Andersen ödüllü yazarlardan

Ayfer gürdal Ünal, bu ay Arjantinli şair ve yazar Maria Teresa Andruetto'nun Pazarları Beni Çok Öp Anne ve Çin Dili ve Edebiyatı profesörü Cao Wenxuan'ın Tunç ve Ayçiçeği adlı kitaplarını tanıttı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

AYFER GÜRDAL ÜNAL

Arjantinli şair ve yazar Maria Teresa Andruetto'nun Andersen ödülünü aldığı 2012 yılında ödülü veren 10 kişilik uluslararası jürinin biri de bendim. Bu nedenle Pazarları Beni Çok Öp Anne, Vapur Çocuk tarafından yayımlanınca çok mutlu oldum. Pazarları Beni Çok Öp Anne buruk, ancak çok etkileyici bir anlatı. Tina babası ve ninesi ile yaşayan beş yaşında küçük bir kızdır.

Her Pazar babası ile birlikte annesini ve 8 yaşındaki down sendromlu erkek kardeşi Pedro'yu ziyaret ederler. Ayrılırken de Tina annesine "Beni daha çok öp" anne der. Öpücükler gelecek Pazar'a kadar idare etsin ister. Bir türlü de neden birlikte oturmadıklarını anlamaz. Bu soruyu babasına sorduğu zaman da "Bak çukulata var" diye soruyu geçiştirir babası. Tina'nın asıl adı Ernestina'dır. Anneannesinin adı. Anneanne, Tina'nın annesi küçükken evi terk etmiş bir daha da dönmemiştir. Annesi Tina'ya bu öyküyü ilk anlattığında Tina sorar "Neden hiç dönmedi?" "Bilmiyorum kızım. İnsanlar tuhaftır biraz" diye yanıtlar. "Anneler de mi?" diye sorar kız. "Evet, anneler de" diye yanıtlar annesi. Susarlar. Tina'nın babası ve ninesi ile yaşadığı ev, annesinden 60 kilometre uzaktadır. Tina, odasını ninesi ile paylaşır. İkinci odada da baba yatar. Baba, bir hastanede çalışmaktadır. Aynı hastanede beraber çalıştığı bir doktorun kızı Carlotta ile iyi arkadaş olurlar. Carlottaların evinde neşe var, sükûnet vardır ve bu hal Tina'nın çok hoşuna gider.

Bir gün CarlottaTina'ya"Annen ölmediyse neden sizle yaşamıyor?" diye sorar. Soruların ardı arkası hiç kesilmez. Annesi nerede yaşıyor? Kardeşi madem hasta neden ninesi ona bakmıyor?" Ama Tina bu sorulara yanıt vermek istemez. Hatta artık hiç konuşmak istemez, hep uyumak ister.

Yine Pazarları anneyi ziyarete giderler. Derken bir gün inanılmaz bir şey olur. Annesi bir Cuma günü ninenin evine kadar gelip Tina'yı gezmeye götürür. Yalnızca ikisi. İnanılmaz bir gündür. El ele kasabayı dolaşıp her şeye gülerler. Balon, fıstık şekerlemesi, kulakları renkli bir oyuncak tavşan alırlar. Tina'nın en hoşuna giden şey annesinin bir kez bile Pedro'dan bahsetmemesi olur. Annenin bütün dikkati bir günlüğüne onunladır. Tatile giden arkadaşı Carlotta dönünce bugünü ona öyle bir anlatır ki, anlattıkları Carlotta'nın bütün tatilinden daha uzun sürer. Tina, babası ile de sirke gider. Sirk çok güzeldir ancak Tina hem güler hem hüzünlenir. Babası ısrarla neden hüzünlendiğini sorunca da "keşke Pedro da gelseydi". der. Sonra babasına "Pedro'nun hastalığı ne?" diye sorar. Babası "Onunki bir hastalık değil. O öyle doğdu" diye yanıt verir. Bu sefer Tina susar. Zaten bu kitapta konuşulandan çok susuşlar anlatır bize hisleri, çaresizlikleri, kaçışları.

Tina günlerden en çok Pazar'ı sever. O gün huysuzluk etmeden dişlerini fırçalayıp hızla kendi giyinir. Fakat bir Pazar anneye gitmezler. Pedro hastalanmış, anne Pedro'ya bakmaktadır. Baba, onu bırakıp hastaneye gider. Döndüğünde yorgun, üzgündür. Pedro'nun kalp kapakçığı değişmiştir. Pedro hastanede iyileşirken Tina için günler zor geçer. Pazarları gidecek annesi de yoktur. Baba deli gibi çalışır. Bir ninesi, bir kendi kalmıştır. Nihayet Pedro iyileşip eve döner. Baba, Tina'yı Pedro'ya götürür. Tina'nın sevinci büyüktür. Pedro'dan bir saniye ayrılmaz. Onca zamandır görmediği annesini bile gözü görmez.

İlk kez ayrılırken annesi ve kardeşi ile beraber kalmak istediğini söyler. Babasına da neden hep beraber kalmadıklarını sorar. Biraz düşünmemiz lâzım der babası. Ne düşündüklerini okuyunca göreceksiniz. Ancak çocuk saflığını, duyarlılığını, kardeş sevgisini, sevginin engel tanımazlığını, kimi yerde büyüklerin bencilliklerini çok şiirsel ifade eden bir anlatı bu. Susuşlar ve söylenmeyenler en az sözcükler kadar güçlü. Dilimize iyi ki kazandırıldı. 10 yaşından yukarı okurların bu anlatıdan daha çok zevk alacaklarını düşünüyorum.

tunç ve ayçiçeği

İkinci kitap FOM kitap tarafından yayımlanan Tunç ve Ayçiçeği, halen Pekin Üniversitesi'nde çalışan bir Çin Dili ve Edebiyatı profesörü tarafından yazılmış. Edebi kalite anlatının tümüne hâkim. Cao Wenxuan, 2016 yılında Andersen madalyası ile ödüllendirildi. Tunç ve Ayçiçeği okuması ilginç bir anlatı. Çin kırsalında ağır bir fakirliğin hüküm sürdüğü bir köyde geçiyor anlatı. Yedi yaşındaki Ayçiçeği sanatçı babası ile birlikte yaşar. Annesi ölmüştür. Çin kültür devrimi sırasında babası köylü kültürüyle "kültürlenmesi" için kırsal bölgeye yollanmıştır.

Babası yaptığı ayçiçeği heykelleri ve resimleri ile ünlüdür. Sürüldüğü bölgede de ayçiçeği resimleri yapmayı sürdürür. Ayçiçeğinin yaşadığı Mektep bölgesi nehirlerle karşı kıyıdaki Damaidi bölgesinden ayrılır. Mektep bölgesindeki tek çocuk Ayçiçeği'dir. Üstelik bu bölgede şehirden gelen tek çocuk da Ayçiçeği'dir. Ayçiçeği, karşı kıyıya bakıp oradaki çocuklara gitmeyi düşündüğü yalnız bir günde nehir kıyısındaki küçük kayığa gözü takılır ve aklına kayığa binip karşı kıyıya geçmek düşer. Buna cesaret edemez. Ancak güçlükle kayığa tırmanmayı başarır.

O kayıkta otururken hesapta olmayan bir şey olur kayığın halatı çözülür ve kayık hareket eder. Aslında kayığın ipini çözen Gayu isimli Damaidili, nesillerdir ördek yetiştiren bir ailenin oğludur. Zalimdir. Elindeki sırığı kıza uzatır, kurtarıp çekecekmiş gibi yapar, sonra tam kız sırığı yakalayacakken kaçar. Ayçiçeği artık hiç durmadan ağlar. Sonunda kızı bırakır kahkahalar atarak gider.

Küçük kızı bu durumdan kıyıda mandasını otlatmakta olan bir oğlan kurtarır. Mandayı nehre sürer, kayığa yaklaşınca kıza mandanın sırtına binmesini işaretle anlatır. Kız mandanın sırtına tırmanınca onu kıyıya varmış ve endişe içinde olanları seyreden kızın babasına teslim eder. Adam gözyaşları içinde oğlana adını sorar, fakat çocuk sırtını dönüp uzaklaşır. Yanıt bütün bu olanlara neden olan zalim Gayu'dan gelir. "Onun adı Tunç. Konuşamaz; çünkü o dilsiz". Bu olaydan sonra Tunç ile küçük kız çok iyi arkadaş olurlar.

Anlatı ilerledikçe Tunç'un 5 yaşına kadar konuştuğunu, daha sonra bir büyük yangın olduğunu, o yangından kaçarlarken hastalandığını, beş gün alev alev yandığını, beş günün sonunda ateşin düştüğünü, ancak Tunç'unbirdahahiçkonuşamadığınıöğreniriz. Tunç'un mandası ile ilişkisini betimleyen bölümler ne denli şefkatli bir çocuk ile karşı karşıya olduğumuzu da anlatır.

Diğer çocukların aksine kuluçkadan çıkan küçük kuşlara sevinen, ölü söğüt ağacında filizlenen iki yeşil yaprak gördüğünde sevinçle coşan bir çocuktur Tunç.

Bu sırada beklenmedik bir olay olur. Babası küçük bir sandal ve şövalesi ile nehre açılmış, hayranı olduğu ayçiçeklerinin resmini çizmek için ilerlerken muazzam bir hortum çıkar. Baba, bu doğa olayında ölür. Artık Ayçiçeği hayatta bir başına kalmıştır. Mektep bölgesi köylüleri en doğru çözümün Damaidi halkından birinin Ayçiçeği'ni evlat edinmesi olduğuna karar verirler. Damaidi halkı fakir bir halktır. Ayçiçeği ise doyurulması gereken yeni bir boğazdır. Sonunda iki aile Ayçiçeği'ne talip olur. Biri Gayu'nun ailesi, diğeri köyün en fakiri olan Tunç'un ailesi. Sonunda seçimi Ayçiçeği'ne bırakmaya karar verirler böylece Ayçiçeği, Tunç'un kardeşi olur.

Anlatının bundan sonrası tam doğa insan çatışmasına örnek olacak biçimde ilerler. Fırtına, çekirge baskını, kar, fakir ailenin mücadele edip hayatta kalmak için aşmaları gereken engellerdir. Aile, tüm bu engeller karşısında birbirine kenetlenir, sürekli birbiri için fedakârlık etme niyetiyle davranır. Örneğin, tek çocuğu okula gönderecek imkânları vardır. Ayçiçeği'ni yollarlar. Ayçiçeği öğrendiklerini Tunç'a öğretir. İkisinin arasında kopmaz bir bağ oluşur. Tüm bu engeller aşılırken okur hiç bilmediği bir kültürün değerlerini, yemeklerini, âdetlerini öğrenir.

Yeni yıl öncesi evin pırıl pırıl yapılması bizim bayram temizliğimize ne kadar benzer. İster Çinli olsun ister Türk, kıskançlık ve iftiranın her toplumda olduğunu kavrarız. Dürüst olanın eninde sonunda kazanacağını görürüz. Zalim Gayu karakterinin anlatı boyunca hatalarından ders çıkarıp daha iyi bir karaktere dönüşmesini zevkle izleriz. Kitabın sonunu anlatmayacağım. Ümitli bir sonu olduğunu belirteyim. Sevginin gücünü örneklediğini ipucu olarak vereyim.

Bu kitapta en sevdiğim özellik dilsiz Tunç'un çok güçlü, çok şefkatli, çok duyarlı ve çok farkında bir karakter olarak çizilmiş olması. Kimi zaman abartılı bulunacak kadar olumlu bir karakter, ancak böyle karakterler öyle az ki, rastladığında seviniyor insan.

Tunç ve Ayçiçeği'ni 11 yaştan itibaren yalnız çocuklara değil, onların ailelerine defarklı bir kültüre açılan bir pencere olduğu için öneriyorum. Keşke bu kitabı öğretmenler karşılaştırmalı kullansalar, bir taraftan bir kırsal Türk köyü anlatısı, diğer taraftan bir Çin kırsalı anlatısı. Çok elverişli bu tür bir çalışmaya bu eser. Çevirmen Nimet Melis Çağlar'ın eline sağlık, çok zevkli bir okuma sağlamış.

Bu yazıyı Temmuz'da okuyacaksınız. Yaz, bütün görkemiyle hüküm sürecek. Şair Şükrü Erbaş, Bir Hazin Uzaklık şiirinde "Çocukların uçurtmalarına benziyorsun/Biliyor musun… Rüzgârı hiç dinmeyen bir mavilikte/ Güneşli sular gibi gülümsüyor yüzün" demiş. İşte hep güneşli sular gibi gülümsesin yüzünüz. Sevgiyle, kitapla kalın.

ahru@tnn.net