Hollanda’da yeni koalisyon hükümeti ve beklentiler
Hollanda'da 15 Mart’ta yapılan seçimlerden 209 gün sonra, sıkı pazarlıklar ve müzakerelerin ardından dört partili “merkez sağ” koalisyon hükümeti protokolü kamuoyuna açıklandı.
15 Mart’ta sandığa gidilen Hollanda’da tam 209 gün sonra nihayet Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD), Hristiyan Demokratlar Birliği (CDA), Liberal Sol Demokrat 66 (D66) ve Hristiyan Birlik Partisi’nden (CU) oluşan dört partili “merkez sağ” koalisyon hükümeti protokolü hafta başında açıklandı.
"Geleceğe güvenmek" sloganıyla açıklanan protokol, daha sonra hükümeti kurma çalışmalarına başkanlık eden eski başbakan yardımcısı Gerrit Zalm tarafından Meclis Başkanı’na sunuldu. Nitekim perşembe günü Meclis’te bu protokolün müzakeresi yapılıp kabul edildi ve Rutte’ye hükümeti kurma görevi verildi. Rutte ise, yaklaşık iki hafta içinde kabineyi oluşturacağını söyledi. Ortak basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulan koalisyon protokolüne göre, hükümet yatırımları öncelikle güvenlik, sağlık ve eğitime yapılacak. Dört partiyle koalisyon hükümeti kurmanın kolay olmadığını belirten Rutte, buna rağmen geleceğe güvenle bakılması gerektiğine vurgu yaptı.
Çevre merkeze yerleşiyor
Böylece 2010 yılında 541 günle en uzun süre hükümet kurulamama rekoru Belçika’nın elinde kalmış oldu. Çoğunlukla koalisyon hükümetlerinin yönettiği Hollanda’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hükümeti kurma çalışmaları en uzun 1977’de 208, 1972’de 163, 2010’da 127, 2003’te 125 ve 1956’da 122 gün sürmüştü. Hükümeti kurma çalışmalarının ortalamasının 87 gün olduğu Hollanda’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hiçbir partinin tek başına iktidar olamadığını da belirtmek gerekir.
Öte yandan son yıllarda genelde Avrupa'da özelde de Hollanda’nın belki de en önemli problemlerinden biri, oyların gittikçe çok sayıda partiye bölünmesidir. Bu olgu, uzlaşmacı-müzakereci bir toplum modeli için iyi olsa da, hükümetin etkin çalışmasını önleyici bir faktör olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bundan 20-30 sene önceki durumla kıyaslanacak olursa Hollanda'da koalisyonu oluşturan partilerin oy oranı yüzde 70-80’leri oluştururken yeni kurulan dört partili hükümette bu oran yüzde 50 civarında seyrediyor. Batı Avrupa’nın diğer ülkelerinde de benzer tablolar karşımıza çıkıyor. Merkez sağ-sol partiler küçülüyor, küçük partiler büyüyor ve koalisyonu oluşturan partilerin sayısı da artıyor. Bu ise merkezin bölünmesi, yer değiştirmesi, yani merkezin çevreye çevrenin de merkeze yerleşmesi durumlarını beraberinde getiriyor.
Hollanda’da koalisyon hükümeti kurma prosedürü
Koalisyonlarla yönetilen Hollanda’da önce partiler arasındaki uzlaşmayı sağlayacak ve bu görüşmelere başkanlık edecek bir informatör atanıyor. Nitekim seçimden sonraki 209 günlük periyotta üç informatör değişti. Üçüncü olarak atanan tecrübeli liberal politikacı-ekonomist Gerrit Zalm öncülüğünde yapılan zorlu görüşmeler neticesinde partiler nihayet uzlaşabildi.
Ancak daha önceki denemelerde “neyin olmayacağı” tecrübe edilmişti. Bu anlamda 15 Mart seçimlerinin galip partilerinden Yeşiller Partisi ile uzun süren pazarlıklar yapıldı. Ancak göçmenler ve çevre konularında uzlaşma sağlanamadı. Seçimde hezimete uğrayan merkez sol İşçi Partisi (PvdA) hükümette yer almayacağını zaten duyurmuştu. Seçimlerde oyu düşmesine rağmen önemli sayıda sandalye kazanan ırkçı Wilders’in partisi ile koalisyon yapmayacaklarını da diğer partiler açıklamıştı. Geriye ise en makul -belki de tek- seçenek olarak şu anki, yani sağ-sol iki liberal (PVV-D66) ve iki Hristiyan partinin (CDA-CU) kuracağı hükümet seçeneği kalıyordu. Ancak burada da en sıkı pazarlık, daha önce aralarında açık bir güven bunalımı olan Hıristiyan Birlik (CU) ile D66 arasında yaşandı; ancak neticede kurt politikacı Gerrit Zalm liderliğinde uzlaşı sağlanmış oldu.
Bakanlıkların dağılımı
Hollanda’da dört partinin toplam 24 olacak bakanların -bazı bakanlıklarda çift bakan modeli var- dağılımı ve isimler üzerinde büyük oranda anlaşmaya varıldığı anlaşılıyor. Nitekim Rutte de, iki hafta içinde yeni kabinesini açıklayacağını ifade etti. Hangi partinin hangi bakanlığı alacağı henüz bilinmese de, iki parti ile temsil edildiği hükümette Hristiyan partilerin eğitim ve sağlık gibi bakanlıkları deruhte etme konusunda istekli olduklarını-olacaklarını söylemek zor olmasa gerek. Buna karşılık liberal partinin de maliye-ekonomi bakanlıklarını alacağı düşünülmelidir.
Aslında hangi partinin hangi bakanlığı aldığının da çok önemi yok. Zira Rutte III Kabinesi’nde yeni bir uygulama olacak ve sağlık, güvenlik-adalet ve eğitim bakanlıkları iki ayrı bakan tarafından deruhte edilecek. Bu bakanlıklara bağlı kurumlar da her iki bakan arasında bölünmüş olacak. Aslında Hollanda sisteminde “staatssecretaris (ikinci bakan-bürokrat olmayan müsteşar)” adıyla hemen her bakanlıkta koalisyonu oluşturan diğer partilerden imza yetkisine sahip birinin görev yaptığı uygulama hep vardı. Yeni hükümetle bu statü biraz daha yükseltilerek bakanlık seviyesine çıkartılıyor.
Hükümet protokolünde neler var?
Koalisyonu oluşturan partilerin geleneksel yapısına rağmen, büyüme trendinde olan ve ekonomik göstergeleri iyiye doğru giden Hollanda için “umut verici” bir hükümet programı sunulduğu görüşünü dillendirenler olduğu kadar, bu programın sosyal yönünün zayıf olduğu eleştirileri de yapılıyor.
Protokolde pek çok önemli düzenleme yer alıyor: 2 milyar tasarruf, Rusya’ya gaz, Ortadoğu’ya da petrol bağımlılığının azaltılması, kömüre bağlı enerji santrallerinin kapatılıp çevreye dost enerji (rüzgâr enerjisi gibi) temini için daha çok yatırımlar yapılması, belediye başkanlarının Kral tarafından atanmasına son verilip seçimle iş başına gelmesi konusunda düzenlemeye gidilmesi, güvenliğe ve terörizmle mücadeleye daha fazla kaynak ayrılması –ki bunun gerekçesinde “cihatçılar” ile mücadele özellikle vurgulanıyor-, savunma bütçesinin 1.5 milyar arttırılması, toplumda huzursuzluğa yol açan söz ve eylemlere verilecek cezaların iki katına çıkarılması -ki bu da daha ziyade Müslümanlar hakkında gündeme getiriliyor-, terör bölgelerinden -mesela Suriye’den- Hollanda’ya dönen kimselerin bulundukları bölgelerde gözetim altında tutulması, “realist bir dış politika” vizyonu ile diplomasi ve Hollanda’nın çıkarlarının olduğu bölgelerle işbirliğine daha fazla yatırım yapılması, AB ile ilişkilerin özellikle göçmen-mülteci ve çevre konularında güçlendirilmesi ancak herhangi bir üye ülkenin -mesela Yunanistan- borçlarının da diğer üye ülkelere yüklenmesine karşı çıkılması, katma değer vergisinin 6’dan 9’a yükseltilmesi -ki meclisteki müzakerede en fazla tepkiyi çeken madde oldu-, emeklilik ve iş hayatında yeni düzenlemeler yapılması, eğitim eşitsizliğinin giderilmesi, meslek eğitiminin güçlendirilmesi, öğretmenlerin durumunun iyileştirilmesi vb. pek çok düzenleme yer alıyor.
Göçmenler ve mültecilere yönelik maddeler
Bu düzenlemeler içinde yabancıları ve Müslümanları özellikle ilgilendiren bazı konular protokolün en dikkat çekici maddeleri olsa gerek. Bir önceki Rutte hükümetinin mülteciler-göçmen politikaları da oldukça sert-sıkı idi. Yeni kurulan hükümette bu daha da sıkılaştırılıyor. Mültecilerin oturma izni 5 yıldan 3 yıla düşürülüyor ve kendilerinden kısa sürede topluma entegre olmaları -aslında asimilasyona eğilimli entegrasyon kastediliyor- bekleniyor. Bunun için de göçmenler-mülteciler için ilk günden itibaren belediyelerce ücretsiz dil kursu sağlanacak. Ayrıca bu mülteciler için ülke çapında 8 bölgede kalacak yer ve aş imkânı sağlanacak. Ancak sosyal devletin imkânlarından daha az oranda yararlanacaklar.
Yine Hollanda’ya göç ve ilticayı azaltmak için “güvenli üçüncü ülke” diye nitelenen Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki bazı ülkelerde (Ürdün, Lübnan vb.) kamplar oluşturulacak ve bu maksatla bu ülkelere katkı sağlanacak. Süresiz oturma izni, gerektiği hallerde iki yıl uzatıldıktan sonra verilecek. Ülkede oturma izni verilmeyen mülteciler en kısa zamanda sınır dışı edilecek. Savaş için Hollanda dışına çıkanlar mümkün olduğunca bulundukları bölgelerde gözetim altında tutulacak; Hollanda’ya sokulmayacaklar.
Yeni koalisyon uzun sürmeyebilir
Şayet tamamlayabilirse toplam 3 yıl 4 ay iktidar ömrü bulunan yeni koalisyonun uzun süremeyeceğine dair bazı tahminler de yapılıyor. Zira 150 sandalyeli Parlamento’da dört partinin sandalye sayısı “minimal çoğunluk” olan 76’yı ancak bulabiliyor ve bu sayının bir altı çoğunluğun kaybedilmesi anlamına geliyor. Senato’da (Eerste Kamer) da benzer bir tablo söz konusu. Bu itibarla yukarıda sözü edilen düzenlemelerin yapılabilmesinde ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel zorluklar baş gösterdiğinde bu çoğunluğun kaybedilme ihtimalinin yüksek olduğu ifade ediliyor. Dolayısıyla koalisyonu oluşturan partilerce umut dağıtılmaya çalışılsa da, kamuoyunda yeni kurulan koalisyona yönelik büyük bir umut-beklenti söz konusu değil.
Her şeyden önce Rutte’nin ısrarlarına rağmen koalisyonu oluşturan diğer üç partinin başkanlarının hükümette yer almayacaklarını açıklamaları, hükümetin ömrü açısından bir handikap olarak değerlendirilebilir. Hristiyan partilerin de hassas olduğu ve hükümet protokolünde “hassas meseleler” olarak nitelenen tıp etiğine dair bazı meselelerin (kürtaj, organ nakli, ötenazi vb.) nasıl çözüme kavuşturulacağı konusu ucu açık gözüküyor. Burada bilim ile etik arasında bir denge gözetileceği vurgulanıyor. Bu tür meselelerde koalisyon ortağı muhafazakâr Hristiyan partiler (CDA-CU) ile sağ-sol liberal partiler (VVD-D66) arasında güven bunalımı meydana gelebilir ki, iki ayrı siyasi-felsefi-kültürel geleneğe mensup partilerin bu konularda farklı vizyonlara sahip olduğu izahtan varestedir. Kaldı ki daha koalisyon görüşmelerinin başında D66 ile CU arasında büyük tereddütler mevcuttu ve uzlaşıya/protokole rağmen bunlar tamamen giderilmiş de sayılmaz.
Bu konuda zikredilebilecek bir diğer handikap ise muhalefetin çok sıkı eleştirilerinin hükümeti zor durumda bırakma ihtimali. Nitekim bu yönde yorumlar da yapılıyor. Mecliste perşembe günü yapılan oylamada koalisyon protokolündeki bazı maddelerin değiştirilmesi için muhalefet partileri önerge verdiler. Bu önergeler 76 oy gibi “minimum çoğunluk” ile ancak reddedilebildi. Önergeye destek ise 74’te kaldı. Bu 76’ya karşı 74 oyluk sonuç, muhtemelen bundan sonraki oylamalarda da çokça karşılaşacağımız bir sonuç olacak.
Muhalefetten söz etmişken özellikle ana muhalefet görevini üstlenen ırkçı ve İslam karşıtı Wilders’in partisine -ki parlamentoda 19 sandalyesi var- ayrı bir parantez açmak gerek. Özellikle hassas olduğu göçmen-mülteciler, İslam-Müslümanlar gibi konularda Wilders’in bu fırsatı etkili bir muhalefetle iyi değerlendireceği aşikâr. Yine muhalefetteki üç sol partinin (PvdA, SP, GL) çalışma hayatı ve çevre konularındaki muhalefeti de etkili olabilir.
Yeni hükümet ve Türkiye ile ilişkilerin geleceği
Hükümet protokolünde herhangi bir atıf olmasa da “realist bir dış politika” vizyonu ile diplomasi ve Hollanda’nın çıkarlarının olduğu bölgelerle işbirliğinin geliştirilmesine vurgu yapılmasından hareketle, -belki de biraz iyimser olarak- yeni hükümetin, 11 Mart Rotterdam olayları sonrasında Türkiye ile bozulan ilişkilerin düzeltilmesine de önem vereceğini ve bu yönde çaba göstereceğini söyleyebiliriz. En azından Hollanda’daki Türkler arasında buna yönelik bir beklenti olduğunu söylemek mümkün.
Hollanda Kültürlerarası İnsan Hakları Merkezi müdürü Prof. Dr. Tom Zwart’ın Türkiye’nin AB ve Hollanda için önemine vurgu yapan açıklamaları örneğinde olduğu gibi, bazı sağduyulu sesler olsa da, kısa vadede bu yönde bir gelişme pek olası görülmüyor. Bekleyip göreceğiz.