”Türkiye, rötarı kapatmaya çalışıyor”
Raffi Portakal, ülkemizde koleksiyonculuğun hızlı gelişimine dikkat çekti
Faruk Şüyün
Türkiye'de antikacılık ve müzayedecilik denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biridir Raffi Portakal. Portakal ailesinin dördüncü kuşağı, kızı Maya da bugün aynı meslekle uğraşıyor. Yani aile içinde mesleğin tarihi, bugünden 20. yüzyılın başlarına kadar gidiyor. Dede Yervant Portakal'ın taa 1914'lerde Kapalıçarşı'da bir antikacı dükkânı varmış, müzayedeler düzenliyormuş; ondan sonra mesleği sürdüren baba Aret Portakal'ı ben de tanıma, sohbet etme şansını bulmuştum. Raffi Bey'le sanırım 1980'lerin ortalarından bu yana dostluğumuz sürüyor. Onun yoğun temposuyla benim yoğun tempomun arasında kesiştirmeye çalıştığımız randevu tarihi birkaç kez ötelense de işte Nişantaşı Mim Kemal Öke Caddesi'ndeki Portakal Sanat ve Kültür Evi'nde buluşuyoruz. Sade kahvelerimizi yudumlayıp doğal kayısı kurularımızı yerken "projeler," diyorum, "ilk kez bu sayfada açıklayacağınız projeler!" Tabii ki var. Anlatmaya başlıyor:
"Yarış devam ediyor, yani hayat sürüyor. Devam ettiği sürece insanlar ayakta durmanın, yaşamının tadını ürettikleri projelerle, yaptıklarıyla hissediyorlar. Ben de bu bayrak yarışının üçüncü kuşağı olarak, yanımda dördüncü kuşağı Maya ile birlikte 2008, 2009, 2010'da çok farklı şeyler yapmak istiyorum.
En yakın proje
Faruk Şüyün anlatacaklarımı ilk kez sizinle paylaşacağım. Müsaade ederseniz bunların bir kısmını erbabının anlayacağı gizlilikte söylemek istiyorum; bir kısmını tabii ki açıkça anlatacağım.
En önce, en yakın projeden söz edelim: bu, hepimizin bildiği klasik sonbahar müzayedemiz 23 Kasım'da Conrad Hotel'de. Onun hazırlıklarına harıl harıl şimdiden başladık. Bu kez çok ayrı, ekstra bir heyecanımız var. Çünkü, çok önemli bir hat koleksiyonunun müzayedesini yapacağız, Türkiye'nin en önemli hat koleksiyonunun.
Bu, doğrusu beni çok etkiledi. Niye çok etkiledi, çünkü Sakıp Sabancı Müzesi'nin iki temeli varsa, birisi resim, diğeri hat koleksiyonudur. Hat koleksiyonu Sakıp Sabancı Müzesi'nin doğma sebeplerinden biridir. 1998'de bu koleksiyondaki seçkin eserlerden oluşan ‘Altın Harfler' sergisi New York Metropolitan, Paris Louvre, Los Angeles County Museum, Harvard Üniversitesi Arşur M. Sackler Müzesi, Deutsche Guggenheim Berlin'in konuğu oldu. O gelişmeler Sakıp Bey'e öyle güven verdi ki, ‘bizim eserlerimiz hakikaten çok güzelmiş, müze kurarız bunlarla' dedi. Böyle yola çıktık birlikte.
Dolayısıyla o günden bugüne baktığımız zaman, iki temel unsurdan bir tanesini oluşturacak nitelikteki eserlerin bir araya geldiği önemli bir başka koleksiyonu bu müzayedeye koyacağız."
Durun, diyorum ikinci projenizi ben tahmin edeyim. Mim Kemal Öke Caddesi üzerindeki diğer galerinizi restorasyona almışsınız, gelirken gördüm. Sanırım bunu anlatacaksınız. "Evet, ikincisi, yenileme projemiz." diye beni doğruluyor Raffi Portakal:
"Orayı modern sanatın özellikli eserlerini sergilemek için kullanmanın yanısıra galeriyi, modern bir havada, teknolojinin bütün icaplarını kullanarak örnek bir mekân yapmak istiyoruz. Küçüklüğüne rağmen söyleşilerin yapılabileceği, kütüphanenin kullanılacağı, mini bir cafe'nin olacağı, yaşayan sanatçılarla fikirsel alışveriş yapılabilecek bir platform... Gerek Türk, gerek yabancı sanatçılar için kullanabilecekleri bir mekân. Böylelikle galeri, işlevini dört başı mamur yerine getirmeye çalışacak..."
Sıra 2009 ve 2010 projelerinde. Ses tonundan heyecanlandığını anlıyorum:
"Ben dahi söylemekten çekiniyorum kendime. İstanbul denince, Türkiye denince akla en parlak ne gelirse ondan yapılmış bir proje var hazırladığımız. Çok gizli, henüz açıklamak istemiyorum onu, paylaşılsın, haberleri çıksın istemiyorum. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti ile ilgili olduğunu söyleyebilirim, bir de hafızalardan asla çıkmayacağını. Hem konu, hem mekân, hem de malzeme itibariyle müşiş bir şey yapmayı planlıyoruz...
Bu arada, Fransa'daki Türkiye yılı için de ayrıca bir proje hazırladığımızı belirtmeliyim."
Bir de P Dergisi var.
"Elbette dergi devam ediyor. Dünyada 12 yıl boyunca kalitesini bozmadan sürdürülen bir yayın bulmak zor. Hiçbir koleksiyonerin evine girip evinin resimlerini ya da oradaki eserleri dergimize koymadık, müzayedede sattığımız veya satışa çıkaracağımız eserlerle ilgili makaleler yayımlamadık. Bunu prensip edindik. Dünyanın önemli sanat tarihçileri, uzmanları ve yazarları dergimizde yazıyor. İngilizce'sini de tüm dünyada başta Louvre olmak üzere önemli müzelerde, önemli kitapçılarda satıyoruz."
Sonra, şöyle devam ediyor Raffi Portakal:
Galerimiz dört başı mamur olacak
"İşte hayat bu şekilde uçup gidiyor. Biz de geride iyi, sağlam şeyler, belgeli bir şeyler bırakmak için çaba sarf ediyoruz."
Önümüzdeki aylar çok sayıda eserin ortaya çıkacağı bereketli bir dönemi muştuluyor. Raffi Portakal'ın bir önceki müzayedesi Şevket Rado'nun kitap ve hat koleksiyonu ağırlıklıydı ve yine çok güzel eserler vardı. Bu kadar çok sayıda eser hep ortaya çıkmayacak, böyle ilanihayet sürmeyecek herhalde. Sektörde kimi zaman değerli eserler bulma sıkıntısı yaşanıyor olmalı...
"Sektörde ben de zaman zaman muzdarip oluyorum bu konuda. Bir şans bu eserlerin bize gelişi. (Sektörde yarattığı güvenin payı büyük bence F. Ş.) Hattatlarımız, sadece 150 yıllık geçmişi olan ressamlarımız hem çok fazla eser üretmemişler, hem de ürettikleri iyi korunamamış. Dolayısıyla günümüze çok az eser gelmiş. Bu çok az olan eserler de gittikçe ekonomisi gelişen Türkiye'de büyük ailelerin eline geçiyor, ki geçmesi lâzım. Yeni koleksiyonerlerin olmasını fevkalade destekliyorum. Onların topladıkları eserler yarın öbür gün müzeye dönüşebilir ve toplumla paylaşılabilir, kitapları yayınlanabilir, o amaçlara yönelik koleksiyonerlerin olmasını elbette ki destekliyoruz.
Bu devinim içinde eserler bir yerlere gittikten sonra tekrar piyasaya dönmeleri çok zor. Dolayısıyla bir zaman sonra bu vaha, ki hiç vaha olmadık batı'da olduğu gibi, çölleşecek.
Eser kalitesinde sıkıntı yaşanacak
Ama çağdaş eserler, çağdaş boyutlarda üretilen yapıtlar daha ön plana çıkacak. Benim Türkiye'de gelecekte gördüğüm bu. Elbette ki zaman zaman Çallı İbrahimler, Feyhamanlar, Osman Hamdiler yine çıkacak müzayedelere. Ama bunların miktarının da kalitesinin de giderek aşağıya doğru ineceği şüphesiz."
Sözü müzelere getirmenin zamanı. Çünkü, daha yakın tarihlere kadar bir çöldü özel müzecilik bakımından ülkemiz.
"Önce Sadberk Hanım Müzesi doğdu. Uzun süre gerek yeri bakımından, gerek yönetim biçimi bakımından çok dar çerçevenin ilgisini çekti içinde çok önemli eserler olmasına rağmen. Sonra Sakıp Sabancı Müzesi ortaya çıktı, daha dinamik, daha şehre yakın, başka servisleri de yanında verebilen... (Cafe düzeni gibi, konserler gibi, konferanslar gibi). Sabancı Müzesi'ndeki koleksiyonlar yurtdışına gitti, oradan çok önemli koleksiyonlar geldi, Türk halkıyla kucaklaştı.
Kalabalık izleyicili sergiler
Geçen gün Herald Tribune de okudum dünyada 250-300 bin kişinin gezdiği sergiler, önemli sergiler olarak geçiyor o ülkelerin büyük popülasyonlarına rağmen. Yani Londra, Paris, Madrit dediğiniz zaman yalnızca o ülkelerin halkı gezmiyor sergileri, bütün dünyadan gelen turistler de kuyruklarda müzelerin önünde. Dolayısıyla çok önemli.
Arkasından Pera Müzesi, İstanbul Modern... Bunlar da son derece önemli işlevler üstlendiler kendi branşlarında. Daha çok oryantalist eserlerle ilgili Pera Müzesi, koleksiyonunun ciddi bir kısmını oluşturuyor bunlar resimden söz ediyorsak. Onun yanında çok önemli bir Kütahya çini ve seramikleri, Anadolu ağırlık ve ölçüleri koleksiyonu var.
İstanbul Modern, çok önemli bir koleksiyonu geliştirmek yolunda. Daha da şanslı, yaşayan sanatçıların yapıtlarını alıyor, zaman içinde daha iyilerini bulabilir, geliştirebilir, sergilerini yapabilir.
Unutmayalım ki santralistanbul var, onun da konumu mükemmel, besleyen üniversitesi var, çok iyi sergiler yapıldı. Anlatan ve anlamlı sergiler.
Yeni özel müzeler açılacak
Kadir Has Müzesi gerekli şartları yerine getirebilirse koruma gibi, rutubeti önleme gibi, ısı gibi, o da bu yarışın çok içinde olur.
Bütün bunlar yanyana geldiğinde görebiliyoruz Türkiye'de son 15-20 yıla baktığımızda sıfırdan neler olduğunu. Daha da olacak, yani koleksiyonlar geliştikçe. Örneğin Erdoğan Demirören'in hat, ferman, tophane, tombak, tekstil, gümüş koleksiyonu hiç kimsede yok. Bu hep böyle kalamaz size söyleyeyim. Bir süreç ister, o süreç sonunda bir müzeye, kitaplara dönüştürülerek paylaşılacaktır toplumla.
Mesela Ömer Koç'un muazzam bir kitap koleksiyonu var, dünya çapında. Dünyanın en önemli Türkiye ile ilgili kitapları Ömer Koç'ta bulunuyor. Niye zaman içinde müzeye dönüşmesin?
Böyle baktığımızda kapitalistleşen, burjuvalaşan Türkiye'de, bu değerleri zamanında elde eden batı'da olduğu gibi, -nasıl orda birçok özel müzeler devlet müzelerinin yanısıra kurulmuşsa- özel müzeler kurulacak."
Bir de Amerika var, sermaye sahipleri biriktirdikleri sanat eserlerini ölümsüzlüğü yakalamak amacıyla şehirlerin müzelerine bağışlamışlar ve kendi adlarının verilmesini istemişler bazı oda veya salonlara.
"Guggenheim çıkmış, kendi adını vermiş bir müzeye. Özel müzeler yapılmış. Bu müşiş bir heyecan, ayrıca turizme direkt etki yapıyor. Son Bienal'de Türkiye'ye gelen yabancı sayısı arttı. Sanat penceresinden baktığımız zaman bunlar, kültürel düzeyi yüksek büyük koleksiyonerler, büyük sanat adamları, büyük müze adamlarıydı. Bu kolay kolay elde edemeyeceğimiz bir başarı. İstanbul Bienali son derece önemli bir işlev üstleniyor ve kalitesi giderek dünyada benzerleri arasında çok sayılı, çok saygın bir noktaya geldi.
Eskiden Art Basel'de çok az Türk görürdük, şimdi birçok Türk'le karşılaşıyoruz. Yalnızca izlemek için gelmiyorlar alışveriş de yapıyorlar. Bu arada iftihar edeceğimiz bir Türk galerisi de çok iyi bir pozisyonda orada yer aldı bu sene. Murat Pilevneli'yi de kutluyorum yaptığı işten dolayı."
Evet, Türkiye bu alanda hızla gelişiyor. Ben de umutlu bakıyorum yarınlara Raffi Portakal gibi. Anlatmaya devam ediyor:
"Türkiye, süratle rötarını kapatmak için bir şeyler yapıyor. Yeterli mi, değil. Daha yaygınlaşması lâzım Çok daha süratle. Birçok işadamımız, birçok zenginimiz çok kısa zamanda iyi araba almayı, giderek iyi giyinmeyi biliyor. En iyi saatleri takmayı çok çabuk öğreniyor. İyi muhitlerde evleri, yalıları görüyor ve alıyor.
Ama sıra sanat eserine gelince, orada biraz rötarlı, çok frene basıyor.
Sanat, bitmeyen bir aşktır
Bir an evvel kendisini kırması lâzım. Benim için, sizin için değil. Önce kendisi, sonra ailesi ve giderek bütün ülke için. Nasıl yemek, giyim-kuşam bir kültürün ürünü ise sanat eserleri de öyle, o ailenin kültürünü gösterecek en önemli simgelerdir.
Sanat, gerçekten seviyorsanız bitmeyen bir aşktır. Evdeki duvarların alanı bellidir, ama sanatsever eserlerin birini indirir diğerini asar, biraz da bunu seyredeyim; şununla diğeri nasıl yanyana duruyor, nasıl anlaşıyorlar diye. İşte bu sevgidir. İdeali de yalnız kendi hedonizmini tatmin etmekte değil, paylaşabilmektedir. Bir şeyi ne kadar severseniz -genel olarak diyorum- daha çok anlatır, daha çok paylaşırsınız. Elbette istisnaları da vardır, bazılarının sevgisi o kadar korkunçtur ki, kimseye göstermek, paylaşmak istemezler, o da vardır."
Burada teybi kapatıyorum. Hemen yakındaki Türk yemekleri yapan lokantaya geçiyoruz. Lezzetli mercimek köfteleri eşliğinde hayata ilişkin konuşacağımız daha çok şeyler var...
"Şaheser hatlar satışa sunulacak"
Raffi Portakal'ın sonbahar müzayedesindeki satışa sunulacak hat koleksiyonu hakkında biraz daha bilgi almalıyım. Kaç parçadan oluşuyor, kimlerin eserleri var...
"Hat koleksiyonu, 250-300 parçadan oluşuyor. Ben, onu ikiye ayırıyorum. Şöyle: Bu, büyük bir ustanın, büyük bir eksper ve hattatın yaşadığı yıllar içinde en sevdiği eserleri topladığı bir koleksiyon. Onların içinde söylemekte hiç mahzur yok Hâfız Osman, Şeyh Hamdullah'tan günümüz sanatçılarına varıncaya kadar büyük seçme eserler var. Eserler deyip küçültmeyeyim, ‘şah'eserler. İkinci kısmı ise koleksiyonun da sahibi olan bu modern hattatın çalışmaları"
Biraz daha isim alsam...
"Hatları saymaya devam edeyim, Mehmet Şevkiler, Kazasker Mustafa İzzetler, Yesariler baba-oğul, Mustafa Dedeler, İsmail Hakkı Beyler, Sultan Abdülmecitler, elbette Hamit Aytaçlar, Batanaylar yani aklınıza gelebilecek günümüz sanatçılarına kadar seçme şaheserlerden oluşan bir koleksiyon."
Peki, müzayedeye çıkacak tabloların ressamlarından bazılarını öğrensek...
"Üç-dört aileden gelen tablolar var. Bunların içinde yine çok heyecanlandıracak büyük sanatçıların eserleri bulunuyor: Feyhaman Duran'ın, Hoca Ali Rıza'nın, Nazmi Ziya'nın... İki tane de Osman Hamdi Bey var. Dolayısıyla çok farklı bir müzayede olacağını düşünüyorum.
Bu arada, bu müzayede de iki katalog hazırlayacağız, biri hatlar için. Onları hiç bozmak istemiyorum. Erbabı onları yanyana görmek ister, bir tek kişi yıllar içinde biriktirebilmiş, bizim onları başka şeylerle karıştırma hakkımız olmadığını düşünüyorum, saygı anlamında."