Negatif faizin nesi yanlış? KOBİ'lere kredi olarak geçmiyor

Joseph STIGLITZ
Joseph STIGLITZ

Ocak ayının başında bu yıl ekonomik şartların 2008’de patlak veren küresel finansal krizden sonra en kötü yıl olan 2015’teki kadar kötü olacağını yazmıştım. Ve son on yıldır sıklıkta gerçekleştiği gibi, daha birkaç ay geçmeden daha iyimser diğer tahminler tekrar aşağı yönlü revize edildi. 

Bunun altında yatan sorun – krizden bu yana küresel ekonomiyi de hasta eden ve nispeten kötüleşen – küresel toplam talep eksikliğidir. Şimdi, buna tepki olarak Avrupa Merkez Bankası teşvik programını genişleterek, Japonya Merkez Bankası ve diğer birkaç merkez bankasının kervanına katılarak “sıfırın altında faiz” - faiz oranlarının negatif de olabilmesi - uygulamasına başladı. Bu alt sınır bir zamanlar geleneksel ekonomistlerin sadece hayal gücüyle canlandırabildikleri bir enstrümandı. 

Buna rağmen negatif faiz gibi sıradışı deneylere kalkışan ekonomilerin hiçbirinde ne büyümede bir artış ne de tam istihdam gerçekleşti. Bazı durumlarda çok daha beklenmedik bir sonuçla bile karşılaşıldı: Bazı kredi faizleri düşmek yerine yükseldi. Birçok merkez bankacısının kriz öncesi modellerin – hem resmi modeller hem de zihinsel modellerin – hayli kötü olduğu biliniyordu. Krizi öngöremediler ve sadece birkaç ekonomide görünürde tam istihdama yaklaşılabildi. Avrupa Merkez Bankası herkesin çok iyi bildiği gibi, tam euro krizi kötüleşirken ve işsizlik iki haneli rakamlara yaklaşırken 2011 yılında faizleri iki kez artırarak deflasyon riskini daha da yükseltmişti. 

Eski ve yanlış olduğu kanıtlanmış modelleri çok küçük değişikliklerle birlikte kullanmaya devam ettiler. Bu modellerde faiz oranı aşağı yukarı oynanarak iyi bir ekonomik performans sağlamaya yönelik en önemli politika enstrümanıydı. Eğer pozitif faiz oranları yetmiyorsa, bu işi ancak negatif faizler halleder diye düşündüler. 

Halletmedi. Birçok ekonomide – Avrupa ve ABD dahil – reel (enflasyona göre düzeltilmiş) faiz oranları negatife geçti. Bazen - %2’ye bile indi. Fakat yine de reel faiz oranlarının düşmesine rağmen iş yatırımları duraklamaya girdi. OECD verilerine göre son yıllarda fabrika ve ekipman yatırımlarının GSYH’ye oranı hem Avrupa’da hem de ABD’de düştü (ABD’de 2000’de yüzde 8.4 iken 2014’te yüzde 6.8’e, AB’de aynı dönemde yzde 7.5’ten yüzde 5.7’ye geriledi). Diğer veriler de ortaya benzer bir tablo koyuyor. 

Belli ki büyük şirketlerin yatırım yapmaya başlamak istedikleri faiz oranını tam olarak hesapladıkları fikri – ve faizlerde 25 baz puanlık bir indirim olduğunda çok sayıda projeye başlayama niyetli oldukları fikri – komikmiş. Daha gerçekçi olunması gerekirse, büyük şirketler yüzlerce milyar doların üzerinde oturuyor – gelişmiş ülkelerinkini toplarsak bu trilyonlarca dolar ediyor - çünkü zaten çok fazla kapasiteleri var. Faizler birazcık düştü diye neden daha fazla projeye girişsinler? KOBİ’ler ECB faizleri negatife çekmeden önce de kredilere erişemiyordu, şimdi de erişemiyor. 

Kısacası, birçok şirket – özellikle de KOBİ’ler – kolay kolay hazine bonosu oranlarında kredi alamıyor. Sermaye piyasalarından kredi alamıyor. Bankalardan da kredi alamıyor. Ve bankaların koyduğu faiz oranlarıyla hazine bonosu faizleri arasında çok büyük bir fark var. Dahası bankalar karneyle kredi dağıtıyor. İstedikleri zaman bazı şirketlerin kredi talebini reddedebiliyorlar. Bazı durumlarda teminat istiyorlar (genellikle de gayrimenkul). 

Ekonomist olmayanlara bir şok etkisi yapabilir ama bankalar son 20-30 yıldır para politikacılarının kullanmış olduğu standart ekonomik modelde hiçbir rol oynamadılar. Tabii ki eğer bankalar olmasaydı, merkez bankaları olmazdı veya tam tersi. Ama zihinsel uyumsuzluk merkez bankalarının modellerine olan güveni hiç sarsmadı. 

Euro Bölgesi’nin yapısı ve ECB’nin politikaları performansı iyi olmayan ülkelerdeki bankaların – özellikle de krizdeki ülkelerdeki bankaların – çok zayıfl amasına neden oldu. Mevduat çıkışları yaşandı, Almanya’nın talep ettiği kemer sıkma politikaları ise toplam talep eksikliğini geciktirdi ve yüksek işsizliğin devam etmesine neden oldu. Bu şartlar altında kredi vermek risklidir ve bankaların kredi vermeye ne iştahı nede yeterliliği vardı – özellikle de KOBİ’lere (ki genelde en fazla istihdam yaratan bu KOBİ’lerdir). 

Reel faiz oranlarında – devlet tahvilleri için de geçerli olan – eksi yüzde 3’lük hatta eksi yüzde 4’lük bir düşüş bile çok bir fark yapmaz. Negatif faiz oranları bankaların bilançosuna zarar veriyor. Bankalar üzerindeki ‘Servet etkisiyle’ kredi teşviklerindeki küçük artışı da öldürüyor. Eğer politika yapıcılar dikkatli olmazsa, kredi faizleri artabilir ve kredi kullanılabilirlik düşebilir. 

Bunların dışında üç sorun daha var. Birincisi düşük faiz oranları şirketleri daha sermaye yoğun teknolojilere yatırım yapmaya yönlendiriyor, bu da işgcüne olan talebi kısa vadede artırıyor olsa bile, uzun vadede azaltıyor. İkincisi faiz gelirlerine bağlı olan yaşlı insanlar, daha da zarar görüyor ve faiz artışından hayli faydalanan -zengin hisse sahibi olanlara – vatandaşlara nazaran tüketimlerini iyice kesiyorlar. Bu da toplam talebi baskılıyor. Üçüncüsü irrasyonel olsa getiri arayışı için bir çok yatırımcı portfolyolarını daha riski varlıklara kaydırarak ekonomiyi finansal isitikrarsızlık riskine sokuyor. 

Merkez bankalarının odaklanması gereken şey, kredilerin nereye gittiğidir. Yani yerel bankaların KOBİ’lere kredi verebiliyor olmasını ve vermek istiyor olmasını sağlamaları gerekir. Fakat aksine tüm dünyada merkez bankaları sistemsel önem taşıyan bankalara, 2008 krizinden bu yana aşırı risk alarak ve bozuk yöntemler kullanan finans kuruluşlarına odaklandı. Fakat toplama baktığınızda çok sayıda küçük bankanın toplamı da sistemik olarak önemlidir – hele de yatırım, istihdam ve büyümeye dair endişeler varsa. 

Tüm bunlardan çıkartılacak ders “Ne ekersen onu biçersin”. Eğer merkez bankaları yanlış modelleri kullanmaya devam ederse, yanlış yapmaya devam ediyor olacaklar. Tabii ki en iyi şartlarda bile para politikalarının kötü bir ekonomiyi tam istihdama yükseltme kabiliyeti sınırlıdır. Fakat yanlış modellere yaslanmak merkez bankalarının yapabileceklerinin önünü kesiyor – hatta durumu daha da kötüleştiriyor olabilirler

 

Ekonomi alanında Nobel Ödülü sahibi Joseph E. Stiglitz, Columbia Üniversitesi Profesörüdür. Bruce Greenwald ile birlikte yazdığı son Kitabı: Öğrenen Bir Toplum Yaratmak: Büyüme, Kalkınma ve Sosyal İlerlemeye Yeni Bir Yaklaşım

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Euro kurtarılabilir mi? 04 Temmuz 2018
Davos sonrası depresyonu 14 Şubat 2018