Olimpiyat projesinin iki yüzü

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

Çoğunuz tanık olmuşsunuzdur, gelişmiş ülkelerden ve özellikle Avrupa'dan kısa bir süre için Türkiye'ye gelenler (tabii bunların belli bir yaşı aşmamış olanları) karmaşa, dalgalanma ve belirsizlikleri canlılığın belirtisi sayar ve heyecan verici bulurlar. Kendi güvenli fakat fazlasıyla sakin ülkeleriyle karşılaştırıldığında yakın geleceği öngöremedikleri bir ortamdan olumlu etkilenmeleri, hele bu hareketli ortamın aynı zamanda artık gelişmiş dünyada rastlanmayan yüksek büyüme potansiyelini de yansıttığı düşünülürse, doğal. Ancak ziyaret uzar ve bilgisi artarsa bu heyecanın süratle azaldığını, yine alışkın olmadıkları olumsuz özelliklerin yaşamı da, potansiyelin gerçekleşmesini de zorlaştırdığını fark etmelerinin uzun sürmediğini de gözlersiniz. İlginç olan şu ki son zamanlarda bizim aramızda da,  gerçeğin sadece bir yüzüne ya daolan bitenin bir bölümüne bakarak yeni gelmiş bir ziyaretçi gibi afaki yorum yapanlar artıyor. Ait ya da yakın oldukları kutba göre olumlu ya da olumsuz ama mutlaka abartılı olan bu yorumlar, işe yarar çözümler ya da çıkış yolları bulunmasına katkı yapmak bir yana, böyle bir amaç da taşımıyor; aksine bulanıklığı arttırarak bilgi kirliliği yaratılmasına katkıda bulunuyor.

Olimpiyat seçimindeki iyi sinyaller

Böyle bir ortamda, konusu ne olursa olsun, toplumun farklı kesimlerini, siyasal iktidarı ve muhalefeti, aydınları, medyayı ve sokaktaki adamı aynı hedef ve heyecan etrafında birleşmiş görmek çölde bir vaha etkisi yaratıyor. Anlamışsınızdır, geçen hafta topluca kilitlendiğimiz 2020 olimpiyatları kenti seçimini kastediyorum. Ne var ki benim sevindiğim tarafı, seçimin sonucuyla ilgili değil. Öncelikle toplumun tümünün küresel olarak da değerli ve geçerli olan bir ortak payda çevresinde bir araya gelip eyleme geçmesi etkileyici ve umut verici. İkincisi de hükümetin ve özel kesimin sahici bir özgüven ve odaklanmayla başlattığı inisiyatifle kapsamı sınırlı da olsa ülkeye ve halka önderlik bağlamında iyi bir örnek vermesi. Bu önderlik işlevi, bu köşede sık sık değindiğimizdaha önemli ve çetrefil sınavlarda da ihtiyacımız olması açısından kritik. Olimpiyat gibispor temelinde en kapsamlı ve küresel organizasyonun sporu da aşan bir işbirliği,  rekabet ve barış mesajı verdiği düşünülürse, aynı vizyonun ekonomiden dış politikaya her alanda gözetilmesini de bekleyebiliriz.

Sevindirici olan başka bir husus da, daha önceki dört başvurumuzda en fazla 9 oy alabilmiş ve hatta bir bölümünde aday ülke bile olamamışken şimdi 26 gibi ciddi sayıda ülke temsilcisinden destek alacak bir imaj düzeyine ulaşmış olmamız ve üstelik bunu bizden çok daha yüksek refah düzeyindeki iki kente karşı gerçekleştirmemiz. (İkinci tur oylamada farklı ve gelecek olimpiyata yönelik taktiksel faktörler rol oynadığından, aynı derecede önem taşımıyor. ) Bu da son on yılda kat ettiğimiz mesafenin sadece ekonomik göstergelere ilişkin niceliksel bir iyileşmeye değil, aynı zamanda ülke algısı ve profili ile ilgili niteliksel bir düzelmeye işaret ettiğini gösteriyor.

 

Madalyonun diğer yüzü

 

Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Kendisini hem seçim öncesi beklentilerde, hem de sonucun açıklanmasından sonraki değerlendirmelerde gösteren ve gerçekçilikten uzak duran bir anlayış söz konusu. Türkiye'ye karşı çifte standart uygulandığı, hatta batı ülkelerinin bizi sevmediği gibi duygusal değerlendirmeleri bir yana bıraksak bile, nesnel koşullar itibariyle de rakiplerimizden daha avantajlı oluğumuzu ileri sürmek pek de ayağı yere basan bir iddia olmuyor. Öncelikle kabul etmeliyiz ki olimpik düzeyde sporcu yetiştirme ve spor seyirciliği açısından sadece rakiplerden değil, oy veren ülkelerin çoğundan da geride olduğumuz açık. Ayrıca altyapı ve tesislerin büyük bölümü mevcut değil ve bundan sonra yapılacak dev yatırımlara bağlı.  Oysa eskiye oranla düzelmiş olsa da Türkiye'nin güven algısı, rakiplerinin hele Japonya'nın düzeyinde değil. Kaldı ki diğer iki kent te mevcut tesisleri yeterli olduğu için düşük bir ilave yatırım taahhüdüne giriyorlar. Bu bağlamda Japonya'nın yatırım için gerekli kaynağı geçen adaylıktan beri bir fonda muhafaza ediyor olması da ilginç bir detay ve güvence.

Muhtemelen nihai karar aşamasında en fazla önem taşıyan kaygılardan biri Türkiye'nin yapmayı taahhüt ettiği 20 milyar dolar civarındaki yatırım harcamasının ekonomik etkileri. Kronik cari açığı ve kırılganlığı ile bilinen bir ülkenin önümüzdeki birkaç yıl içindebu ölçüde büyük bir ekstra harcama yükü altına girmesi, hem olimpiyatların başarıyla tamamlanması açısından bir risk, hem de Türk ekonomisinde oluşabilecek dengesizliklerin diğer ekonomilere yansıyabilecek nitelikte görülmesine yol açabilir. Yakın geçmişte Atina olimpiyatları dolayısıyla edinilen Yunanistan deneyimi de, Türkiye ve İspanya'ya göre Japonya'nın daha fazla tercih edilmiş olmasını açıklayabilir. Tabii bütün bunların dışında Türkiye'nin şansına, futboldaki şike soruşturmaları ve son olarak patlak veren doping skandallarının da hiç yardımcı olmadığını not etmekte yarar var. Ötedenberi ülkenin yatırım cazibesini sakatlayan en önemli faktörlerden biri olduğunu vurguladığımız hukuk güvenliği burada da temel zaaflarımızdan biri olarak yolumuza çıkıyor.

 

Üzülmeye mahal yok

 

Sözün kısası, vizyon ve özgüven yönünden olduğu kadar altyapı ve istihdam açısından da önemli potansiyel katkıları olabilecek olimpiyat projesinin, öte yandan içerdiği büyük yatırım ihtiyacı ve bunu karşılayacak kaynağın ister borçlanma ister ilave vergi yoluyla karşılansın ciddi maliyete ve dengelerde bozulmaya yol açacak olması nedeniyle nihai faydası tartışmaya açık. Hele spor alışkanlığı ve sporcu sayısı yönünden zayıflığımız dikkate alınırsa yapılan tesislerin yeterince kullanılmama ve atıl kalma ihtimali de yabana atılamaz.

Bu nedenle küresel konjonktürün belirsiz ve ikircikli olduğu, para bulmanın giderek zorlaştığı, üstelik Türkiye'nin büyüme performansının, makroekonomik göstergelerinin ve bütçe dengelerinin olumsuz eğilim gösterdiği bir dönemde olimpiyat taahhüdünün üstlenilmemiş olmasına belki de fazla üzülmemek gerekir. Kazanmaya bu kadar yaklaşmış olmanın verdiği moral ile, küresel standartları esas alan yapısal hamlelerin tamamlanarak kırılganlığın azaltıldığı, tesis açığının bir ölçüde küçültüldüğü, spor ve seyirci performansının iyileştirildiği bir ortamda, hele sermaye akımları da yeniden hareket kazanmışsa sadece seçimi kazanma şansımız değil, olimpiyatı başarma şansımız da daha fazla olacaktır.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019