Özgüven evet, gurur tamam ama kibir asla!

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ hakan.guldag@dunya.com

Yeşilçam filmlerinden

hatırlayacaksınız...

Hani, 'fakir genç-zengin kız'

hikayesi...

Bir vesileyle karşılaşıp aşık olurlar...

Ancak zengin ailenin aşk

masallarına karnı toktur...

Kızı kurtarmaya karar verirler...

'Münasebetsiz damat adayı' artık

senaryoya göre, Bebek'teki yalı ya

da Levent'teki villaya çağrılır...

Belki de zengin baba fakir genci

çalıştığı oto tamirhanesinde ziyaret

eder...

Ama sonuç değişmez:

Kızlarını bırakması için para teklif

ederler...

Tabii, saf ve fakir genç parayı

almaz...

"Yazıklar olsun" diyerek oradan

ayrılır...

 ***

Gel zaman git zaman zengin aile

dara düşer...

Ya fabrikayı satacak olur ya borç

para arar...

Bu sahne genellikle, artık o kadar

da zengin olmayan babanın, yeni

patronun yazıhanesine girmesiyle

başlar...

Gizemli patron büyük bir deri

koltukta arkası dönük olarak

oturmaktadır...

Birden bire döner...

Bir de ne görelim?

fiakakları pudrayla hafif

kırlaştırılmış da olsa bizim saf aşık

karşımızdadır...

Afilli giysiler içinde ayağa kalkar ve

ilk cümlesi şu olur:

"Bir zamanlar fakir ama gururlu bir

genç vardı..."

 ***

Bugün yaşananlar ne kadar da

Yeşilçam filmlerinin bu bize aşina

sahnesine benziyor değil mi?

Batı'nın, dünya ekonomisindeki

250 yıllık kesintisiz egemenliği

geride kalıyor...

Oysa çok değil 20 yıl öncesinde

bile tablo çok farklıydı...

Dünya üretiminin üçte ikisinden

fazlası nüfusu 1 milyarı bile

bulmayan ABD, Avrupa ülkeleri ve

Japonya, yani gelişmiş ülkeler

tarafından yapılıyordu...

5 milyarlık nüfusu ile gelişmekte

olan ülkelerin payı ise üçte birden

azdı...

Bugün yarıdan fazla...

ABD ve AB'nin dünya ticaretindeki

payı yüzde 40'lara geriledi...

Yükselen ise gelişmekte olan ülke

ekonomileri...

Yeşilçam filmine benzetmem bu

yüzden...

'Teşbihte hata olmaz'...

intikam sırası fakir ama gururlu

ülkelerde...

 ***

Dünyada ekonomik güçlerin

ağırlıkları değişiyor...

Tarih de değişecek...

Ne demiş Herodot?

"Tarih, Avrasya'da Doğu'yu

Batı'dan ayıran hayali çizgi

boyunca yaşanan hareketlerin

damgasını taşır..."

Fernand Braudel...

Fransız tarihçi...

O da, Maddi Uygarlık isimli ünlü

üçlemesinde özetle, "tarihçileri icat

eden ve onları içeride ve dışarıda

kendi çıkarlarını temellendirmek

üzere kullanan Avrupa" diyor,

"merkezinde kendisinin yer aldığı

bir 'uygarlık' tarihini bütün dünyaya

dayattı..."

Avrupa ya da Batı merkezli tarih de

değişecek...

 ***

Andre Gunder Frank...

Alman kökenli Amerikalı ekonomi

tarihçisi...

Bütün akademik yaşamı boyunca

gelişmiş ile az gelişmiş arasındaki

ilişkileri inceledi...

1998'de yazdığı 'Yeniden Doğu'

kitabında; "Batı'nın üstünlüğünün

dünya tarihinde aslında

zannedilenden çok daha kısa bir

geçmişi olduğu"nun altını çiziyor...

Avrupa merkezli ve Avrupa

merkezci tarihlerin aksine, en

azından 1800'lü yıllara kadar

dünyada Asya'nın baskın durumda

olduğunu gösteriyor...

Avrupa'nın ancak Amerika'nın

'keşfi'nden sonra...

Silahla, kanla

sömürgeleştirilmesinin ardından...

Oradan aktarılan değerli madenler

sayesinde dünya sahnesine

girmeye başladığını anlatıyor...

Ve o haliyle bile, "yüzlerce yıl

üretimde, ticarette ve de

teknolojide Asya'nın gerisinde

kaldığını" somut verilerle

kanıtlıyor...

 ***

Frank'a göre, küresel ekonomi

Batı'nın getirdiği yeni bir sistem

değil...

Dünya sahnesine çok daha erken

çıkmış...

Merkezinde de Doğu'nun

bulunduğu bir sistem...

Frank, Batılıların hiç göstermediği

yüzüyle, Osmanlı

imparatorluğu'nu o dönemde

dünya ekonomisinin önemli bir

parçası olarak görüyor...

Aynen ünlü tarihçimiz Halil inalcık

gibi...

Pek çok çalışmasının yanı sıra,

inalcık'ın Osmanlı

imparatorluğu'nun Ekonomik ve

Sosyal Tarihi çalışmasında yer alan

"Uluslararası Ticaret" ile "Bursa ve

ipek Ticareti" makaleleri bu yönde

çarpıcı deliller içerir...

Yavuz Sultan Selim'in Doğu

seferinin altında, o zamanki küresel

ticareti kontrollerine almak için

Hint Okyanusu'nda cirit atmaya

başlayan Portekizliler'e karşı

tedbir alma hedefinin olması gibi...

Sadece Osmanlı'nın da değil...

Moğollar'ın, 1340'ta Tebriz'de

italyanları kılıçtan geçirip kentten

atması da o dönemin küresel

rekabet öyküsünün bir başka

hüzünlü parçasıdır...

 ***

Zaman her şeyi değiştiriyor...

Bakış açılarını da...

Aristoteles ya da kısaca Aristo...

Bizim Eşatun dediğimiz Platon ile

birlikte Batı düşüncesinin en

önemli iki filozofundan biri sayılır...

Milattan önce 300'lerden şöyle

sesleniyor:

"Soğuk ülkelerde yaşayanlar...

Özellikle de Avrupa'dakiler...

Genellikle cesurdurlar ama akıl ve

beceri yönünden eksiktirler...

Bu nedenle, özgürlüklerini

korumayı becerseler de, düzenli

kurumlar oluşturmakta geridirler..."

Aristo, Asyalıları da 'analiz' etmiş...

Ona göre Asyalılar, "Avrupalıların

aksine akıllı ve yaratıcıdır..."

Ama onların da cesaretleri yoktur...

Cesur olmadıkları için de Asya

halkları boyunduruk altında

yaşamaya mecbur halklardır...

 ***

Tabii, Aristo'nun kimi her iki kıtanın

en olumlu özelliklerini kendinde

birleştiren halk olarak gördüğünü

siz tahmin ettiniz bile...

Kendisi, Helenlerin Avrupalı

olmadığını düşünüyordu...

Gel zaman git zaman, Yunanistan,

Avrupa Birliği üyesi oldu...

Ve bugün AB'nin yardımına

muhtaç...

Bu Yunanları çok kızdırıyor...

Karolos Papulyas...

Yunanistan Cumhurbaşkanı...

AB'nin ikinci kurtarma paketi için

yapılan tasarruf paketine destek

olsun diye yıllık 85 bin euroyu

bulan maaşından vazgeçti...

82 yaşındaki cumhurbaşkanı son

konuşmasında Avrupalılara ateş

püskürüyor...

 ***

Papulyas'a göre, birçok AB üyesi,

"Yunanistan'a hakaret ediyor..."

Son olarak Papulyas'ın hedefinde,

"Yunanistan'a yardım edebiliriz

ancak dipsiz bir kuyuya sürekli

para akıtamayız" diyen Almanya

Maliye Bakanı vardı:

"Bay Wolfgang Schaeuble'nin

ülkeme hakaret etmesini kabul

etmem mümkün değil" dedi ve

ekledi:

"ikinci Dünya Savaşı'nda ülkemi

işgal eden Nazilere karşı

savaştım...

Biz Yunanlar, sadece

özgürlüğümüzü savunduğumuz

için değil...

Aynı zamanda Avrupa'nın

özgürlüğü için savaştığımız için de

gururluyuz..."

Ardından da Almanlarla

yetinmeyip, işasın eşiğine gelen

ülkesinden hesap soran kim varsa

çıkıştı:

"Hollandalılar kim oluyor?

Finliler kim oluyor?"

 ***

Katıldığım, Avrupa Ekonomi

Basını Federasyonu (EBP)

toplantılarından da biliyorum...

Yunanlar, özellikle Almanlara fena

halde içerlemiş durumda...

Alman Bild gazetesinde olduğuna

benzer "Yunanlar, adalarınızı satın!"

manşetleri onları adeta delirtiyor...

Biliyorum, "kendi düşen ağlamaz"

diyeceksiniz...

Doğru, içinde bulunduğu durum,

herkesten çok Yunanistan'ın kendi

kabahati...

Ama kantarın topuzunu

kaçırmamak lazım...

Bazen biz de kaçırıyoruz...

Tuhaf bir kibre kapılıveriyoruz...

"Türkiye, Yunan gençlerine ekmek

kapısı oldu" haberleri ile

koltuklarımız şişiveriyor...

Çok değil, 10-12 yıl önce kendi

başımıza gelenleri unutup,

komşumuzu fena halde

küçümsüyoruz...

Hatta bazen bunu tüm Avrupa'ya

yayıyoruz...

Başbakan Yardımcımız Ali

Babacan'ın ağzından;

"Avrupa 3 ay sonrasını bile

planlayamıyor...

Başbakan Erdoğan olsa, kriz 3

ayda çözülürdü" diyebiliyoruz...

 ***

Biz uzun süre karamsar bir toplum

olduk...

işlerimiz yolunda gitmiyor, bir IMF

programından diğerine

yuvarlanıyor, kendimizi çaresiz

hissediyorduk...

Bu nedenle de, her fırsatta

kendimize vurup, hırpalıyorduk...

"Bu millet adam olmaz" sözü

iliklerimize kadar işlemişti...

Çok yanlıştı...

 ***

2001 krizi bu 'kendimize vurma'

halimizin zirvesi oldu...

Ardından, işler değişmeye

başladı...

Kemal Derviş'in "Güçlü

Ekonomiye Geçiş Programı" bizi iyi

kötü bir yola soktu...

Üst üste üç seçim kazanan AK

Parti hükümetleri de bu programı

sürdürdü...

Turgut Özal'ın dışa açılma

hamlesinde bile, 1980'den 2000'e

3 milyardan 30 milyar dolara

çıkarabilmişken, son 10 yılda

ihracatı 130 milyar doların üzerine

taşıdık...

inşaat sanayicilerinden,

bankacılara insanlarımız dünyanın

dört bir köşesinde iş kovalar oldu...

Türkiye, güzel bir rüzgar yakaladı...

Bu rüzgar, ekonomik gücün

Batı'dan Doğu'ya kaydığı bir

sürece denk gelince iyice

havalandık...

Bu kez çubuğu sert biçimde ters

tarafa büktük...

'Küçük dağları biz yarattık' trenine

bindik, tam gaz gidiyoruz...

 ***

Özgüven kesinlikle önemli...

Gurur da tamam...

Ama kibir...

işte o bize yakışmıyor...

Üstelik hiç işimize yaramadığı gibi,

bizi geleceğin risklerine karşı da

korumuyor...

Ne diyordu Merkez Bankası'nın

önceki başkanı Durmuş Yılmaz?

"Aşağılık kompleksi içinde olmak...

Ya da kendine aşırı güven

duymak...

ikisi de çıkmaz yol...

Türkiye'ye zarar vermek

istiyorsanız bu iki yoldan birine

sapın!.."

Hele bir yetişelim de...

Yunanistan küçük bir ülke...

Türkiye'nin yedide biri kadar...

Hem nüfus, hem de toprak

bakımından...

Türkiye'nin nüfusu 74.7 milyon...

Yunanistan'ın 11.2 milyon...

Yüzölçümümüz 780 bin

kilometrekare...

Komşunun 132 bin...

Gelgelelim ekonomik büyüklük

bakımından Yunanistan,

Türkiye'nin yarısı kadar...

2010 yılında yüzde 9 büyüyen

Türkiye'nin GSYH'si 734 milyar dolardı...

Yüzde 4 küçülen Yunanistan'ın

ise 356 milyar dolar...

Dolayısıyla, kişi başına geliri

bizimkinin yaklaşık 3 katı...

Türkiye'nin kişi başına düşen 10

bin 79 dolarlık gelirine karşılık...

Yunanistan'ınki 31 bin 670 dolar...

Aynen dünyanın 17. büyük

ekonomisi olmamıza karşılık...

Kişi başına gelir bakımından

dünyada 61. sırada olmamız gibi...

The Economist'in ülkelerin

karşılaştırmalı verilerini

yayınladığı “World in Figures

2011” çalışmasına göre,

Yunanistan'ın pek çok göstergesi

hali hazırda bizden iyi...

İnsani Gelişmişlik dahil...

Yunanistan'ın İnsani Gelişmişlik

Endeksi puanı 94.2, bizim 80.2...

Devam edelim mi?

Bin kişiye düşen doktor sayısı

onlarda 5.4, bizde 1.5...

Her iki ülke de Akdeniz

çanağında yer alıyor...

Yunanistan'da ortalama ömür

erkeklerde 77.2, kadınlarda 82.5 yıl...

Türkiye'de ise erkeklerde 70.3,

kadınlarda 75.2...

Sadece Yunanistan'ın mı?

Pek çok Avrupa ülkesinin de öyle...

Lafı uzatmayalım...

27 üyeli AB halen dünyanın en

büyük ekonomisi...

Bu yıl büyüme hızında sıfır çekse

bile 16 trilyon dolarlık ekonomi

orada duruyor olacak...

Türkiye'nin 2023 için koyduğu

hedef 2 trilyon dolarlık bir

ekonomi olmak...

Şu anda AB içerisinde 2 trilyon

doların üzerinde ekonomik

büyüklüğe sahip dört ülke var...

2023 ihracat hedefimiz 500 milyar dolar...

Şöyle darda dediğimiz Fransa bu

yıl hiç artış sağlamasa bile 521

milyar dolar ihracat yapacak...

Keza İtalya 450 milyar dolar...

En iyisi biz, boş boş

böbürlenmekle vakit

kaybetmeyip, işimize bakalım...

İhracatta pazar

çeşitlendirmemize rağmen,

Avrupa'ya ihracatımız yüzde 45

ile 50 arasında gidip geliyor...

Burnumuzun dibindeki

Avrupa'nın ekonomik ilişkilerdeki

yeri önemini korumaya devam edecek...

Bizim ise önümüzde yetişmemiz

gereken daha çok hedef var...

Ne demişler?

Keser döner sap döner, gün gelir

hesap döner...

Bu herkes için geçerli...

Avrupa ülkeleri ve ihracatları (milyar dolar, 2010)

Almanya  1.269
Hollanda  572
Fransa  521
İtalya  448
Belçika  411
İngiltere  405
İspanya  245
İsviçre  195
İsveç  158
Polonya  156
Avusturya  152
Çek Cum.  133
TÜRKİYE  114
Kaynak: Dünya Ticaret

Örgütü (WTO)

En büyük 20  ekonomi (GSYH, milyar dolar, 2010)

ABD  14.582
Çin  5.878
Japonya  5.497
Almanya 3.309
Fransa 2.560
İngiltere 2.246
Brezilya 2.087
İtalya  2.051
Hindistan  1.729
Kanada  1.574
Rusya  1.479
İspanya  1.407
Meksika  1.039
Güney Kore  1.014
Avustralya 924
Hollanda 783
TÜRKİYE  735
Endonezya 706
İsviçre  523
Polonya  468
Kaynak: Dünya Bankası
ve İLO
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar