Sorun iç dinamiklerdedir

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

Zaman olsa da birkaç onyıl geriye gidip ekonomi medyasını, özellikle de yorumları tarasak gündemin ve tartışmaların benzerliğine ve yüzeyselliğine eminim çok şaşırırdık. Ama bunun bir yararı da olurdu, bu kısır döngünün farkına varıp "acaba nerede yanlış yapıyoruz?" sorusunu daha fazla sorardık kendimize. Oysa genellikle karmaşık ve kalabalık olan gündelik sorunlarla uğraşırken arka plandaki tekdüzelik ve durağanlık gözümüzden kaçıyor. Döngüyü bir noktasından kıracağımızdan en fazla umutlandığımız son on yılda başlattığımız değişim inisiyatifinin de yeterince kapsamlı ve derin olmadığı, küresel likiditenin bolluğundan destek alarak hızla parlayan performansın sürdürülebilir nitelik taşımadığı ve sağlıklı bir yapı üzerine oturmadığı anlaşılmasına ve arkasından patlak veren finans krizinin bizim gibi yükselen ülkelere toparlanma için dört beş yıllık bir ek süre sağlamış bulunmasına rağmen bütün işimizin yine kısa vadeli dengeleri sağlamaya ve konjonktür yönetimine indirgenmiş olduğunu görmek, sürpriz olmasa da bu nedenle can sıkıcı.

Kırılganlık para potilitikasıyla bitmez

Şimdi de herkes soluğunu kesmiş, Merkez Bankası'nın şirazesinden çıkmış döviz ve borsa dengelerini yeniden kurmak için neler yapacağını gözlüyor. Parası döviz olmayan bir ülkenin manevra alanının sınırlı olması ve rezerv parası olan ABD'de bile kurları belirleme gücü bulunmaması bir yana, asıl sorun para politikalarında çok becerikli olunsa dahi bunun ancak geçici bir rahatlama anlamına geleceği, temeldeki zaafı yani kırılganlığı ortadan kaldırmayacağıdır.

Oysa her zaman olduğu gibi şimdi de bütün beklentiler ve tartışmalar, daha iyi bir para politikasının nasıl olacağına kilitlenmiş görünüyor.

Yetkin, bağımsız ve tedbirli bir para otoritesinin önemi ve değeri tabii ki tartışma konusu bile olamaz. Ancak bana öyle geliyor ki ondan taşıyamayacağı kadar fazla işlev bekliyoruz. Ekonomik yapıyı, iç dinamikleri ve maliye politikasını açıkça olmasa da zımnen değişmez kabul ediyor, faiz ve döviz kuru yönetimiyle piyasalar ve makro dengeler açısından başarılı bir performansın sağlanacağına inanıyor ya da inanmak istiyoruz.

Söylem ve eylem farklı

Para politikalarına gösterilen bu aşırı ilgi, muhtemeldir ki, toplumun dokusuna sinmiş olan bir statükoyu koruma kaygısı ile de ilgilidir. Çünkü döviz ve faiz şoklarıyla ikide bir boğuşmaktansa, bunların oluşumunu engellemeye çalışmanın çok daha rasyonel olacağı açık. Bunun yolu da ekonomideki temel yapısal kırılganlıkları azaltmak ve başta maliye politikası olmak üzere diğer ekonomi politikalarında ekonomik ve mali istikrarı gözetmek. Ne var ki bunları yapmak yazıldığı kadar kolay değil;hem külfetli ve kapsamlı bir yapısal değişim hamlesini planlamak, hem de mevcut yapıda kökleşmiş çıkar dengelerini bozmayı göze almak gerekiyor. Anlaşılıyor ki ne kamu otoritesinde ne de çeşitli toplum kesimlerinin eli kalem ya da mikrofon tutan sözcülerinde bu konuda net bir irade henüz net bir şekilde ortaya çıkmış değil.

Bu noktada çoğu zaman çeşitli toplumsal kesimlerden iddialı söylemler duyduğumuz oluyor, ama söylemlerin gerçek talepleri yansıttığı kuşkulu. Bu bakımdan sosyal psikoloji literatüründe doğrudan değil, diğer bazı doğulu ve güneyli ülkelerle birlikte dolaylı ya da örtülü iletişim kuran toplumlar arasında sayıldığımızı da hatırlamakta yarar var.  Hiç unutmam, katıldığım uluslararası bir konferansta, bizden çok daha ileride bir refah seviyesinde olan İtalyanların bile yapısal ve kurumsal yapı bağlamında nasıl düşük standartta algılandığına tanık olmuştum;İtalyan konuşmacı ülkesinde kanunların vergi kaçağına karşı çok ağır cezalar öngördüğünü söyleyip övününce salonda büyük bir kahkaha kopmuştu. Çünkü kimse, İtalya'da etkin bir vergi düzeni uygulaması ve bunu isteyen bir toplumsal kültür olduğuna inanmıyordu. Şahsen ben de geçen yıl devlet yetkililerinin liderliğinde bir Kuzey Avrupa ziyareti yapan iş dünyası delegasyonunda bunun başka bir belirtisini gözlemiştim. Az sayıdaki muhatap ülke firmasının yaptığı çeşitli teknoloji ve girişim prezantasyonlarını biraz da kendilerini zorlayarak izleyen bizim yüzlerce oda temsilcimize bizden neden prezantasyon olmadığını sorduğumda bunu yapabilmelerinin sözkonusu olmadığını, ancak bu firmaların Türkiye'ye mal satmalarında temsilcileri veya bayileri olabileceklerini söylemişlerdi. Oysa kamuoyu önünde liderlerinin ağzından sürekli verdikleri mesaj, küresel rekabet gücüne sahip ve arge odaklı olduklarıydı. Yani sadece söyleme değil, hatta daha çok uygulamaya bakmak gerekiyor.

Mali disiplin bile risk altında

Bu açıdan Türkiye'de yapısal ve kurumsal dönüşüme yeterli destek ve talep olduğunu söylemek zor. Kayıtdışı, hukuk güvenliği ve doğrudan yatırım gibi konularda fazla yol almayışımızın bir nedeni de bu. Söylemler ile gerçek talepler ve eylemler uyuşmuyor. Tartışmaların konjonktür etrafında yoğunlaşıp durması da ola ki herkesin bunu bilmesindendir.

Aslında en sağlam göründüğümüz mali disiplin konusunda ne kadar başarılı olduğumuz, daha doğrusu bunun ne kadar sürdürülebilir olduğu da tartışmaya açık. Bir defalık gelirlere ve dolaylı vergilere dayanan bir bütçe dengesinin hem sağlıklı kamu finansmanı hem de ekonomik istikrar açısından kırılgan olduğu söylenebilir. Vergi sistemimizin kara deliklerinden biri olan "basit usul"ün geçen yıl büyükşehir olan illerde kaldırılması ve gerçek vergilendirmeye geçilmesi gerekirken yaklaşan seçimler nedeniyle ertelenmesi de yapısal değişimin ne derece zor bir karar olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Hep kırılgan ve şokta olmak mı iyi, sıkıntılı da olsa değişmek mi? Karar vermeliyiz.

 

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019