Tek güvencesi gözlerindeki pırıltı

Hüsnü Özyeğin, her zaman daha iyiyi ve hedefin aşıldığı bir vizyonu amaçladı. Diğer yandan, kendisinin de yöneticilerinin de hatalarından öğrenerek ilerleme sağlayabileceğine inandı ve "Denizcilikte gemide geçen yıllar tecrübe için tek karine değildir.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

MENEKŞE POLATCAN SERBEST

Ardı ardına patlayan flaşlardan kamaşan gözlerini yumdu. Oysa ki hayatı boyunca kameralardan uzak kalmayı başarmıştı. Oturduğu masanın tam karşısında onlarca televizyon kamerası bu tarihi anı görüntülüyordu. Masada yanında duran ortağına dönüp gülümsedi. O da aynı ifadeyle başını salladı. Başlıyorlardı.

Hüsnü Özyeğin, o gün Finansbank'ı National Bank of Greece'e 5,5 milyar dolardan sattığında, bu rakam, o güne kadar Türkiye'ye giriş yapmış en büyük sermayeydi. Takvimler, 3 Nisan 2006'yı gösteriyordu. Belki de ilk kez kurucusunun sermayesi olmadan, tek güvencesi olan gözlerindeki pırıltı ve yarattığı güven ile banka lisansı aldığı, açılışında evinden çatal bıçak getirecek kadar coşkuyla yaratılan bir bankanın ve kurucusunun eşsiz yol hikâyesini Rıdvan Akar'ın kalemiyle anlatan Bir Dünya Kurmak, 538 sayfalık bir film gibi dokunaklı, akıcı ve gerçek. Onun hikâyesini sizlere aktarmak ise, Özyeğin Üniversitesi'nde dahil olduğum 10 bin kadın projesinin bir mezunu olarak benim için bir o kadar anlamlı.

Hüsnü Özyeğin'in Robert Kolej'den sonra Amerika'da Oregon Üniversitesi ve ardından Harvard'la devam eden macerası, 1973'te Türkiye'ye geri döndükten sonra yaptığı iş başvurusuyla başka bir boyut kazandı. Ülkenin önde gelen üç işadamına İzmir'den büyük bir özgüven ve cesaretle yazdığı mektupla iş müracaatında bulundu. Mektup yazdığı iş insanlarının hepsi ilgilendi. Bu üç iş adamından biri olan Dr. Nejat Eczacıbaşı, kendisini görüşmeye çağırdı.

Özyeğin, güzel geçen görüşmeler ardından iyi bir teklif sunan Eczacıbaşı'yla sözleşme yapmak üzere Şişli'de, bugün Hür Sigorta'nın bulunduğu Eczacıbaşı Holding binasına gidecekti. Hikâye, Rıdvan Akar'ın anlatımıyla şöyle devam ediyor:

Akşam, masraf olmasın diye amcasının muayenehanesinde kaldı. İçi içine sığmıyordu. Saat 14.00'teki randevu için dolmuşa bindi, ancak saat 13.30'da oradaydı, erken varmıştı. Pek tanımadığı bu semtte yarım saat süreyle nasıl oyalanacağını düşünürken, caminin karşısındaki Çukurova Holding binasına gözü ilişti. Aklına, Robert Kolej'den arkadaşı Mehmet Emin Karamehmet'in Çukurova'da çalıştığı geldi. Randevusuna yarım saat kaldığına göre ona uğrayabilirdi. Karşı binadan içeri girip kapıdaki görevliye Mehmet'le görüşmek istediğini söylediğinde, ‘Randevunuz var mı?' sorusunu duyunca çok şaşırdı. Demek ki arkadaşı randevuyla görüşülen kişi olmuştu. Görevliye, Mehmet Bey'in görevini sorduğunda aldığı yanıt onu daha da şaşırttı: Çukurova'nın sahibiydi! Zira lise yıllarında kim nerenin sahibi, kimin oğlu hiçbirini bilmezdi, nereden bilecekti ki?

Mehmet Emin Karamehmet, onu kapıda karşıladı. Kısa bir sohbet ardından, Özyeğin birazdan karşı binada sözleşme imzalamaya gideceğini söyleyince, Karamehmet, "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Şaşırtan bu soru ardından aynı gün güçlü bir teklif sunan Karamehmet, Hüsnü Özyeğin'e birlikte çalışmak istediğini, Eczacıbaşı'na konuyla ilgili bilgi vereceğini söyledi. Hüsnü Özyeğin, hiçbir mukavele, maaş ya da prim sözleşmesi olmadan 13 yıl boyunca devam edecek işbirliğine adım attığı o anki heyecanını "Aklım durmuştu," diye anlatacaktı.

Hüsnü Özyeğin'in kaderini yarım saat erken gelen dolmuş belirleyecek ve hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktı.

bir lider, iki ceket

1974'te Çukurova Holding'in bünyesine katılan Özyeğin, Amerika'dan yeni gelmiş "çaylak" bir yönetici olarak Karamehmet'in çoğunluk hissesini aldığı Pamukbank'la bankacılık macerasına başladı. Kendini göstermek ve bankayı başarıya taşımak konusunda çok azimli olan Özyeğin, haftada 7 gün 12 saat çalışırdı (bugün çalışmayı hayat tarzı olarak benimseyen Özyeğin haftada 6 gün çalışmaya devam ediyor). Birden çok işi aynı andan düşünür, birden çok kişiyle aynı anda temas kurardı. O dönemde, bankanın en kritik anları kredi komitesi toplantılarında yaşanırdı. O günlerde yardımcısı olan Akın Öngör, Özyeğin'in zamanı etkin kullanmak için bulduğu yöntemi şöyle anlatıyordu: "Hüsnü Bey'in aynı takım elbiseden iki tane vardı. Çok hiperaktif olduğu, pek çok işi aynı anda yapmakta olduğu ve kredi başvurularını daha önceden görüp zaten fikir sahibi olduğu için toplantı sırasında ceketini sandalyenin arkasına asar, bir müddet sonra, ‘Ben çıkıyorum, birazdan döneceğim,' derdi. Dışarıda aynı takım elbisenin diğer ceketini giyer, banka dışındaki görüşmelerini yapar, bir müddet sonra geri gelirdi. Biz onun iki tane ceketi olduğunu sonradan anladık."

dürüst çalışan hata yapma hakkına sahiptir

Özyeğin, perakendedeki ilk yatırımı olan Gima deneyiminin ardından, 1999 yılında Marks&Spencer mağazalarını devraldığında, her yeni işe başlarken olduğu gibi, onun için işi hangi yöneticinin büyüteceği sorusu çok önemli bir konuydu. Başarılı çalışmalarıyla hangi sektörde olursa olsun üstlendiği işi yukarı taşıyacağına inandığı, o dönemde Finansbank Mecidiyeköy Şube Müdürü olan Oya Sener'in doğru isim olacağını düşündü. Çalışmalara başladıklarında ondan kısa ve orta vadeli planlar yapmasını istemedi çünkü işi birlikte öğreneceklerdi.

Sener'in bir yandan şubedeki işleri devrettiği, bir yandan da perakende sektörünü tanımaya çalıştığı günlerden birinde telefonu çaldı. Özyeğin, telefonda ona, "Oya'cığım lorry'leri durdur. Bizim bu lorry'lere eylül başında ihtiyacımız olacak, şimdi haziran ayındayız," dedi ve kapattı. Sener'in kafası karıştı, acaba lorry neydi? Kafasında bu soru dolaşırken birden telefon tekrar çaldı ve arayan yine Özyeğin'di: "Lorry'leri durdurdun mu?" Sener, tedirgin bir sesle, "Evet," diye yanıtladı. Artık ne olursa olsun bu lorry'ler durdurulmalıydı. İngiltere'yi aradı ve talebi iletti. Karşı taraf, "okey," dediğinde içi rahatlamıştı. Ancak eylül ayı geldiğinde, lorry'leri yani kamyonları durdurarak kış sezonunda satılacak paltoları geri gelmemek üzere durdurduğunu anlamış oldu. Bu da, 1999 kışında Marks&Spencer mağazalarında palto satılamayacağı anlamına geliyordu!

Özyeğin, her zaman daha iyiyi ve hedefin aşıldığı bir vizyonu hedefl edi. Diğer yandan, kendisinin de yöneticilerinin de hatalarından öğrenerek ilerleme sağlayabileceğine inandı ve "Denizcilikte gemide geçen yıllar tecrübe için tek karine değildir. Kaptanın iyisi atlattığı fırtına ile belli olur," diyerek cesur olmak gerektiğinin her zaman altını çizdi. Ona göre, bir işadamı girişimlerinde ilkeler ve kişiliğindeki hasletlerini koruyarak her zaman önüne bakmalıydı.

Aynen, başarıyla sürdürdüğü Yapı Kredi Bankası Genel Müdürlüğü'nden ayrılma kararı aldığı 87 yılının soğuk bir kış gününde olduğu gibi. Biricik sermayesi olan "eğitimi" ile başlayan hikâye, "bir dünya yaratarak" büyüyecek ve o gün sadece önüne bakarak verdiği bankasını kurma kararı, onu Türkiye'nin en zengin iş adamları sıralamasında ve daha önemlisi "gönlü zengin" insanlar arasında öncülüğe taşıyacaktı.

BİR DÜNYA KURMAK: HÜSNÜ ÖZYEĞİN'İN HAYAT HİKÂYESİ, Rıdvan Akar, Özyeğin Üniversitesi Yayınları, 538 s.