Paylaşımcı ruhu hep sürüyor
Anadolu rock müziğinin yaratıcılarından Cahit Berkay’la yeni projeleri ve toplumsal sorumluluklar üzerine...
Moğollar’ın kurucularından. Gitar, bağlama, cura, yaylı tambur çalıyor. Sinema filmleri için müzikler besteliyor. 160 civarında uzun metrajlı filmin, 60’ın üzerinde dizinin ve çok sayıda reklamın müziklerinde onun imzası var. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde3 kez ödül aldı. Çeşitli Akdeniz ülkeleri film festivallerinde kazandığı “En İyi Film Müziği” ödülleri de bulunuyor. Moğollar ile birlikte 1971 yılında Fransa'nın özel ödüllerinden olan “French Academie Charles Cros Grand Prix Du Disque”in de sahibi. Bu yıl, 16. Altın Koza Film Festivali “Yaşamboyu Onur Ödülü” verilen, Anadolu rock müziğinin en önemli isimlerinden Cahit Berkay, “Haftanın Konuğu”... Sohbetimize, yeni projelerle başlıyoruz. Sesinde her zaman coşku olan, gözleri gülümseyen Berkay, bu kez buruk bir tonla konuşmaya başlıyor:
“Moğollar olarak buruk bir gönülle, yeni iki albüm yapıyoruz.”
Neden?
“Eskiden sevinçle, severek çalışırdık, ama bugün, korsanların bile (!) şikâyet ettiği internetten müzik indirimi var maalesef, karşılığı ödenmeden… Biliyoruz ki bu albüm, masrafını bile çıkarmayacak, ama biz yine de yapmak zorundayız. Öncelikle o burukluğu ifade etmiş olayım. Bir de Derya Petek diye bir genç var, bir türkü dostu, türkü delisi diyeyim daha doğrusu. Çok iddialı bir ses olmamasına rağmen albümü hak eden birisi… Ona bir omuz verdim, bir albüm yapacağız Ekim ayında. Önce Moğollar çıkacak - zaten bitmek üzere - daha sonra da Derya’nın albümü.”
Yeni bestelerden mi oluşacak albümler?
“Hepsi yeni, sıfır… Derya’nınkiler de öyle. Onunkinde, anonim iki türkü de bulunuyor. Öyle çok lay lay lom müzik yapmak gelmiyor içimizden. İnsanlara düşünce pencereleri açmak, farkında olmadıkları sorumluluklarını biraz hatırlatmak bâbında çalışıyoruz. Kimisi seviyor, dinliyor, etkileniyor; kimisi ise hiçbir şey anlamıyor, ıskalıyor, gidiyor. Bana hâlâ, ‘şarkıda bişey yapmalı diyorsun abi, ne yapmalı ki?’ diye soran var. Bu biraz - üzülerek söylüyorum tabii – insanlarımızın düşünce tembelliği… Her şey hazır… Televizyondan ya da internetten çok küçük, belki sıfır emekle, terlemeden sürdürülen bir yapı oluştu. Bu kişilerin bir kısmını çelersek, onların ayaklarını gerçekler üzerinde yere bastırabilirsek o zaman bizim şarkılarımız amacına ulaşmış oluyor. Tiraj önemli değil, demin söylemeye çalıştığım şeyler çok daha fazla ön planda.”
Moğollar'ın yeni albümü
Moğollar albümünü heyecanla bekliyoruz. Cahit Berkay, ipuçları verecektir bize diye umuyorum...
“12-13 parça olacak. Bunlardan 4’ü Nâzım Hikmet şiirlerinden bestelendi. Bir Can Yücel şiiri de var: ‘Çaya Kaç Şeker’. Çok hoş, biraz bizim kuşağı anlatan bir şiir… ‘Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla’ diye başlayıp devam ediyor, ‘Yoksa, zor değil, hiç zor değil / Demli çayı bardakta karıştırıp, / Bir başına yudumlamak doyasıya. / Ama; ‘Çaya kaç şeker alırsın? / Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra.’
Şimdi malûm kolbastı moda, yaza girince biraz duruldu, ama bir ara gerçekten afakan basıyordu dinlemekten. Ben, her albümde geleneksel mani havasında, biraz taşlama, biraz gırgırla karışık, ironik eleştiriler yumağı oluşturuyorum. Önce ‘Dinleyiverin Gari’ vardı, ben Ispartalı’yım o ağızla yazdığım bir şarkı… Sonra Moğollar 2004’te ‘Hortumcu Dayı’. Burada ise ‘Kriz Bastı’ diye bir şarkı var, ‘Kolbastı, külbastı, bastılardan afakan bastı’ şeklinde küçük küçük dizelerden oluşan bir şarkı... Hafif eğlendiren, çok ritmik bir şey.
Ben, kolbastıya karşı değilim. Çok güzel, olağanüstü güzel bir oyun. Temaları da öyle. Fakat cılkını çıkarma konusunda üstümüze yok… Kolbastıyı söyleyen, ancak onun ne olduğunu bilmeyen insanlar görüyoruz. Biliyorsunuz kolbastının hikâyesini. Kolluk kuvvetleri, bugünkü adıyla polisin baskını… Zamanında içki alemi yasakmış, gizli gizli yaparlarmış. Herhangi bir baskına karşı da bir erkete koyarlarmış dışarıya. Buradan çıkan folklorik bir kurgu. Ama bugün, kolbastıyı insan koluyla bağdaştıran bir komedi yaşıyoruz.”
Cahit Berkay çok haklı, ama ben, albüme geri dönüp biraz daha yeni parçaları anlatmaya devam etmesini isteyeceğim.
“‘Geri Sar’ diye bir parçam var, ‘Geri sar, geri sar, geri sar, geri sar, şu filmi makinist geri sar, 68’lilerin ruhuna, Denizler’in aşkına geri sar.’ Söz ve müzik bana ait. Uğur Mumcu anısına enstrümantal bir parça da yer alacak, büyük orkestra ile yorumlayacağız onu. Altyapıları bitti, koro kayıtları kaldı. Elimizden gelen bu. Elimiz kolumuz tuttuğu, aklımız çalıştığı sürece 24 saat müzik üreteceğiz. Gelecek projeler deyince bunlar var, onlar bitince arkasından yeni projeler gelecek mutlaka.”
Cahit Berkay, 1946 doğumlu, yani 68 Kuşağı’ndan... Belki de bu nedenle, devrimci, paylaşımcı ruhu hiç eksilmeden sürüyor. Yalnız besteleri, yorumları, mesajları ile değil; karşılıksız destekleri ile de sektörün maddiyat düşünmeden “veren”, yardım elini uzatan ender isimlerinden birisi...
“Evet, 68’lilerin tam içindeyim, tam. Yardımseverliğe gelince, ben öyle görmüyorum. O, bir omuz vermek. Daha uygun geliyor bana bu söz. Çünkü, hayatta her şey para değil. Kendinizi ifade etmeniz önemli. Yıllarca beslenmişsiniz - kültürel beslenmeden bahsediyorum - o kaynaklardan, istediğiniz kadar almışsınız alacağınızı, şimdi sıra paylaşmakta.
Sizin kuşakta diyorsun, ama kuşakla da ilgili değil, yapıya ilişkin bir şey, vicdanla ilgili diye düşünüyorum… İnsan, her şeyi kendine yontuyorsa böyle destekleri neden versin? Her şeyin bir bedeli vardır mantığıyla bakan bir beyinden böyle bir şey çıkmaz. Onun hep bir taksimetresi vardır: ‘Konu nedir?’ ‘Şudur.’ Bunun taksimetresi şu bu kadar yazar’ diye para hesabına girer.”
Sinema sektörüne de böyle bir karşılıksız sevgiyle girdi Cahit Berkay değil mi?
“Sinema, çok delice sevdiğim bir sektör. Çocukluğumdan beri içinde oldum. Doğum yerim olan Isparta’da sinema işlettik. Bir tutku haline dönüştü bende… Sadece sektörün içinde olmak yetiyordu bana. Çünkü orada, içinde bulunmaktan büyük mutluluk duyuyordum. Ve sonuçta öyle bir külliyatım oluştu ki sinemada, dünyada çok az insanda bu kadar çok çalışma vardır herhalde. Ve bu çalışmaların hepsi tespit ediliyor. Sinemanın bir de o tarafı var. Bir imza atıyorsun ve o, kaybolmuyor, yaşayacak yıllar yıllar boyu… ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’, ‘Dila Hanım’… gidiyorlar, daha da gidecekler sinema var oldukça.”
Sinemaya katkısı büyük
Cahit Berkay, Karacaoğlanlar, Pir Sultanlar, Yunus Emrelerden gelen bir geleneği sürdürüyor. Bestelerinde, onların izlerini, tatlarını her zaman işitiyoruz. 35 yıldır da sinema sektörünün içinde...
“Onun bir bölümünde yer almak, büyük bir onur. Arada sağ olsunlar bundan 7-8 sene önce Antalya’da ‘Yaşamboyu Onur Ödül’ü verdiler, bu sene de Adana’da. Bunlar, gerçekten onurlandırıcı. Sohbette bir omuz vermekten nerelere geldik... Her şey akılla ve vicdanla ilgili. Aklı ve vicdanı iyi organize edip çalıştırmak gerek, çünkü neticede yaşamın bir sınırı var. Ondan sonra bitecek... Beraberinde ne götüreceksin ki öbür dünyaya? Hiçbir şey götüremiyorsun, ama bıraktıkların çok önemli…
Bıraktıklarım, bırakacaklarım… Kimsenin de arkamdan kötü bir şey söyleyeceğini sanmıyorum.”
Herkes kendine düşeni yapmak zorunda...
“Tek başına değilsin bu yaşamda. Bir sürü insanla beraber yaşıyorsun, paylaşacağın birçok şey var. Açgözlülük edip yahut bir başkasının omzuna basıp ondan daha fazla almaya, hak etmeden kazanmaya çalışmak, olamaz. Alınteri çok önemli, emek çok önemli. Her şeyden önce emek...”
Cahit Berkay, emek verirken, emeğe saygı gösterirken vefayı da ihmal etmiyor. Onu, yalnızca İstanbul’da bir semt adı olarak değil, önemli bir kavram olarak görüyor. Düzenlediğim “Ustalara Saygı” toplantılarına ne zaman çağırsam geldi. Vefa borcunu hiç aksatmadı...
“Geçenlerde Mersin’de bir etkinlik yapıldı Atıf Yılmaz için, oraya da gittim. Çünkü, Atıf Ağabey’i biraz tanıyan biriyim. O, beni sinemaya sokan insandır. Ne yapsam ona borcumu ödeyemem ki. Bu borç falan da değil. Olması gereken. Zaten o da sağ olsaydı ‘saçmalama’ derdi. Yaşamda bunlar önemli. Atıf Yılmaz’ı anmak, ona karşı bir görevi yerine getirmektir. Borç falan değil, göredir. O insanın yaşatılması gerekiyor. Çünkü çok güzel şeyler yaptı. Hiçbir zaman ucuz tarafına kaçmadı işin. Sineması hâlâ bir örnektir. Bakışaçısı bir örnektir. Kimsenin kadın haklarından haberi yokken, kadının ülkemizde ne durumda olduğunu, gerçekleri ortaya koymaya çalışmıştır sinemasıyla. Sanatıyla bunu yumuşak şekilde gündeme getirmiştir, insanın kafasına vurarak değil. ‘Kadınlar şöyle yaşıyorlar bu ülkede, hakları böyledir, şöyledir’ diye kafalara sopayla vurarak değil, sanatıyla incelik ve zarafetle o konuyu gündeme getirmiştir.”
Peki nasıl çalışıyor, nerede üretiyor Cahit Berkay?
“Çok büyük bir birikimim hiçbir zaman olmadı. Zaten bilgisayar teknolojisi de acayip gelişti günümüzde. Evdeki home studio yeterli oluyor. Yıllardır var böyle bir mekânım. Bilgisayar programlarının yeni versiyonları geldikçe onları da takip ediyorum. Bilgisayar konusunda Atilla Özdemiroğlu ilktir, hatta ben de ondan öğrendim, ikinci sayılabilirim. Evet, evde iyi bir stüdyom var, kayıt imkânlarım var. Evvelden öyle değildi. Şimdi telif yasası da çalışmaya başlayınca televizyonlarda oynayan filmlerden biraz telif gelmeye başladı. Önceden sadece 1 gitarım vardı, şimdi 2 gitarım, 6 tane bağlamam var. Ayrıca akustik gitarlarım var. Güzel bir yaylı tamburum da... Stüdyom da bana fazla fazla yetiyor. Rahat bir ortam…
Çalışma şeklim böyle, ama nasıl çalışıyorsun dersen, onun bir disiplini yok. Malûm konserler var, dolaşıyoruz. Hele yaz aylarında epey sağa sola gidiliyor. Bazen acayip tembelleşirim, ama her gün sazı elime alıp etüd bâbında parmaklarım durmasın, hep işler olsun diye bir alıştırma yaparım ve genellikle de o alıştırmaları yaparken parçalar çıkar.
Yani bir disiplinim yok sabah 9’da kalkarım, 9 buçukta şunu yaparım, 12’de böyle diye. Tembel değilim, hiç tembel değilim, ama bir dönem gelir beni çok tembel biri gibi görebilirsin. O bir biriktirme, bir şarj olma süresidir, ondan sonra arkadan şakır şakır işler gelir.”
Yeni film müziği çalışması var mı?
“Şu an yok. Aa şunu da söyleyeyim: Geçen cumartesi günü Mardin Midyat’taydık, bir film çekimi için: Mazlum Çimen, Cem Yıldız ve ben…Üçümüz dengbej rolleri oynadık.”
Ya oyunculuk?
Cahit Berkay’ın fiziği oyunculuk için de müsait bence...
“Sinemadan aslında çok teklif aldım. Evet, fizik müsait, ama ben değilim. Mesela ben sahnede çok rahatımdır. Canlı bir şey yapıyorsak evvelden, kekelerdik, tutukluk olurdu, ama şimdi müthiş rahatım. ‘Gel rol yap’ dedikleri zaman ise kasılıp kalıyorum. O yüzden çok nadir... İşte bu kez zorla oynattılar. Yıllar önce Kenan Doğulu’nun dizisinde de rol almıştım babası Yurdaer Doğulu’nun hatırına… Sonrasında ‘eyvallah’ diyorum, hoşuma gidiyor bunlar, ama… Sinemanın içinde yıllarca bulundum, kayıtlarda, seslendirmelerde bulundum. ‘Kendini konuş’ bunun mümkünü yok. ‘Yahu bu Cahit Berkay ne kadar kabiliyetsiz adammış’ lâfını söylersin mutlaka. Beni başkası konuştu. Sonra evde televizyonu izlerken kim bu?! Çünkü ses tonu, rengi insanla çok birleşik bir şey, hele ki kendin olunca evde saklanacak delik aradım. Bir de, Murat Şeker’in ‘İki Süper Film Birden’de bir rolüm vardı. Bunlar hep dost, arkadaş ricasıyla küçük küçük roller, ama oyunculuk benim işim değil, herkes bildiği işi yapsın deyip kaçıyorum.”
Ne güzel Cahit Berkay’ın bu anlattıkları. Onun duruşu hakkında bize önemli ipuçları veriyor. Bir de hiç eksilmeyen coşkusu...
“Heyecan bitmiyor, o heyecan hep var içimizde. Yeni bir şey üretmek, insanların onu sevmesi, alkışlaması, ıskalamaması. Iskalamamak lafını çok seviyorum. Daha çok Çetin Altan kullanır, o kadar güzel ve yerinde kullanıyor ki. Doğru bir iş yaptığına inanıyorsan bunun ıskalanması kötü. Biraz da geçmişten gelen bir tecrübe ile artık belli bir çizgiye ulaştık. Kötü bir iş, bir işçilik bizden çıkmaz… Bir standardımız var. Ama ‘Moğollar 2004’ albümü yaptık, o olduğu gibi ıskalandı. İki sene önce ‘Toprak’ diye enstrümantal bir rock albümü hazırladım, fena halde ıskalandı. Enstrümantal, rock formatında, Anadolu’nun yerel renkleri ve çeşitliliğiyle yapılmış olağanüstü güzel bir albümdü, maalesef ıskalandı.”
Iskalamayanların çok olduğu günlerin yakın olması umuduyla, teşekkürler Cahit Berkay...
Müzikte teknolojik destekten yana
Bilgisayarlar, tüfek icat edildi, mertlik bozuldu misali müziğin yorum ruhundan bir şeyler götürmedi mi?
“Yok, ben ona katılmıyorum. Biz öyle bir dönemden geldik ki. Profesyonel yaşama 1965’te başladım, bir anımı anlatayım size:
Altın Mikrofon Yarışması’nda Selçuk Alagöz’le finale kalmıştık… Bu gruplara birer 45’lik plâk yapılacak. Kayıt stüdyosu da TRT’nin Elmadağ’daki radyo binası… Kapıdan girince karşıda büyük bir stüdyo vardır, oraya aldılar bizi. Tavandan aşağıya bir kabloyla asılı kocaman bir mikrofon var, o mikrofonun etrafında yarım ay şeklinde kurulduk. İçeriden tonmaister diyor ki, ‘davulu 2 metre geriye götürün’, biz davulu alıp iki metre geriye taşıyoruz, ‘gitarın anfisini 15 santimetre öne getirin’ falan diyor. Düşünün durumu...
Bugünkü teknoloji ile o günün teknolojisini karşılaştırdığımız zaman gülüyoruz değil mi, komik geliyor...
O ilkel koşullardan sonra çok kanallı kayıt sistemleri zaman içinde geldi ülkemize, ama çok pahalıydılar, herkes edinemiyordu. Oysa bugün, bilgisayarda kayıt yapıyorsun, ha banta yapmışsın, ha CD’ye. Tabii ki dijital ile analog arasında fark var, ama bunu çoğu kulak anlayamaz, ancak çok iyi bir müzisyen aradaki o metalleşmeyi fark eder. Gerçi bu eksikliği gideren daha yeni teknolojiler de var bugün.
İstediğin kadar diren, artık dünyanın her tarafında harddiske kayıt yapılıyor.
Bir de şu var, siz hassasiyetle kayıtları yapıyorsunuz, ama o kalitede dinleyecek cihazlar kaç kişide bulunuyor. Geçen sene bir film müziği yaptım. Büyük bir keyifle gittik, hem de en iyi sinemalardan birine... Ben, saçımı başımı yoldum ne olmuş bu sesler diye ki başında bulundum mikste stüdyoda. Ama oradaki makinistin ya da o sistemi kuran teknisyenin kulağı o kadar, her şey havaya gidiyor.”