne zaman son bulur?

Bunun yanıtını bilen yok...

Ama Japonya'ya bakarak şöyle bir spekülasyon yapabiliriz...

Japonya 15 yıldır sıkıntılarını çözemedi...

Ne yapmıştı, sıkıntı başladığı zaman?

Hiçbir bankanın, şirketin batmasına izin vermedi...

Bastı parayı, sorunlu olanı da olmayanı da aynı sepete koydu ve yaşatmaya çalıştı...

Şimdi Avrupa da bunu yapmaya çalışıyor...

Sorun özde iflas sorunu...

Oysa likidite sorunu olarak görülmeye ve öyle çözülmeye çalışılıyor... Ama bilançolar düzelmedikçe,

bankalar sağlığına kavuşmadıkça sorun sürer...

Biz 2001'de bir dönem Japonya'nın, şimdi de Avrupa'nın

yaptığı gibi herkesi kurtarmaya kalksaydık ne olurdu?

Hızla iyileşebilir miydik?

Onun için, zaman vermeyeceğim ama kriz ne zaman son bulur

sorusunun yanıtı; 3-5 yıldan aşağı değil...

Saç tıraşı filan diyorlar ya, işte o olmadan bu iş düzelmez...

Avrupalı yetkililerin acı ilacı uygulaması lazım...

Bazı adımlar atılmaya çalışılıyor...

Avrupa demokrasinin beşiği deniliyor...

Ama işte herkesin gözünün içine baka baka, seçilmiş

hükümetleri ittiler yerine teknokratları getirdiler...

Bu süreçte, bize düşen görev ne derseniz: ‘Alert' olmak... Daima tetikte olmak..."

Her merkez bankası başkanı test edilir, ben eksiyle başladım...

Orhangazi'deki sohbet sırasında sanayicilerden bazıları, Durmuş Yılmaz'ın

Merkez Bankası Başkanı iken, sergilediği tavrı övdü... "Biz size güvendik... Siz

görevdeyken rahat ettik... Şimdiki Merkez Bankası Başkanı'mıza da güveniyoruz. Sizin

rahle-i tedrisatınızdan geçtiğini biliyoruz...

Ama kafalarımız da karıştı. Yapılan müdahalelerin anlamı nedir?

Yılmaz, net bir yanıt verdi:

"Ben iş başına gelince de aynı şeyler söylendi. Ama sonra görüldü ki, yapılanlar

doğruydu... Umarım, Merkez Bankası bu kez de haklı çıkar..."

Ve bu yanıtının ardından şunları söyledi: "Her merkez bankası başkanı göreve

geldiğinde test edilir. Herkes onu bir dener.

İktidar dener, piyasa dener... Onun için göreve gelen merkez bankası başkanı o

zamana kadar ne yapmış olursa olsun sıfırdan bir test edilir. Ben ise göreve eksi ile başladım.

Çünkü ben atanınca toplum ikiye bölündü. Bir kesim dedi ki, işte hükümet kendine göre birini buldu, göreve getirdi. Onlar ne

söylerse yapacak. Karısının başı kapalı, kapısının önünde ayakkabılar çıkarılıyor filan... Ne anlar parayı yönetmekten diye

düşünüldü...

Bir kesim de dedi ki, hükümet şu ismi Cumhurbaşkanı'na götürdü, olmadı... Bu ismi götürdü, o da olmadı... Köşk, Durmuş

Yılmaz'ı kabul etti... Evet, eşinin başı kapalı, kendisi de muhafazakar birine benziyor ama acaba aramızda bir ‘kara koyun' mu?

İçimizde beşinci kol faaliyeti mi yürütecek? Yıllar sonra, birinci grup benim hakkımı teslim etti. Bu adam muhafazakar ama işi

de biliyor, iyi yönetti dediler. Ama biliyor musunuz, muhafazakar kesimler arasında benim için hala şüphe duyanlar var.

Kimileri hala beşinci kol faaliyetine devam edip etmediğimi sorguluyor..."

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar