Doğu Akdeniz’deki enerji kavgası ve Türkiye
Doğu Akdeniz'de ülkeler arasında yaşanan gerginliklerin asıl nedeni, ülkelerin 2011 yılında keşfettikleri Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nin (MEB)kesişmesi olarak okunabilir.
Son yıllarda Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon rezervleri, bölgesel dinamiklerin yeniden şekillenmesinde önemli bir rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor. Bölge ülkelerinin enerji ticaretinde ihracatçı ülke olmalarının yolunu açan bu keşifler, dolaylı olarak bölgedeki güç dengelerini de şekillendirmeye başladı.
Bölge ülkeleri dışında enerji talep pazarında ilk sırada bulunan Avrupa ülkelerinin doğalgaz ithalat bağımlılığında, Rusya’ya alternatif olacak yeni pazar arayışlarına girmesi de bölgedeki dengeleri daha karmaşık hale getirmiş durumda. Zira ibrenin güçlü ülkelerden ziyade doğru strateji ile hareket eden ülkelerden yana olduğu bu süreçte, İsrail, Mısır, Lübnan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve en önemlisi Türkiye’nin attığı adımlar, her geçen gün daha da önem kazanıyor.
Doğu Akdeniz’de uzun yıllardır devam eden doğalgaz arama çalışmaları sonucunda ilk doğalgaz sahasının keşfi 1999 yılında İsrail sularında gerçekleşti. İsrail Leviathan isimli en büyük doğalgaz sahasını, 2010 yılında keşfederken GKRY ise tek taraflı olarak ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesinde (MEB) Afrodit sahasını 2011 yılında keşfetti. Bölgedeki en büyük doğalgaz rezervini ise 2015 yılında Mısır, Zohr sahasında ortaya çıkardı. Doğu Akdeniz’de son dönemde yaşanan gerginliklerin temelini de keşfedilen bu rezervlerin dış pazarlara hangi güzergahtan ihraç edileceği oluşturuyor.
Doğu Akdeniz, sahip olduğu enerji kaynakları ile birlikte uzun zamandır gündemdeki yerini koruyor. Bilindiği üzere uluslararası hukuk kriterlerine göre kıyıda bulunan ülkelerin 200 mil genişliğinde hakları yani kendi MEB’leri bulunuyor. Bölgede ülkeler arasında yaşanan gerginliklerin asıl nedeni, ülke MEB’lerinin kesişmesi olarak okunabilir. Yaşanan gelişmelerin tarihsel sürecine baktığımızda da MEB’lerden kaynaklı anlaşmazlıkların olduğu görülüyor.
Geçen hafta Kıbrıs'ta Rumlar adına Türkiye'nin MEB olarak kabul ettiği alanda keşif yapmak için bölgeye gelen İtalyan Eni şirketine ait 'Saipem 12000' adlı petrol platformunun gönderilmesi ve buna Türk savaş gemilerinin sert bir şekilde karşılık vermesi de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Bu hadise yaşanmadan önce 11 Şubat tarihinde Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Türkiye’nin kırmızı çizgisi olarak belirtilen sınır güvenliği karşısındaki hassasiyet dile getirilmişti. Bu bağlamda “Kıbrıs Adası’nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türklerinin doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını hiçe sayan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, tüm uyarılara rağmen Doğu Akdeniz’de tek taraflı hidrokarbon arama faaliyetlerine devam etmekte. Bu çerçevede son olarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin sözde münhasır ekonomik bölgesindeki 3 numaralı parselde çalışmalara başlamayı amaçlaması sonrası Türkiye, "Ortaya çıkabilecek durumun tek sorumlusu ısrarla tek taraflı hidrokarbon faaliyetlerine devam eden Kıbrıs Rum tarafı olacaktır” açıklamasını yaptı.
Açıklamanın devamında da Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulamamasındaki ana sebebin Rum tarafının bölgenin güvenlik ve istikrarını sorumsuzca riske atmaktan çekinmeyen tavırlarından kaynaklandığı ifade edildi. Bunun yanında GKRY’nin tek yanlı hidrokarbon faaliyetlerini sürdürmeye devam etmesi durumunda sert müdahalelerle karşılaşılabileceği belirtilirken, üçüncü ülkelerde yerleşik şirketlerin, GKRY ile hidrokarbon alanında işbirliği yapmamaları konusunda uyarıda da bulunuldu.
Bölge ülkelerinin tutumu önemli
Geçen Aralık ayından son yaşanan hadiseye kadar geçen bu süreçte, Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler ve buna bağlı olarak artan gerilimler, bölge ülkelerinin daha çok kendi çıkarları çerçevesinde hareket etmelerinden kaynaklanıyor. Bölge ülkelerini ayrı ayrı ele aldığımızda özellikle Mısır ve İsrail'in ön planda olduğu dikkatlerden kaçmıyor.
Mısır’ın yakın zamanda keşfettiği Zohr sahasını üretime açması ve yine önümüzdeki yıllar içerisinde yeniden ihracatçı bir ülke olarak piyasadaki yerini alacak olması bölgede dengelerin değişeceğinin ilk habercisi olmuştu. Uluslararası şirketlerle doğalgaz arama çalışmalarına yönelik yaptığı anlaşmalar da önümüzdeki dönemde Mısır’ın bölgede kilit bir rol oynayacağını gösteriyor.
Bölgenin bir diğer ülkesi olan İsrail, ürettiği doğalgazı mevcut durumda yalnızca Mısır ve Lübnan’a ihraç edebiliyor. Bu ülkeler dışında doğalgazını diğer bölge ülkelerine ve buradan da Avrupa’ya transfer etmek isteyen İsrail'in ihraç için üç güzergahı bulunmakta. Bunlardan ilki ve en makul olanı doğalgazın boru hattıyla Türkiye’ye oradan da AB’ye transferinin gerçekleşmesi. İkinci olarak Mısır’ın LNG tesislerinin kullanılarak doğalgazın buradan pazara ulaştırılması, üçüncü ve son seçeneği ise East-Med Doğalgaz Boru Hattı Projesi oluşturmaktadır. Bu proje kapsamında İsrail gazının Yunanistan üzerinden Avrupa ülkelerine taşınması planlanıyor.
İsrail doğalgazını AB’ye ulaştıracak üç ayrı güzergahın da bölgede dengeleri önemli oranda etkilediği son yıllarda çok açık bir şekilde görüldü. Günün sonunda ticari, teknik ve politik açıdan en uygun planı devreye koymaya çalışacak olan İsrail, kendi çıkarına olmayacak bir projede yer almayacaktır. Türkiye gibi diğer bölge ülkelerinin sınır güvenliğini tehlike altına sokabilecek parsellerde de doğalgaz arayan İsrail, yalnızca kendi çıkarlarını göz önünde tuttuğunu ve aksi bir durumda bölgedeki dengeleri tehlikeye atmaktan çekinmeyeceğini her defasında dile getiriyor. Özellikle ABD Başkanı Trump’ın İsrail büyükelçiliğini önümüzdeki Mayıs ayında Kudüs’e taşıyacak olması, İsrail’in bölgede yalnız hareket etmediğini de gösteriyor.
Kendi MEB’inde Total, Eni ve Novatek konsorsiyomuna doğalgaz aramasının önünü açan Lübnan ise Doğu Akdeniz’de etkili olma çabasının meyvelerini almaya çalışıyor. Ancak üretime geçmeye hazırlandığı bazı parsellerin İsrail’in sahip olduğunu iddia ettiği parsellerle çakışıyor olması iki ülke ilişkilerini zaman zaman savaş boyutuna kadar taşıyor.
Türkiye’nin savaş gemilerine müdahalesini gerektirecek olayın yaşanmasına sebep bir diğer bölge ülkesi ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi. KKTC’nin Türkiye Petrollerine (TP) arama ruhsatı verdiği 3. parselde GKRY’nin hak iddia etmesi ve doğalgaz araması için Eni’ye yetki vermesi, bardağı taşıran belki de son damlaydı. Türkiye’nin bu duruma savaş gemileri ile cevap vermesi, bölgede uzun bir süre etkisini devam ettirecektir. Türkiye’nin verdiği bu karşılığa, aslında diğer bölge ülkelerine verilen bir mesaj olarak da bakılabilir.
Sınır güvenliği Türkiye’nin kırmızı çizgisi
Türkiye ile GKRY arasında yaşanan bu krizin arka planında yalnızca yaşanan bu son hadise yer almıyor. GKRY ile uzun yıllardır yaşanan anlaşmazlıkları üç konu etrafında toparlayabiliriz aslında. Türkiye’nin kıta sahanlığının örtüştüğü bölge olan 6. parselde yapılan faaliyetler ilk sırada gelirken, bunu KKTC’nin Türkiye Petrolleri (TP)’ne arama ruhsatı verdiği bölge olan 3. parselde yapılan faaliyetler takip ediyor; son olarak ise Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayan bir diğer alan olan 10. parselde yapılan faaliyetler geliyor.
Türkiye, bu hadiseye yönelik sergilediği tutum ile tüm sınırlarını korumak adına bu tür girişimlere kalkışmaktan hiçbir zaman çekinmeyeceğini bir kez daha kanıtlamış oldu. Enerji piyasalarındaki önceliği, sahip olduğu jeostratejik konumunu fırsata çevirmek olan Türkiye'nin bir başka amacı ise enerji arz ve talep güvenliğinde ticaret merkezi olma hedefi. Bununla birlikte yerli ve yenilenebilir kaynak kullanımını da artırarak enerji ihtiyacında dışa bağımlılığını azaltmak isteyen Türkiye, son yıllarda hayata geçirdiği projeler ile bu yolda hızla ilerliyor. Önümüzdeki yıllarda enerjide önemli projelere imza atacağının sinyallerini veren Türkiye’nin karşısında tıpkı bu son olayda olduğu gibi GKRY benzeri hareketlerde bulunabilecek ülkeler mutlaka çıkacaktır. Ancak anlaşıldığı üzere Türkiye tüm bunlara rağmen bu tür hadiselere karşı kırmızı çizgilerinden asla taviz vermeyecektir.
Türkiye gerek kendi MEB’inde gerek KKTC’nin TP’ye arama ruhsatı verdiği parsellerde ve gerekse de sahip olduğu stratejik konumu ile bölgenin en kritik aktörlerinden biri olduğunu her dönemde göstermeye devam etmektedir. Bu bağlamda enerji arz güvenliği bakımından geliştirdiği stratejiler, Türkiye’nin ileride elini güçlendiren önemli araçlardan biri olacaktır.