Lagos’un duvarları ve sanatın demokratikleşen nabzı
Bu hafta sanat dünyasında olup bitenleri takip ederken Lagos’a takıldım. Nijerya’nın 20 milyonu aşan nüfusuyla dev bir ritim gibi atan bu şehir, ilk kez düzenlenen Legendary Lagos: City of Dreams Sokak Sanatı Festivali’yle bambaşka bir sese büründü. Bu etkinlik, yalnızca şehir duvarlarına renk serpmiş bir festival olmanın ötesinde, kamusal sanatın bugün neden bu kadar vazgeçilmez olduğunu yeniden hatırlattı.
Lagos'un ana caddelerinden dar sokak aralarına uzanan duvarlarda, 12 sanatçının büyük ölçekli çalışmaları var. Renklerin titreşimi, çizgilerin diyaloğu, yüzeylerdeki hareket… Bütün bunlar şehrin kendi ritmiyle birleşince, ortaya yalnızca bir görsel şölen değil, kolektif bir hafızanın resmedilişi çıkıyor. Bu duvarlar sadece boyanmıyor; bir kültürün sesi oluyor. Festivali düzenleyen sanatçılardan Osa Seven’ın bir cümlesi özellikle aklıma takıldı: “Sanat, sadece galeri ve müzelerde sınırlandırılmamalı; insanların günlük yaşamına karışmalı.”
Bence bu söz, bugünün sanat dünyasını anlamak için neredeyse bir anahtar niteliğinde. Sanat artık bir “mekan” işi değil, bir erişim ve temas meselesi. Gördüğümüz, dokunduğumuz, yanından geçtiğimiz ama farkında olmadan içimize aldığımız bir şey.
Sokak sanatı neden bu kadar etkili?
Sokak sanatı, sanatın belki de en demokratik hâli. Bir bilet gerektirmiyor. Bir eşik koymuyor. İzleyiciyi seçmiyor. Bir duvara yapılan çizim, oradan geçen herkesin hayatına bir anlığına temas ediyor ve bu temas, çoğu zaman fark bile edilmeden, bir düşünceyi tetikliyor: Ben de bu hikayenin bir parçasıyım.
Lagos’taki festival, sokak sanatının yalnızca estetik değil, kamusal alanın yeniden tanımlanması olduğunu, bir duvarın, bir sınır olmaktan çıkıp kolektif bir yüzeye, bir ses, bir hafıza mekanına dönüşebildiğini gösterdi.
Ayrıca bu festival, Afrika sanatının globalde artık “kenar” değil, giderek merkezi bir ses haline geldiğini gösteriyor. Yerel sanatçılarla uluslararası isimlerin yan yana çalışması, kültürlerin birbirini dönüştürme biçimini açıkça ortaya koyuyor. Lagos sadece bir şehir değil, bir sanat ekosistemi oluşturuyor: Enerjik, çoksesli, dirençli ve umudu yüksek.
Festivalin teması olan “City of Dreams” (Rüyaların Şehri) de tam olarak bunu söylüyor. Şehir bir hayalin değil, milyonlarca hayalin kesişim noktası. Göçlerin, karşılaşmaların, arayışların şehri.
HK Locks’un duvara işlediği figürlerde bunu görebiliyoruz: birlik duygusunun, hareketin, toplumsal ritmin resmedildiği bir koreografi adeta…
Kamusal sanatın büyüsü de burada: Bir şehir, sanat sayesinde kendisini yeniden anlatmayı öğreniyor. Lagos’taki bu festival bana şunu düşündürdü: Sanat bugün büyük müzayedelerin, beyaz kübik galerilerin ya da süslü fuar girişlerinin çok ötesinde bir yere doğru; hayatın nabzının attığı yere gidiyor. Daha samimi, daha sokakta, daha insani bir yere.
Belki de hepimizin ihtiyacı olan şey tam olarak bu… Günlük koşturmanın içinde bir duvara baktığımızda, o duvarda kendi hikayemize benzeyen bir renk görmek. Lagos bunu yapıyor ve belki de bu yüzden, bu hafta dünya sanatında beni en çok heyecanlandıran şey, bir müze açılışı ya da rekor satış değil bir şehrin kendi duvarlarını, kendi halkıyla birlikte yeniden yazması oldu.