Ritm hayatının vazgeçilmezi

Okay Temiz, yetmişinci yaşını müzisyen konuklarıyla sahnede kutlayacak

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Okay Temiz; Hindistan'dan Burkina Faso'ya; Bulgaristan'dan Senegal'e; Gine'den Fransa'ya; İtalya'dan Küba'ya dünyaca ünlü virtüoz sanatçıların katılımıyla evrensel ritmleri buluşturmaya devam ediyor. Temiz'in 70. yaş günü nedeniyle yapılacak etkinlik, bu ustaları bir kez daha İstanbullu müzikseverlerin karşısına çıkaracak. 11 Şubat Çarşamba saat 20:00'de Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda gerçekleştirilecek konserde, Okay Temiz ve 80 kişilik Ritm Atölyesi dışında; Yamar Thiam (Talking Drum), Stoyan Yankulov (perküsyon), Elitza Todorov (perküsyon, vokal), Ahmet Özden (zurna), Rüstem Çembeli (asma davul), Yahya Dai (saksafon), Tolga Ünaldı (ney), Azize (vokal), Ebru Ayarcı (djembe), Tom Camidge (djembe)  ve Ottilie'nin (dans) de aralarında bulunduğu birçok sanatçı, aynı sahnede yer alacak. 2002'den itibaren her yıl Okay Temiz'in doğum günlerinde yapılan "Ritmin Günü" konserleri, bu yıl yedinci kez düzenlenecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkıları ve Banvit'in sponsorluğunda gerçekleştirilecek olan konser öncesinde Okay Temiz, "Haftanın Konuğu" oldu:

"Türkiye'ye geleli on bir sene geçti. Bu süre içinde yedi aktivite yaptık 'Ritmin Günü' adı altında. Bu etkinlikleri doğum günüme rastlatmak istememin nedeni, hayatım boyunca ritmlerle çok haşır neşir olmamdır. Ritm, hayatımın bir parçası oldu hep ve dedim ki 'anneler günü', 'babalar günü', 'sevgililer günü', 'kalp günü' var, 'ritm günü' neden olmasın ki? Doğum günüme rastlatmamın bir sebebi de öldüğüm zaman hatırlanmak istemem. İnsanlar, belki bir saygı gösteririler; o günde hem ritm, hem Okay Temiz hatırlanır!..

Esas amaç, dünyada ritmlerin ölüşüne ve kayboluşuna dur diyebilmek. Ritmler hep geriye itildi senelerce. Bir davulcu, üç müzisyen lâzım denilirdi orkestra kiralanırken. Türkiye'de, davulcuyu müzisyenden saymazlardı. Hal böyleyken moralsiz çalan müzisyenlerle bu, müziğe de yansıyor. Ben, sırf bir heyecan katabilmek için 'Ritm Günü' diyorum.

Sınırları zorluyor

Türkiye'de çok iyi çalan müzisyenler olmasına rağmen, bu insanlar maalesef ritmi öne çıkaramadılar, hep şarkıcıların arkalarında kaldılar. Halbuki diğer ülkelerde ritmler müziğin de önüne geçmek üzere festivaller sayesinde..."

Müzikten hep konuşacağız, ben önce yetmiş yaş duygusuna gelmek istiyorum. Nasıl bir his yetmiş yaşında olmak?

"Hiçbir duygum yok buna dair. Ben, yirmi sekiz sene İskandinavya'da yaşadım, iki yıl doğum günümü unutmuş, kutlamamışımdır. Şimdi yaşımın yetmiş olması bana hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü hep araştırıcı olmak, insanların önüne çıkmak, yapılmamış şeyler yapmak istiyorum. Sınırları mümkün olduğunca zorluyorum. Eğer yaşımı düşünürsem bunları yapamam. Çünkü, yetmiş yaş kenara çekilme vaziyetidir! Ama benim öyle bir durumum yok..."

Türkiye'de ritmin yeterince öne çıkmadığından söz ediyorduk...

"Evet, yeteri kadar ritmci yoktu Türkiye'de. Sayıları son zamanlarda arttı. Ritm adına bizde daha çok darbuka kullanılıyor ve köy davulları. Bunları çalanlara hep ben örnek oldum; 'Şarkıcıların arkasında da çalın; para kazanacaksınız tabii, ama eve gidince aletinizi çalışın, yenilikler yaratım, bu alet her yerde her şekilde çalınır' dedim.

Daha evvel tecrübe ve kaliteleri yoktu. Orkestralarda sadece ana vuruşları vuruyorlardı, onun dışına çıkamazlardı, çıktıklarında tepki görürlerdi. Bu tepkilerle ben de karşılaştım; 'Öyle vurma, böyle vur' diye azar işitmişimdir lüks yerlerde çaldığım halde. Ritmin ne kadar önemli olduğunu yalnız ritmcilerin değil, diğer müzisyenlerin de anlaması lâzım. Bu, zaman alacak bir hadise..."

Eserde heyecan veren, tempoyu sağlayan, bütün melodiyi canlandıran, sunan altyapı değil midir ritm?

"Tabii. Zayıf ve moralsiz çaldırırsan geri kalanı teneke olur. Bizim Türk Sanat Müziği'mizde maalesef ritm kayıp. Arap müziğinde çok daha kuvvetlidir mesela. Benim sloganım, Türk ritmini kurtarmaktı, öne çıkmasıydı. Şimdi fena değil; çok alternatif var, birçok grup kuruldu..."

Annesinin teşvikiyle

Biz, yine Okay Temiz'in kişisel tarihine dönelim...1939 yılında İstanbul'da doğan sanatçı, Türk müziği ile ilgili ilk tınıları musiki eğitimi almış annesi Naciye Temiz'den duydu. Yine annesinin desteği ile Ankara Klasik Müzik Devlet Konservatuarı'nda vurmalı çalgılar ve timpani eğitimi aldı. 1955'te profesyonel müzik yaşantısına adım attı. 1957-1959 yıllarında Tophane Sanat Enstitüsü'nde eğitim çalışmalarını sürdürdü ve buradaki eğitimi sayesinde kendine has karakterleri ve tınıları olan davulunu kendisi yaptı, ama en iyisi kendisinin anlatması:

"Tophane Sanat Okulu'na gittim. Çatalca'da bin dönümlük bir çiftliğimiz vardı ellilerde. Babam pilottu, subaylıktan ayrıldı, orayı işletmeye başladı. Annemse paşa kızıydı. Çiftçiliğe önceleri hobi olarak üç beş koyunla başladık. O koyunlar üç dört sene içinde dört yüz elliye ulaştı. İneklerimiz, atlarımız, köpeklerimiz oldu. Büyük çiftçilik yaptık. Beş tane traktörümüz vardı 1950 senesinde. Menekşe Çiftliği, meşhurdur Çatalca'da. Ben, okula Ferguson traktörle gittim geldim. Üç senelik ortaokulu, beş senede bitirdim. Traktörle amele taşıyordum, pancar ekiyordum; boş zamanlarımda da okula gidiyordum.

Bunları niye anlatıyorum; toprakla ilgim olduğunu söylemek için. Yaptığım müziklerde hep o folklorik araştırmalar vardır. Çingene müziğini dinlemek, Balkan müziğinden etkilenmek hep bundandır. Annem ud çalardı evde akşamları, çok güzel Türk Klasik Müziği... Annemin genlerinden de gelen bir şey var.

Nerden buraya gelmiştik? Hah, aletler...

Kısa yoldan yedek subay olayım diye babam, Tophane Sanat Okulu'na yolladı beni. Çiftlikte hep motorlarla uğraştığım için oraya gittim. Traktörlerin üstünde yağ içindeydim daima. Fiyaka olsun diye pantolonumu falan da yağlardım. Düşünün, ilkokul talebesiyken traktör sürüyordum.

Tophane Sanat Okulu

Tophane Sanat Okulu, alet yapmama yardım etti. Kaynak yapabiliyorum, kesip biçebiliyorum, teknik resim çizebiliyorum, dizayn yapabiliyorum. Öğrendiklerimi piyasada kullanmadım; kendi aletlerimi yapmak için yararlandım. Yapılmamış aletler de üretiyorum. Kendim için yapıyorum tabii, aslında çok da işime yarıyor..."

Yani aslında davulcu olmayı değil, makinelerle ilgili bir şeyler yapmayı istiyor Okay Temiz, ama herhalde genlerinden, annesinden olacak, kendini vurmalı aletler dünyasında buluyor. Doğrusu bu gelişme, değişim de merak uyandırıcı...

"Evet, davulcu olayım demiyordum, hep makinelerle ilgili bir şeyler yapmayı istiyordum ya da babam gibi pilot olmayı... Tamir işleri, sökmek dağıtmak. Hâlâ da severim öyle işleri. Ama annem, 'Oğlum konservatuara git' dedi. O ud çalarken koltuk kenarında ritm tutmak dışında müzikle ilgim yoktu. Şofördüm ben, traktörcüydüm, tarla sürüyordum. Annem, konservatuara yönlendirdi, Ankara Devlet Konservatuarı'na gidince onlar da davula... Orada da istemedim davulcu olmayı. Trompet ya da kontrbas istedim. Onlarda fazlasıyla yoğunluk olduğu için, alâkasız, hiç istemediğim bir saza verdiler beni. Çok kızdım tabii, kızınca da çok çalıştım. Bir sene kaldım konservatuarda. O bir sene içinde bütün metotları bitirdim. Kapıyı üzerime kilitler, çalışırdım. Böyle mücadele ettim bana yaptıkları şeyle, kendimle...

Sonra geceleri caz çalmaya başladık lokantalarda. Yakalandık! Caz yapıyoruz diye attılar okuldan.

Yani ritm duygusu, konservatuara girmemle gelişti. Ama hiçbir zaman konservatuarı bitirip timpanist olayım, bir klasik orkestrada çalayım diye düşünmedim. Oradaki eğitimi yetersiz buldum; sınırları zorlama hastalığından dolayı dışarıda çalmaya, caz öğrenmeye başladım... Türkiye az gelmeye başladı, bu sefer İsveç'e gittim sırf kendimi geliştirmek için."

Okay Temiz Avrupa, Amerika ve Hindistan'da yaklaşık 3 bin 300 konser verdi ve 350 festivale katıldı. Afrika'nın, Güney Amerika'nın ve Hindistan'ın ritmlerini en iyi çalanlarıyla tanışıp görerek, dinleyerek, beraber çalarak ve onların çaldıkları aletleri quicca, berimbau, parmak piyano, konuşan davulu yapabilmesini ve çalabilmesini öğrendi. Kendi el yapımı olan bakır davullar, "Elektrikli Sihirli Piramiti", deve ve koyun çanlarında yaptığı "Artemiz" isimli metal aleti de içeren geniş bir etnik ve elektronik çalgılar koleksiyonu var. Ama Afrika'ya hiç gitmemiş...

Afrikalılar ile çalışmalar

"Evet, Afrika'ya gitmedim. Ama Afrikalıların en iyileri ile çalıştım İsveç'te. Kopenhag'a, Stockholm'e geldiler, oradaki kulüplerde, festivallerde tanıştık gruplar kurduk. Afrika müziğini onlardan öğrendim. Afrikalılarla yaptığım müzik çok kıymet gördü. Çok çok özeldi. Dünyada öyle bir müzik yoktu biz çalarken, hâlâ da çok ilgi görür. Afrika'dan çok önemli insanlarla, en iyileriyle çalıştım. Çok şey öğrendim onlardan yemeklerinden danslarına kadar.

Senegal Balesi gelirdi, bende kalırlardı, yerlerde yatardık. Başka şehirlere giderlerdi, arkalarından ben de giderdim, arabamla taşırdım onları.  Sırf öğreneyim diye. Afrika benim ayağıma geldi İsveç'te."

Okay Temiz bugün artık Türkiye'de yaşıyor ve bir "ritm atölyesi var." Burada onlarca öğrenci eğitim görüyor...

"Bugün seksen beş öğrencim var evet. Biz, iki yüz kişi de çaldık bundan dört sene evvel Açıkhava'da, İstanbul Caz Festivali'nde. Bu atölyenin durumu diğer ülkelerle karşılaştırırsak çok iyi. Duyduğum kadarıyla ne Amerika'da ne Avrupa'da bu kadar talebesi olan atölye yok. Biz, burada her gün otuz kişi ders yapıyoruz. Oralarda üç beş kişiye haftada bir ya da iki gün ders veriliyor. Türkiye ve İstanbul beni şaşırttı bu konuda. Bunu Stockholm'de yapamazdım. On kişiden fazla insan toplayamazdım. İstanbul'da insanlar kendilerini bir hobiye, bir meşgaleye atıyor; buraya asık suratla gelip deşarj olup çıkıyorlar."

Peki Okay Temiz'in kalfaları yetişiyor mu?

"Güzel soru. Biri İngiliz, biri İtalyan iki kişi var. Türk bulmak çok zor. Gönüllü geleyim, öğreneyim diyen yok. Biz deri germekle öğrendik bu işi,  koyunların derisini tenekelere gererek öğrendik. Bir Ebru Hanım var, asistanım, o bu atölyeyi en iyi götüren insandır. Kayıtları o yapıyor, dersleri o veriyor. Bilgisayar programcısı, üniversite mezunu biri. Şu anda Afrika'da, ritm üzerine araştırmalar yapıyor."

Okay Temiz ile söyleşimizi Galata'da, evime yüz metre uzaktaki atölyesinde yüzlerce vurmalı çalgının arasında gerçekleştirdik. O, elinde matkap yeni aletler üretiyordu biz geldiğimizde; ayrılırken 11 Şubat'ta verilecek konserin bir mini provasını izlemeye başlamıştı, birazdan yurtdışından konser için gelecek olan sanatçılarla buluşacak, ardından televizyon programına yetişeceklerdi... Yetmişinci yaşında, Okay Temiz'in gittikçe artan enerjisine hayranlıkla ayrılırken atölyeden, çalınan "nihavent longa"nın melodisi peşimizden uzun süre bizi izleyecekti...

İsveç'te binlerce orkestra var

Okay Temiz, 1967 yılında Ulvi Temel Orkestrası'na katılıp Avrupa'da büyük dans lokallerinde çalışır. Aynı yıllarda İsveç macerası başlar. Orada doğaçlama alanında büyük etkisi olan trompetçi Muvaffak "Maffy" Falay ile tanışır ve birlikte Türk folklor melodilerindeki kıvraklık ve ritmi farklı bir platformda açığa çıkardıkları Sevda grubunu kurarlar. Sonraki yıllarda Stockholm radyoları ve senfoni orkestrasına perküsyoncu olarak değişik renkler katacaktır...

"Buradan çok iyi kondisyonla gittiğimden orada çok büyük hüsnü kabul gördüm. Caz ailesi beni hemen kabul etti. Onlar bir ailedir. İsveç bugün dünyada müzik alanında potansiyeli en büyük ülkedir. Dokuz milyon nüfusuna rağmen, dört yüz tane büyük orkestrası –big band- bulunmaktadır. Okulların, polislerin, hastanelerin, askeriyenin, fabrikaların büyük orkestraları vardır. Hepsi, bizimkilerin hepsinden iyidir. Buradaki TRT Big Band Caz orkestrası'ndan çok daha iyidirler. Dört bin tane de kombo orkestra vardır. Konservatuarı bitiren çocukların kurdukları fusion caz grupları, dörtlü, beşli, altılı sahne alırlar.

Ve İsveç, dünyanın en büyük yardımını verir idealist caz müzisyenlerine... Aslında idealist sanatçılara diyelim; bunun içine heykel, bale, tiyatro, plastik sanatlar, her türlü sanat dalı giriyor. Dürüst olmak şartıyla devletten çok büyük yardım alınıyor. Dürüst olmaktan kasıt; araştırıcı olmak, halkın üzerine çıkmak, piyasa işi yapmamak. Tamamen özgür bırakıyor sanatçıyı. Yap bakalım ne yapacaksın diyor."

Büyük proje: "Mistik Müzik Buluşması"

Yeni projeleri var mı Okay Temiz'in?

"Benim çok büyük bir projem var, bunu Tayyip Bey'e de söyledim kaç sene evvel: 'Mistik Müzik Buluşması.' Mistik müzik çalan ayrı dinlere mensup müzisyenler var. Böyle tanıdıklarım var Norveçli Jan Garbarek gibi, çok iyi dostumdur. Neneh Cherry var Don Cherry'nin kızı Amerika'da. Fairouz var güneyde Lübnan'da. Mısır'dan iki şarkıcıyı tanıyorum, Fatima Eid ve Muhammad Münir. Bunlar çok büyük isimler. Bulgaristan'da bir kadınlar korosu var. Projeyi hazırladık verdik, fakat Türk Tanıtma Fonu'nda takılıyor. Bu arada Vatikan'dan mail geldi, buradan başlatalım demişler. Oradan başlasam burada garip karşılanacak.

Konserlerin biri Konya'da olacak. Sûfi müziği en önemli mistik müziktir Türkiye'deki. Kudsi Erguner gelecek mesela Paris'ten. Türk olarak sadece o var. Bir diğer konser Meryemana'da Efes'te verilecek, sonra dünyaya açılacağız. Leningrad, Tokyo, Vatikan... Dünyanın her yerinden insanlar özel uçaklarla gelecekler. CD'ler DVD'ler, filmler yapılacak. Menajerlerle konuştum, işin yüzde yetmişini bitirdim, iş paraya kaldı. En büyük proje bu...

Bunun dışında küçük küçük konserlerim var. Nisan ayında Hintliler'le turnem var. Sonra benim bir çingene orkestram vardı. Çingene orkestrasını yurtdışına çıkaran ilk insan benim. Hüsnü Şenlendirici'nin babası mesela muazzam bir trompetçiydi, onu da keşfeden benim. Düğünlerde, sokaklarda, rakı masalarında çalıyorlardı, aldık götürdük. Kimsenin haberi yok, kendinin de haberi yok ne çaldığından, yazık. Fakat krizden dolayı konserler azaldı. Herkes yerel gruplarla idare ediyor birkaç Amerikalı büyük isim dışında. Kriz gelince ilk tasarruf edilen kültürdür..."