Hayatta duyduğum en hoş sada idi

Okumak çok sevdiğim bir kadını geçirdiği zor yıllardan sonra iyileştirmişti ve ben, kitapları onu iyileştirdikleri için çok sevmiştim çocukluğumdan itibaren.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

YELİZ OKAY

Aradan yıllar geçti dünyaları gezdim, pek çok dünyadan geçtim. Gitme hallerimde hep yanımda kitaplarım oldu. “Artık gitmeyeceğim”, dediğimde bir kütüphane de çocukluğumda kaldı; huzurlu tebessümler dediğim bir anda dünyanın en güzel, en naif tebessümü ile karşılaştım.

Üç yıl boyunca peşinde koştuğum kitaplar kendisine bırakılmıştı ve ben oradan kitapları nihayet alacak olmanın heyecanı ile sanki zaman tünelinden başka bir yüzyıla geçmişçesine çaldığım kapıdan içeri girdim. Hep gittiğim kütüphanenin pek uğramadığım bölümünde bir Cuma günü Orhan Okay ile bir süre sonra eşim olacak, ama o an tanımadığım oğluCüneyd’in birtürlüulaşamadığımkitaplarını almaya gittiğimde tanıştım.

yanından ayrılmak istemedim

O andan itibaren garip bir biçimde yanından ayrılmak istemedim. Saatler geçti mahcubiyet içinde kalktım. Ne kadar çok konuştum ve ne kadar hoş bir tebessümle uzun süredir tanıdığım biri gibi dinledi ve sohbet etti benimle, diye düşündüm. Almam gereken kitaplar maalesef yoktu. İTÜ’ye gidip almam gerekebileceğini Cüneyd’in başka dosyalar da vereceğini söyledi. Normal şartlarda çalışmam gecikeceğinden çok üzülmem gerekti. Oysa ben kendimi kuş gibi hafif hissederek bir deniz kenarına âdeta uçarak gittim. Saatlerce ruhumdaki iyilik hali gitmesin diye derin nefesler aldım. O gün kütüphane ve kitaplardan, muhit ve mahallenin insan için ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştik. Tam ayrılırken beni eve davet etmişti babam. Birkaç hafta sonra ziyarete gittim. Kapıdan girince ruhumu kaplayan kitap kokusunun izini sürdüm âdeta. Bir anda kendimi tüm duvarları kitaplarla çevrili odalarda kaybolmuş buldum. Tek tek koklarken kitapları bana bakan babamı fark edince utandım. Sonra sık sık ziyaret etmeye başladım ve sadece sessizlik içinde günün her saati okuyan sanki yaşamın tüm rutinlerini okuma aralarına yerleştirmiş gibi yaşayan babamı izledim.

                          

ince küçücük kurşun kalemler

Eve gelen süreli yayınlar, araştırma kitapları, doçentlik çalışmaları, takvim yaprakları, defterler, ansiklopediler… Günün farklı zaman dilimlerine türleri yerleştirmiş her şeyi ince ince küçücük kurşun kalemler ile notlar alarak, sonradan yazarına göndermek üzere üzerinde düzeltme yaparak okuyor, emin olmadığı durumlarda ilk kaynağa giderek tekrar metni okumaya dönüyordu. Hayatındaki her şeyi ciddiye alan ve özen gösteren, başka yüzyılın sessizliği ve mütevazılığı içinde yaşarken tüm insanlara hiç esirgemeden tüm birikimini veren bu insan benim için bir dönüm noktası idi. Sanırım herkes için varlığının tesiri biraz böyleydi. Ruhu sarıp sarmalayan hali ailesinden yadigârdı. Uzun yıllar Anadolu ideali diye çıktığı yolculuktan dönemeyen Orhan Okay, kendi naif aile ikliminden uzakta kendine kitaplar ve Mübeccel Hanım ile kurduğu dünyada taşranın sert ikliminden uzakta yaşamıştı. Bir gün “okumadığınız anlar uyuduğunuz anlar sanırım” demiştim de “uyurken de gün içinde okuduklarım geçiyor aklımdan” diye cevap vermişti. Evin her köşesi okumak için doğal olarak kendiliğinden elverişli hale gelmişti. Oturup arada okuduğu şeyden kafasını kaldırıp baktığı ekrandaki dünyaya da bizlerin sokağa çıktığında algıladığı ve zorluklar yaşadığı hodbin dünyaya da ait değildi. Kelimelerin dünyasına aitti. Tüm duvarlarını sanki yazma ve okuma eyleminin parçalarından tek tek örmüştü. Kötülüğü tanımayan, bilmeyen, anlamayan ruhunda her şeyin ölçüsü okumaktı aslında.

daha çok okumak...

Ben izledikçe kendimi öyle tuhaf hissettim ki nasıl boşa geçiyor zaman daha çok okumam gerek gibi basit cümlelerle anlatılır bir sorgulama değildi yaşadığım. Hayatı tamamen yeniden inşa etmeye ilişkin bir sorgulama idi. Elinekitabıalıpsatırlarınarasındakaybolduğunda da varlığınızın farkında olması ve sizin okumasına istemeyerek de ettiğiniz müdahaleyi bölünmek gibi algılamaması, hayatın doğal akışı içinde bir eylem olarak sürekli okuyor olması ile ilgili değildi sadece. Onun kendini ve değerlerini korumak için de sığındığı bir dünyaydı sanki okumak ve yazmak. Kimseyi geçmek, aşmak ya da kimseden iyi olmak için değildi okuma hali. Tutku olduğu kesindi, alışkanlık ile tanımlamak güçtü. En güzeli de okuduğunu sizinle paylaşmak istemesi ve bir anda yüksek sesle kitabı size okumaya başlayıp sizin de onun bildiğini bilmenizi istemesi idi. Her şeyi hiç kendine saklamadan paylaşan bu başka yüzyılın güzel insanı en çok okuduğunu sizinle paylaşıyordu sanki. Bazen bir hâtırat, bazen bir akademik çalışma, bazen bir şiirdi paylaştığı, ama o okumuş okuduğuna mutlu olmuş sizinle de paylaşıp sizi de mutlu etmek istiyordu âdeta. Belki de o yüzden “Aoste Şehri’nin Cüzzamlısı” adlı kitabı tüm yolculuk yaptığı vapurlara bırakıyordu. Herkesle oradaki hüznü ve insanca olanı paylaşsın diye. Arkadaşları kitabı görünce Orhan da vapurdaymış, diyecek kadar paylaşmıştı kendinde olan okuma halini.

Bir gün okumaya olan ilgisini fark ettiği beş yaşını sürmekte olan torununa “Biliyor musun Meftun okumak çok güzel” demişti. Ona hikâye kitabıokurkenseslerive harfleriöğretmeye başlamıştı. Sonrabiroyunbuldularkendilerine her kelimenin seslerini sıra ile saymaca. Sonra “oku bakalım” diyordu yumuşacık sesi ile öyle öyle vefat etmeden birkaç gün önceMeftun’aokumayıöğretti. Sevdiğiençok sevdiği şeyi öğretmiş ve kütüphanesindeki kitapların sırtındaki künyeleri okuyup keyiflenen bir çocuğun heyecanı kadar heyecanlanmıştı. Sanırım ileride söyleyeceği en güzel cümle “bana okumayı dedem öğretti” olacak. Tıpkı dedesinin ablasının coğrafya kitapları ve dergilerinden okumayı öğrendiğini gözleri uzağadalarakanlatışıgibi. Bir evin içinde her an elinizden kayabileceğini bildiğiniz bir ömür ile yaşamak çok huzurlu olduğu kadar da duygusal açıdan güç olabiliyor bazen. Son yıllarda en çok şikâyet ettiği iki şeyden biri nefesi, diğeri de nefesi nedeni ile hızlı okuyamaması idi. Gittiğimiz tüm doktorlara bu şikâyetini söylüyor ve son ânâ kadar çare arıyordu bu duruma. Kendimi çok çaresiz hissettiğim anlardı. “Ama eskiden okuduğunuz kadar okuyamadığınızı söylüyorsunuz, hepimizin toplamından çok okuyorsunuz baba” diyordum. Gülüyordu. Akşamların en güzel yanı limonlu açık çayını içerken bize bir şeyler okumaya başlaması ve okuduklarından tanık oldukları varsa tüm detayları ile anlatması idi.

                                   

artık akşamlar kimsesiz

Onun koltuğunun kenarındaki okuma ışığının söneceğini hiç düşünmemiştim. O güzel akşamlardan bu kimsesiz akşamlara kalacağımızı da. Odasındaki okuma ışığını onun ardından gidip o varmış gibi yakacağım da gelmemişti aklıma. “Son Sadrazamlar”ı kim bilir kaçıncı defa bitirip yerine kaldırırken şeffaflaşan sırt kemikleri kırılıp da hızla kendini başka bir dünyaya anneciği, babacığı, ablacığının koynuna gitmeye hazırlarken dahi bir dergide çıkan son yazısını, Tanpınar ile ilgili bir kitabı okumak istiyordu. Burnunda oksijen maskesi, elinde kalem ilgi ile okurken onu izliyor, “lütfen eve birlikte dönelim” diyordum. Onunla dönemedik ve evde yaşayanbizleronunyanındaneveonunolduğuzamanlardan çok uzakta döndük.

Şimdi eve kitap kargoları geliyor. Prof. Dr. Orhan Okay yazıyor paketlerin üstünde. İtina ile açıyoruz. Okumaköşelerineüstüstekoyuyoruz. Sankigelip ışığı yakıp okuyacakmış gibi. Son okuduğu kitabın üstüne koyuyoruz hepsini yerinden kıpırdatamadığımız kitabın. Şimdi kitaplar ve güzel satırlar kaldı en çok. Bir de onun bir kitaptan bir bölüm okurken bize, sesindeki iniş çıkışlar , öksürüğü, parmaklarının kitap üzerindeki yolculuğu, elinin titreyişine rağmen kitabı sıkıca tutuş hali ve okuması bitince kafasını kaldırıp okuduğu şeyin bizdeki tesirini görünce yüzünde oluşan hem biraz muzip hem çokça mutlu hal kaldı.

Bir kitabı ne zaman okuduğunu, kitabın kaç sayfa olduğunu, kaçıncı defa okuduğunu not aldığı minik not defterleri, kitaplarını bitirdiğinde sonuna Osmanlıca yazdığı günün tarihi ve son gün kopardığı takvim yaprağı üzerine aldığı not, kütüphanesindeki her bir kitap şimdilerde bizim gibi sessiz.

Mal derttir, diyerek babasından kalan elli küsur senelik evi dışında hiçbir mülk edinmeyen, sadece kitapları ve onlarla geçirdiği zamanıenbüyükzenginliksayanobaşkayüzyılın güzelliği hayatta duyduğum en hoş sada idi. Kendisine geçirdiğimiz her an için bizimle paylaştığı her satır için müteşekkirim.