Güvenme dayına, ekmek al yanına…(Türk atasözü)

Hakan Güldağ - Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth...

2008 Kasım ayında London School of Economics’i ziyarete gitmişti. Patlak veren küresel ekonomik kriz ile ilgili bilgi almak için...

5 Kasım 2008 tarihli İngiliz gazetelerine bakarsanız, biraz da, Forbes’in 320 milyon sterlin olarak tahmin ettiği kişisel serveti ve 100 milyon sterlinlik yatırım portföyünün akıbetinin ne olacağına ilişkin merakından... O gün, ekonomi alanında dünyanın en saygın üniversitelerinden London School of Economics’in yine bir o kadar saygın profesörlerinden Luis Garicano, Kraliçe’ye bir sunum yaptı... Bütün dünyayı içine çeken mali krizi, piyasalarda yaşanan türbülansı detaylarıyla anlattı...

Profesör Garicano’yı dikkatle dinleyen Kraliçe, önce dinlediklerini tek bir sözcükle yorumladı: “facia”...

Ve ardından şu soruyu sordu:

“Madem bu kadar büyüktü nasıl oldu da herkes kaçırdı, kimse öngöremedi?”

★ ★ ★

Öngörülmesi gerekenler her zaman krizler değil…

Temel eğilimleri doğru zamanda yakalamak ve iyi okumak da ülkelerin, sektörlerin, şirketlerin gelişiminde bir o kadar önemli…

2017’deyiz...

Bir on yıl öncesine gidelim...

Dünya 2007’de ne haldeydi? Bugün ne halde? Arada ne değişti?

Herhalde en önemli değişikliklerden birinin kısaca ‘dijital devrim’ ve onun getirdiği değişiklikler olduğuna hiç birimizin itirazı olmaz...

iPhone denilen aletle ilk kez 2007’de tanıştık. O zamanlar hayatta olan Steve Jobs tarafından bize o yıl Ocak ayında tanıtıldı. Haziran sonunda da piyasaya çıktı.

‘Çıktı da ne oldu’ diye de sorabilirsiniz, ‘ne olmadı ki’ diye de…

iPhone ve benzeri akıllı telefonların hayatımızda ne kadar yer kapladığını şöyle bir gözünüzün önünden geçirin… Bilmem başka bir yanıta gerek var mı?

Keza sosyal medya...

21 Mart 2006’da Noah Glass’ın önerisiyle hayata geçen ‘mavi minik kuş’ Twitter, Jack Dorsey’in geliştirme çalışmalarıyla 10 yıl önce daha yeni yeni cıvıldamaya başlamıştı... Bugün 300 milyonun üzerinde kullanıcısı var. Topu topu 140 karakterle neredeyse birincil haber ve yorum platformumuz oldu.

Mark Zukerberg’in Şubat 2004’te Harvard Üniversitesi öğrencileri için kurduğu Facebook, 10 yıl önce henüz ‘kim kiminle çıkıyor’ havasında bir sosyal paylaşım sitesiydi... Bugün her yaş ve milliyetten kullanıcılarının sayısı 2 milyara yaklaştı. Geçenlerde Keşan’da bir toplantıda DÜNYA gazetesi tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım, Facebook’un çiftçiler arasındaki popülaritesinden bahsediyor ve üreticilerimizi tarımdaki inovasyon ve teknolojik gelişmelerden daha fazla haberdar olmak için bu dünya çapındaki sosyal ağa ilgi göstermeye davet ediyordu.

★ ★ ★

Dünyayı son 10 yılda değiştiren eğilimler, şirketlerin sıralamasını da değiştiriyor. 10 yıl önce dünyanın borsalarda işlem gören en değerli 5 şirketi nasıl sıralanıyordu?

İlk sırada petrol devi Exxon Mobil vardı. General Electric iki, Microsoft üçüncü sıradaydı. Dördüncü sırada bir büyük finans kuruluşu Citigroup, beşinci sırada ise bir başka petrol devi BP vardı.

Aslına bakarsanız, 6’ncı sırada da bir başka petrolcü Shell yer alıyordu.

Ya bugün?

İlk sırada Apple var. İkinci sırada ise Google. Çeşitli listelere göre bu ikisi zaman zaman yer değiştiriyor bu aralar. Microsoft, üçüncü sıradaki yerini koruyor. Dörtte e-ticaret ve bulut bilişim şirketi Amazon var. 10 yıl öncesinin şampiyonu Exxon Mobil ise beşinci sırada.

2017’de 6’ncı sırada bir petrol şirketi vardı, şimdi bir dijital şampiyon Facebook var.

2014’te 25 milyar dolarla halka arz rekorunu kıran bir başka e-ticaret platformu Alibaba.com da yakında bu listenin yeni oyuncusu olmaya aday…

★ ★ ★

‘Dijital devrim’ böyle bir şey işte...

Hayatımıza bir sızdı, pir sızdı...

Bugün hayat tarzımızdan iş yapma biçimlerimize hemen her şeyi şekillendiriyor...

Peki, biz ne yaptık bu süreçte?

Siz de hemen bizdeki ‘en büyük şirketler’ sıralamalarını gözünüzün önüne getirdiniz değil mi?
Bizde henüz pek bir değişim yok.

Oysa olabilirdi; 2007’de Türkiye’nin performansı gayet yerindeydi.

Coşku ve heyecan da yüksekti…

‘İnovasyon Vadisi’ kuran kentlerimiz, Ortadoğu’dan sonra Avrupa’nın en iyisi olmayı hedefl eyen şirketlerimiz…

O zaman büyüme hızımız da yüksekti…

TÜİK’in rakamlarıyla, hem de yeni seriden aktaralım:

2002-2007 arasındaki 7 yılda ekonomimizin yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 7.14’tü...
2008-2014 arasındaki 7 yılda ise yüzde 4.88’e geriledi...

2014’ten bu yana ise peş peşe gelen seçimlerin, artan siyasi ve jeopolitik tansiyonun da etkisiyle ortalama büyüme hızı yüzde 3 civarında...

Bölgemizdeki gelişmeler böyle sürecekse, bir de üstüne dünyada korumacılık artacaksa yeni dönemde performansımız öyle pek parlak olmayacak.

★ ★ ★

‘Neden bahsediyorsun? Bugünle uğraşmaktan yarını düşünmeye mecalimiz mi var?’ derseniz haksız bulamam sizi...

Yıllarımız siyasi itiş kakışla, jeopolitik riskler arasında bir sarkacın topuzu gibi sallanmakla geçiyor şu sıralar.

Fena halde kısa vadenin esiriyiz...

‘Dur bakalım hele şu vartayı bir atlatalım da’ diye doğru dürüst yatırım yapmaz olduk.

Özellikle de makine ve teçhizat yatırımlarımız epey uzun bir süredir arzulanan düzeyin çok altında...

Haydi bugün idare ediyoruz, daha kullanacak kapasitemiz var.

Ama böylelikle gelecekteki üretim kapasitemizi, özellikle de ihracat potansiyelimizi sınırlamış olmuyor muyuz?

Keza, şu sıralar yüzde 13’e dayanan işsizlik oranı nedeniyle daha fazla dikkatimizi çekmeye başlayan ekonomimizin istihdam yaratma kabiliyetini de...

★ ★ ★

Gazetecilikten gelen bir alışkanlık mıdır bilmem, ben ne aşırı iyimser ne de aşırı kötümser yaklaşımlara inanmam. Değer de vermem…

Çünkü bu ikilinin ne bir anlamı var, ne de işlevi…

Her ikisi de bizi gerçeklikten koparıyor.

Geleceğin risklerine karşı da korumuyor.

Uçlarda gezinen iyimserlik ya da kötümserlik tuzağına düşmek yerine bana en iyisi, sorunları ele alırken alabildiğine gerçekçi olmak gibi geliyor.

Sorun her neyse, didik didik irdelemek, en acımasız şekilde eleştirmek, her cepheden bakmaya çalışmak en doğrusu...

Ancak gel gelelim, iş çözüm aşamasına geldiğinde de pozitif olmayı becerebilmek önemli...

★ ★ ★

Ne demişler:

“Karamsarlar rüzgardan şikayet eder...

İyimserler rüzgarın yön değiştirmesini bekler...

Gerçekçi ise yelkenleri ayarlar...”

Yazıya başlarken değindiğimiz Kraliçe Elizabeth’e dönersek…

Aslına bakılırsa, majesteleri 2008 krizine dair “niye kimse fark etmedi?” sözüyle hepimizin aklındaki soruyu sormuş oluyordu...

Öyle ya...

Nobel ödüllü ekonomistler...

Birinci sınıf merkez bankacıları...

Yetkili ve etkili maliyeciler...

Dünyanın en iyi üniversitelerinden mezun bürokratlar, CEO’lar, yatırımcılar, yetenekli uzmanlar...
Koro halinde bize yıllarca her şeyin iyi gittiğini, geleceğin çok daha güzel olacağını söyleyip durdular...

Ta ki, kriz gelip çatana kadar...

Sadece onlar mı?

Medya da “uyarıcı” işlevini unuttu.

Sorunları açıkça ortaya koymak yerine, biriken sorunları görmezden geldi, hatta üstünü örttü...
Belki de gerçek cevap, Kraliçe’nin sorusu karşısında şaşıran Prof. Luis Garicano’nun verdiği yanıtta gizli:

“Her aşamada, biri bir diğerine güveniyordu ve herkes onların doğru şeyi yaptığını düşündü...”
Bu durumu anlatan ne güzel atasözlerimiz vardır değil mi?