Eğitim reformu

Murat YÜLEK
Murat YÜLEK KÜRESEL BAKIŞ myulek@aya.yale.edu

Eğitim sistemimiz yeniden reformdan geçiyor. Bu vesileyle, daha evvel de yazdığım bazı görüşleri tekrar ifade edeceğim. Ana mesele şu: ‘K12 eğitimi sonunda nasıl bir ortalama öğrenci profilini yetiştirmek istiyoruz.’ Bu temelin üzerinde ikinci soru: bu profile nasıl bir müfredat ve uygulama ile ulaşırız?

Türkiye’de eğitime hem devlet hem de halk olarak ciddi ölçüde para harcıyoruz. Artan nüfus ve hükümet öncelikleri sebebiyle Milli Eğitim bütçeden en çok pay alan sektör. Ancak, Türk eğitimi başarılı bir sisteme sahip değil. İlk kuruluşundan itibaren hedeflerini ve sistemik yapısını doğru kurduğunu söyleyemiyoruz. Şu anki performansı de bu görüşü destekliyor. PISA sınavlarında Türkiye ulaştığı kişi başına GSYH seviyesinin gerektirdiği puanların altında puanlar alıyor. Bu da sistemik hataya işaret ediyor.

Çok zeki öğrencilerimiz sisteme rağmen başarılı oluyor ve dünya çapında uzmanlar haline gelebiliyor. Bunlar hem zihinsel kapasite hem de ‘öğrenme isteği’ sayesinde bu başarıya kavuşuyorlar. Bunun dışındaki öğrencilerimiz içinde küçük bir grup (ortalama ve altındaki zekalardaki) ailelerinden ve istisnai öğretmenlerimiz sayesinde etkin çalışabiliyorlar ve eğitim sisteminden net fayda sağlayabiliyorlar. Diğerleri, sayıca büyük çoğunluk, eğitim sisteminden çok az fayda sağlayabiliyorlar. Bunlar gerçek hayata atıldıktan sonra ‘gerçek hayat eğitimini’ alarak profesyonel açıdan topluma faydalı hale gelebiliyorlar ancak.

PISA sınav sonuçları bu görüşü de destekleyici bilgiler veriyor. Türkiye’den sınava giren öğrencilerin az sayıda bir kısmı çok yüksek puanlar alıyor. Ancak öğrencilerimizin büyük kısmı tabiri caizse PISA sınavlarında dökülüyor. Üniversite ve TEOG gibi sınavlar da aynı sonuçları veriyor. Tüm soruları doğru cevaplayan az sayıda çok başarılı öğrencimiz yanında makul seviyede doğru cevap sayısı olan çok sayıda öğrencimiz olması gerekirken böyle bir durum yok. Senelerce bilgi yükledğimiz öğrencinin sınavda ‘sıfır çekmesi’ bir yerlerde yanlış yaptığımızı gösteriyor. Bilgiyi yükleyemediğimiz gibi öğrencinin analiz de yapamadığı ortaya çıkıyor. Halbuki, test usulü temelde pek de faydalı bir değerlendirme sistemi olmasa da, test usulü sınavlarda mantık yürütme kabiliyetinin bilgi eksikliğinin menfi etkisini ortadan kaldırması beklenir. Demek ki eğitim sistemimiz mantık yürütme yeteneğini de geliştiremiyor.

Mantık yürütme bir eğitim sistemi açısından geliştirilmesi bilgi yüklemekten çok daha önemli bir yetenektir. Zira günümüzde bilgiye erişim kolaylaştı. Biz ise, bilgi yüklemeyi temel alıyoruz hala. Böyle olunca, üniversiteye gelen K12 mezunlarının büyük kısmı herhangi bir konuda (muhtemelen futbol gibi konuları bunun dışında tutmalıyız) bilgi bazı yeterli olmasa bile ayakları yere basan analizleri yapamıyorlar. Üniversitelerimiz de büyük ölçüde bilgi yükleme mantığıyla eğitim veriyorlar. Böyle olunca, öğrencilerimizin, bilgiyi kullanarak analiz yapma, aklı başında politika önerisi çıkartma yetenekleri sınırlı kalıyor. Bu yetenekler ancak ‘gerçek hayata’ girince geliştirilebiliyor.

Sorun ilkokullardan başlıyor. Finlandiya’da ilk dört sene sınavlar tamamen kaldırılmışken biz okulun birinci gününden itibaren çocukları ödev yapmaya ve okuldan soğutmaya başlıyoruz. Bilgi yükleme, ezberletme, analiz yapmama sorunları daha birinci sınıfta başlıyor. Bunlar çocukları okuldan, eğitimden, öğrenmekten soğutuyor. Yine birinci sınıfta çocukları el yazısına alıştırmaya çalışmamız da benzer bir yanlış. Çocukları zorluyor ve eğitimden uzaklaştırıyoruz. İlk dört sene okulların görevi bilgi yükleme değil okulu, eğitimi sevdirme ve değerler eğitimine ayırmalıyız. Yoksa, otobüste yaşlı birisini görünce kalkıp yer vermek yerine elindeki telefonla oynamaya devam eden gençler yetiştiririz.

Eğitim sistemimiz, Tayvan’dan Kore’ye, Almanya’dan Finlandiya’ya kadar çoktan keşfedilmiş olan basit prensiplere dayanmalı: öğrenmenin sevilmesi (‘öğrenme aşkı’) ve gerektiği kadar bilgi; ancak daha önemlisi, bilgiye nasıl erişileceği, erişilen bilgiden nasıl sonuç çıkartılacağı, ulaşılan sonuçların diğerlerine nasıl sunulacağı ve farklı sonuçlara ulaşanlarla nasıl görüş alışverişi yapılacağı…

Meslek eğitimi ve yönlendirme bir diğer eksikliğimiz. Birincisi bol bol tartışıldı şu ana kadar. İkincisi ise en az birincisi kadar önemli. Bahsettiğim ülkelerde öğrenciler daha ilk dört yıldan itibaren yeteneklerine göre farklı eğitim kurumlarına ve mesleklere yönlendiriliyorlar.

Daha da önemlisi, eğitimimiz olabildiğince pratik olmalı. Bahsettiğim ve diğer bazı ülkelerdeki eğitim sistemi bunun üzerine kurulu. Biz ise, dikdörtgenin alanının nasıl hesaplanacağını öğretmeye çalışırken oturduğu evin alanını hesaplayamayan öğrenciler yetiştiriyoruz (bunu ortaokul öğrencileri üzerinde deneyebilirsiniz: geometri derslerini başarıyla geçmiş bir öğrenciye, oturduğu evin yüzölçümünü sorun; size hayretler içinde bakıp ‘biz bunu öğrenmedik’ derse normal bir öğrenciyle karşı karşıyasınız demektir. Tarih öğretiyorsanız, kitaptan bir şeyleri ezberlemeye değil, öğrenciyi tarihle ilgili yorumlar yapmaya yönlenmeliyiz.

Sonuç; hedef öğrenci profili, ‘doğru’ müfredat ve başarılı uygulama üzerine yoğunlaşmalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Chief Sustainability Officer 06 Ağustos 2018