‘Övünmek değil, öğrenmek isteyen hoca’ Güngör Uras

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ hakan.guldag@dunya.com

Günlerden 15 Aralık Cumartesi… Moda Tarihçi Kitabevi’ndeyiz…

Öğrendik ki, Tarihçi Kitabevi yıllardır düzenli olarak her cumartesi günü bir söyleşi gerçekleştiriyormuş.

Hakikaten hayran olunacak bir çaba…

Ne yazık ki, ben bu söyleşiler dizisinin ancak 269’uncusuna yetişebildim...

“Ege Cansen’in katılımıyla Güngör Uras’ı Anma” etkinliğine…

                                                                                ★ ★ ★

Tevfik Güngör Uras, hiç şüphesiz Türkiye’nin çok sevdiği ekonomi yorumcusuydu…

Biz ekonomi gazetecilerinin hem ağabeyi, hem de hocasıydı…

Bir ekonomi gazetesi olarak yayın hayatına başladığından bu yana gazetemiz DÜNYA’nın da yazarıydı. 35 yılı aşkın bir süre gazetemizin ikinci sayfasındaki köşesinde her gün ekonomiyi yorumladı.

Güngör hocamızın ekonomiyi halkın anlayabileceği yalın bir dille ustaca anlattığı malum… Çok üretken bir yapıya sahip olduğu da…

Tarihçi Kitabevi’nden çıkan son kitabı ‘İndir Faizi Bindir Faizi’ dahil pek çok kitap, Tevfik Güngör, Ali Rıza Kardüz ve Güngör Uras isimleriyle 10 binin üzerinde makale yazdı.

85 yaşında, Türkiye’ye ekonomiyi sade bir dille anlatmak için yarattığı ‘Ayşe Teyze’ ve ‘Ali Rıza Bey Amca’ karakterlerini öksüz bırakarak, 19 Ağustos’ta aramızdan ayrıldı…

Geçen hafta sonu O’nu bu kez, Türkiye’nin önde gelen ekonomi yazarı, yakın dostu Ege Cansen anlattı. Kaçıramazdım. Gittim, dinledim. O lezzette aktarmam mümkün değil ama küçük bir kesit çerçevesinde de olsa sizlerle paylaşmak istedim…

                                                                                 ★ ★ ★

“Türkiye’ye yeni kavramlar kazandırdı. Her yerde sevgi ve saygı gördü. Üniversitede dersler verdi. Çok ünlendi. Ama bir gün olsun bunlarla övündüğünü duymadım” dedi Cansen,”Karşısındaki kişiye elini uzattığında hep ‘ben Güngör’ dedi. Profesör ya da başka bir unvanını kullanmadı. O her zaman ‘saf ve bakir Anadolu çocuğu’ olmayı seçti.”

Bir an durdu ve ekledi:

“Vehbi Koç da böyleydi. O da hep öğrenci olmayı tercih etti. Vehbi Bey de, Güngör de çok özel insanlar. Sonradan çok da iyi anlaştılar, dost oldular. Size öyle güzel anlattırırlar ki… Güngör gelir, kolunuza girer, ‘Yahu sen bunu çok iyi biliyorsun bana da anlat’ der bir güzel konuşturur. Gaza gelir anlatırsın… Siz anlatırken onlar ‘yapma, deme, ne diyorsun’ gibi çok çeşitli nidalarla güya pek bir şaşırırlar anlattıklarınıza… Çok kez, ‘acaba makara mı yapıyorlar, tezgâha mı geliyoruz’ diye düşünmüşümdür…”

Devam etti sözlerine:

“Belki biraz da aptalı oynayarak bilgiyi topluyorlardı. Etrafımız bilgi dolu. Beceri o bilgiyi toplamakta. Aynen bal peşindeki arı gibi…”

                                                                                  ★ ★ ★

“Güngör her çiçekten bal alacak kadar akıllı bir böcekti” dedi Cansen, “yazılarını yazarken faydası olacak herkesten bilgi almayı bir ustalık haline getirmişti. Çevresinde telefon edip bilgi aldığı en az 50 kişi vardı. Bir konuyla ilgili yazı yazıyorsa, o işin uzmanına danışmadan yazmazdı. Hepimiz şaşırırdık, bunca ayrıntıyı nasıl bilebiliyor diye… İşte yazılarını zenginleştiren bu özelliğiydi.”

Güngör ağabeyin farkını vurguladı:

“Çoğu insan, yazarlar, iktisatçılar, gururlarını yenip, soru sormazlar. O zaman da balı alamazlar. Koca profesör olmuş adam, nasıl soracak? Egolarımızın üste çıkması bizi kilitliyor. Bir bilene soramıyoruz. Güngör’ün ise hiç böyle bir derdi yoktu. Bunları aşmıştı. Onun derdi doğru bilgiye ulaşmaktı. A’ya sorar öğrenir, yetinmez aynı konunun uzmanı B’ye de o öğrendiklerini aktarır, ‘böyle diyorlar, sen ne diyorsun’ diye çifte kontrol yapardı. Efendim, ben sordum ama sorduğum kişi işi tam bilmiyormuş. Okura ne bundan? Güngör okura hiç mazeret söyleme gereği duymadı.“

                                                                                   ★ ★ ★

“Güngör Uras” dedi Cansen, “çevresinden almasını da vermesini de bildi. Neyi alıp neyi verebileceğini bilme konusunda da ustaydı. Çünkü çevreyi, içinde yaşadığı toplumu iyi bilirdi. Çok ah, vah ederseniz, “Burası Türkiye abi’cim” derdi. Ortamını tanı, çok da kafayı takma anlamında…”

‘Çevre’ meselesini biraz daha derinleştirdi:

“Hepimiz çevremizin eseriyiz. Efendim, benim tohumum şöyle böyle… Gel seni taşa koyayım bak bakalım o tohum yeşeriyor mu? Doğru beslenmek için doğru çevrede kalmak önemli. Güngör bunu iyi bilirdi.”

Biraz daha derine indi:

“Hepimiz birer boş şişeyiz. Etrafımızda yağmur da var, çeşme de var. Hani, ‘Oxford vardı da biz mi gitmedik’ deniyor ya… İyi de sen ne yaptın? Usta önemli ama çırak da öyle… Hangi ortam Nobel almayı kolaylaştırıyor diye bir araştırma yapılmış. Ortaya çıkan sonuç şu: Nobel alanların çoğu, daha önce Nobel almış insanların yanında yetişen bilim insanları… İyi bir ustanın yanına düşmek büyük şanstır. Ama daha önemlisi ustadan almasını bilmektir. Çağlayanın altına girsen eğer sırtını dönüyorsan, bir damla su girmez içeriye. Ama sen niyetliysen, çeşme ip gibi de aksa küpünü doldurursun…”

                                                                                    ★ ★ ★

Ege Cansen’i dinleyen kalabalık grup arasında Cahit Kayra ve Nermin Abadan Unat da vardı. Eski bakanlardan yazar Cahit Kayra 1917 doğumlu. 101 yaşında… Prof.Dr. Nermin Abadan Unat ise 97 yaşında…

“Benim Güngör Bey ile hiç tanışıklığım yok” dedi Profesör Unat ve şöyle devam etti:

“Yine de Türk kamuoyunu ekonomi konularında bu kadar net aydınlatan bir başkasını tanımıyorum. ‘Ayşe Teyze’ kavramını Türkiye’ye armağan etti. Türkiye’nin her yerini bize anlattı. Çok az sayıda aydın egosunu şişirmeden Türkiye’de bu kadar çok dolaşabilir. Siz ‘saf ve bakir Anadolu çocuğu’ diyorsunuz… Oysa ben onun çok rafine bir adam olduğunu görüyorum. Bir kez bile birlikte yemek yemedik ama o hepimize Türkiye’nin sadece bir kebap ülkesi olmadığını anlattı. Farklı lezzetleri, çeşitliliği gösterdi. Hayatın zevklerini sonuna kadar hem kendisi tattı, hem de bize tattırdı. Çok zengin olmasanız da bunları yapabileceğinizi gösterdi. O rafine zenginliği yazıları aracılığıyla hepimize aktardı.”

                                                                                     ★ ★ ★

“Güngör’ün müthiş sosyal zekasının formülü biraz da burada...” diye tekrar sözü aldı Cansen ve konuşmasını şöyle tamamladı:

“Her ortamda kabul gördü. İçine girdiği ortamlar onu itmedi, aksine hızla kabul etti. O da her ortamdan faydalanmasını bildi. Açıkça söylüyorum; ben Güngör’ü kıskanıyorum. Hayatı dibine kadar son damlasına kadar içmiştir. Bunu da hakkını vererek yapmıştır. Biraz da Freud’dan alarak söyleyeyim; egosuna yani benliğine karşın, süper egosuyla, yani üst benliğiyle, vicdanıyla hareket etmiştir. Vicdanı olan insan sevilir. Etrafında oluşan o sevgi halesini herkes oluşturamaz biliyorum. Ama ben uğraşmaya devam edeceğim.”

Cansen’in Güngör Uras anlatımını, bir bilim insanı “Övünmek değil, öğrenmek isteyen insan” diye yorumladı. Bu belki de Cansen’in konuşmasının en yalın özetiydi…

Söyleşi sonrasında ayaküstü sohbet ettiğimiz eski bankacı Beşir Özmen’in sözleri ise belki de Cansen’in Güngör Uras’ı anlatırken verdiği ana dersi özetliyordu. “Ege Cansen’in söyledikleri bana Yunus’u hatırlattı” dedi Özmen ve Yunus Emre’nin dizeleriyle devam etti:

“Bir pınarın yanına, kapalı testi kona…

Kırk yıl orada dura, kendi dolası değil…”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar