Ben burdayım, kıyafetler dolapta

Einstein, temel bilimsel gerçekliklerin de basitlikten ayrılmadan ortaya serilmesi gerektiğine inanıyordu. Yaklaşımı aynen Pablo Picasso’nun şu sözlerindeki gibiydi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

MENEKŞE POLATCAN SERBEST

Dahi kelimesinin eş anlamlısı olarak görülen Einstein, yirmili yaşlarının sonlarına kadar hiç kimsenin dikkatini çekmemişti. İddialı olmayan bir eğitim hayatı ardından akademisyenlik başvurusunu hiçbir üniversite kabul etmeyince, İsviçre Patent Ofisi’nde teknik uzman olarak işe girdi ve çevresinde pespaye bir memur olarak tanındı. Ancak sadece dört yıl sonra, Einstein dünyayı yerinden oynatacak bir dizi makale yayınlayacak ve fizik dünyasının kaderini değiştirecekti.

İşin aslı, Einstein da hiçbir zaman kendini özel biri olarak görmedi; o sadece “çok meraklı ve fiziğe ilgi duyan” biriydi. Bu anlayışla, temel bilimsel gerçekliklerin de basitlikten ayrılmadan ortaya serilmesi gerektiğine inanıyordu. Yaklaşımı aynen Pablo Picasso’nun şu sözlerindeki gibiydi: “Raphael gibi resim yapmayı öğrenmek dört yılımı, bir çocuk gibi resim yapmayı öğrenmek bütün ömrümü aldı.”

Basitlik ve rahatlık felsefesi hayatının tüm alanlarında geçerli olan Einstein’in kendine has özelliklerinden biri de giyimiydi. İri ayak baş parmaklarının her seferinde çorabını delmesinden sıkılan Einstein en sonunda hiç çorap giymemeye başladı. Sürekli dökümlü kadife pantolon ve üstünden dökülen pamuklu bir kazak ile deri ceket (çünkü uzun ömürlüydü ve bakımı kolaydı) giyiyordu. Bu rahatlık, bugün teknoloji şirketi patronlarının sahiplendiği sade ve aynı renkte giyinme trendine temel oluşturacak şekilde efsane olmuştu. 1932’de Almanya Başkanı Paul von Hindeburg tarafından gönderilen bir heyeti ağırlamaya hazırlanırken karısı Elsa duruma uygun giyinmesinde ısrar etti ama Einstein izin vermedi:
“Beni görmek istiyorlarsa, buradayım. Kıyafetlerimi görmek istiyorlarsa, dolabımı aç.”
kendinizi kaptırın

Einstein’in çalışmaya duyduğu büyük tutku, onun ölümünden saatler önce bile bir tahtaya denklemler karalamasıyla kendini gösteriyordu. İsviçre Patent Enstitüsü’ndeki tam zamanlı işinden kalan vakitlerde geliştirdiği fizik çalışmalarıyla başladığı bilim hayatı, öldüğü güne dek devam edecek ve onun “ödenecek bir bedel yoksa değeri de yoktur” inancını destekler nitelikte zorlu ve iddialı hayatına büyük devrimler sığdıracaktı.

Ona göre kişinin, “kişisel olmayan bir amaç uğruna harcadığı seneler boyunca kendini feda ederek sadece var olmanın çok üstüne çıkma becerisi,” işe adanmışlığı ifade ediyordu. Bugün şirketlerin hararetle tartıştığı “beyaz yakalıların anlam arayışı”nı o kendi içinde doğallıkla çözmüştü. Ona göre mutlu bir hayat yaşamak günlük ufak mutluluklardan sıyrılarak “nesnelere değil, bir amaca bağlanarak” mümkündü ve bu amaç, “akış” olarak ifade ettiğimiz “kendini kaptırma” haliyle hayat buluyordu.

zamanla savaşmayın

Einstein zamanı yeniden tanımlayan kişi olsa da, onu geri almayı kendisinin bile başaramayacağını anlamıştı. Diğer insanlar gibi o da yaşlanmaktan memnun olmuyor ve çevresindekilerin ona karşı değişmesinden nefret ediyordu. Ancak yıllar ilerledikçe, en verimli çalışmalarını vermeye ve araştırmalarını derinleştirme fırsatı buldu ve bu sayede zamanla barışmayı başardı.

Yaşının ilerlemesiyle daha özgür olabildiğini ve ilgi alanlarına yönelme fırsatı yakaladığını fark etti. O, ilerleyen yaşını “ne kendimi ne de kitlelerin yaptıklarını ciddiye alıyorum; zaafl arımdan ve hatalarımdan utanmıyorum ve yaşadıkça olayları sükûnet ve mizahla karşılıyorum” diyerek durumu memnuniyetle kabullendiğini ifade etmiş ve kendi üslûbuyla yaklaşımını açıklamıştı:

“Biri bana çorap giymemi söylerse, giymek zorunda olmadığım yaşa geldiğimi söylerim.”

Einstein Gibi Düşünmek, Daniel Smith, Pegasus Yayınları, 222 sayfa