Trump Afganistan'da neyi hedefliyor?
Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduğu Ocak ayından bu yana, Afgan hükümeti, Beyaz Saray’daki yeni yönetime ilişkin olumlu yahut olumsuz herhangi bir açıklama yapmamış, böylelikle bir çeşit belirsizlik havası ortaya çıkmıştı.
Afganistan özel olarak ABD’nin ve genel olarak NATO’nun en uzun süreli askeri mevcudiyet gösterdiği ülke. 11 Eylül terör saldırılarını müteakip, Bush Amerika’sı ile Blair İngiltere’sinin müşterek kararıyla, koalisyon kuvvetleri ‘Kalıcı Özgürlük Operasyonu’ adı altında ülkeyi işgal etti. 7 Ekim 2001 günü başlayan işgalin gerekçesinin, Bush doktrininin ‘Terörizmle Küresel Savaş’ retoriğinin sacayaklarından ‘önleyici’ ve ‘ön-alıcı’ müdahale stratejisine dayandırıldığı söylenebilir.
Afganistan'ın işgali, NATO şemsiyesi altında 31 ülkeden 5 bin 500 kişinin katılımıyla teşekkül eden ‘Uluslararası Destek Gücü’ (International Security Assistance Force/ISAF) misyonu kapsamında icra edildi. ISAF’ın ana misyonu ise en başta Kabil’de emniyet ve istikrarı sağlamak suretiyle Afgan Geçici Yönetimi’ne destek sağlamaktı. 2014 yılı sonu itibarıyla ISAF’ın vazifesini başarıyla tamamladığı hükmüne varıldı ki 2015 yılından itibaren NATO’nun yeni görev alanı ‘Kararlı Destek Misyonu’ (Resolute Support Mission/RSM) olarak belirlendi.
ISAF’tan RSM’ye
‘Kararlı Destek’e atfedilen yeni misyon, kinetik olmayan operasyonlara dayandırıldı ve bu minvalde, Afgan ordusu ve polisine kendi öz savunmasını icra edebilecek imkan ve kabiliyetleri kazandırmakla mükellef kılındı. Başka bir yönüyle, ISAF’tan RSM’ye uzanan süreçte Washington, El-Kaide ve Taliban unsurlarının operasyonel kabiliyetini küçük ve dar bir alana hapsedip sabitlediği ve eylem kapasitesini nötralize ettiği savına vardı. Bu nedenledir ki Obama, ilk seçim sloganında “Artık Afganistan’dan geri çekileceğiz” propagandası yapmaktan çekinmedi. Oysa geçmiş 16 yılın muhasebesi yapıldığında, RSM kapsamında Afgan Ulusal Güvenlik Kuvvetleri'nin inşası ve yetenekleri için sunulan istihbarat, gözetleme ve keşif (ISR) desteğiyle eğitim/tatbikat faaliyetlerinin, aslında bir zamanlama hatası olduğu açıkça görülür.
Zira ABD’nin El-Kaide ve Taliban'ın lider kadrosunu etkisiz hale getirip terörist yapıları kontrol altına aldığı yanılgısı, hakikatte Taliban’ın istirahat ve yeniden toparlanma sürecine tekabül ediyordu. Nitekim Taliban'ın savaş stratejisini, güneyden kuzeye doğru kaydırmaya karar verdiği zaman dilimi 2007-2008 yılları kadar eskiye dayanıyordu. Taliban’ın bu projesini hayata geçirmeye başladığı 2015 yılı ise tam da RSM’nin devreye sokulduğu zamana denk geliyordu.
Nitekim 2015 yılı itibarıyla Taliban, Afganistan’ın kuzeyinde yer alan Türkistan bölgesini meydana getiren 9 vilayetin kritik noktalarında eylemlerine başladı. Hâlihazırda gelinen aşama ise çok daha vahim bir tabloyu ortaya koyuyor. Öyle ki eskiden Afgan Türkistanı’nın en güvenilir addedilen Şibirgan ve (buraya bir saatlik mesafedeki) Mezar-ı Şerif eyaleti, artık Taliban tehdidi nedeniyle terk edilmeye başlandı. Örneğin bu hafta içinde Türkiye’nin Şibirgan Başkonsolosluğu’nda faaliyetlerin geçici bir süre için durdurulduğu açıklandı.
Cevizcan'ın merkezi Şibirgan’ın, Mezar-ı Şerif’ten daha güvenilir olduğu hesaba katılırsa, benzer bir tedbirin yakın gelecekte Mezar-ı Şerif için uygulanması da ihtimal dâhilindedir. Yine bu hususta, Türkiye’nin Kandahar ve Herat vilayetlerinde konsolosluk açmak istediği, bu kapsamda gerekli müracaatların yapılıp izinlerin alındığı ve hatta anlaşmaların imzalanmasına rağmen tüm işlemlerinin durdurulduğu not düşülmelidir.
Teritoryal hâkimiyet mücadelesi
Yabancı kaynakların iddiasına göre, Afgan hükümeti mevcut durumda yüzde 60, Taliban ve hükümet karşıtı muhalif unsurların tamamı ise yüzde 40’lık bir alana hükmediyor. Ancak Afgan yetkililerle yapılan görüşmelerde, Afgan hükümetinin kontrolü altında bulunan alanın neredeyse yüzde 30’lara kadar düştüğü öne sürülüyor.
Taliban’ın teritoryal hâkimiyetindeki genişlemeyi kanıtlar nitelikteki bir diğer emare ise ABD’nin kurduğu Afgan hükümet yapısının fiilen çöküşe doğru evrilmesidir. ABD, cumhurbaşkanlığını etnik nüfus yoğunluğunu göz önünde bulundurarak Peştun kökenli Eşref Gani’ye, cumhurbaşkanlığı birinci yardımcılığını Özbek lider Raşid Dostum’a, cumhurbaşkanlığı ikinci yardımcılığını ise Hazara kökenli Server Daniş’e bırakmıştı. Ayrıca (Türkiye’de bakanlar kuruluna başkanlık eden makam olarak başbakanlığa tekabül eden) Afganistan İcra Kurulu Başkanlığı'na da Abdullah Abdullah getirilmişti. Mevcut tabloya bakıldığında, bakanlar kurulunun yarısı Cumhurbaşkanı Gani, diğer yarısı ise İcra Kurulu Başkanı Abdullah tarafından atanmış durumda. Öte yandan, Cumhurbaşkanı Gani ile yardımcıları Dostum ve Daniş arasındaki ilişkiyi samimiyet, güven, uzlaşı ve işbirliği kavramlarıyla tasvir etmek mümkün değil.
Kısacası ABD’nin kurduğu yapı fiilen bozulmuş, hem iktidar hem de muhalefet kendi içinde derin bir şekilde bölünmüş durumda. Bu durumun başlıca nedeni ise merkezi hükümetin etnik kimlik üzerinden politika yapması. Nitekim Peştunlar dışındaki grupların atamalar, projeler ve ihalelerde dışlandıkları, istihdam alanında zorluklar yaşadıkları, sıklıkla zikredilen eleştiriler.
Alternatif çözüm arayışları
Taliban tehdidinin bilhassa son iki, üç yıldır hızlı bir şekilde yükselişe geçmesi üzerine, Afganistan’a yönelik alternatif çözüm arayışları yeniden gündeme geldi. Bu bağlamda iki temel alternatif çözüm ortaya konuldu. Birincisi, Blackwater şirketinin kurucusu Eric Prince’in de dile getirdiği üzere, Afgan ordusu ve polisiyle birlikte çalışacak 5 bin kişilik sözleşmeli güvenlik elemanının Afganistan’a gönderilmesi. Ancak bu yöndeki tekliflerin ne ABD ne de Afgan tarafında ciddiyetle ele alındığı ve destek bulduğu söylenebilir. Zira özel güvenlik şirketleri, emir komuta zincirinde aksaklıklara yol açmak suretiyle, güvenlik ve savunma bürokrasisinde gerek koordinasyon ve gerekse mekanizmanın işleyişi açısından sorun yaratıyor. Bu nedenle, savunma ve güvenliğe ilişkin faaliyetlerin özel firmaların yetkisine devredilmesi yerine, ilk sırada ‘düzenli ordu’ desteği tercih ediliyor.
Hatırlanacağı üzere, Irak’taki Ebu Gureyb cezaevindeki işkence görüntüleri uluslararası toplumda büyük bir infiale yol açmış, ancak ABD "Ordu mensupları değil, özel askeri güvenlik şirketi elemanları" diyerek sorumluluk üstlenmekten kaçınmıştı.
İşin gerçeği, Gani hükümetinden farklı olarak, ABD’nin özel güvenlik-savunma şirketlerinde istihdam edilen eski asker ve sivilleri yahut muvazzaf askerleri göndermesinin, halkın Taliban’a bakış açışında ve terörü okumasında bir şeyleri değiştirmeyeceğini öngörmek zor değil. Nihayetinde 2001’den bu yana ülkenin sürüklendiği kaosun başlıca sorumlusu, dış müdahale ve arkasındaki projeler. Kaldı ki Hindistan haricinde bölge ülkelerinin ekseriyeti, ABD’yi ve Amerikan askeri kuvvetlerini, terörizmle mücadelede partner değil, tehdit olarak algılıyor. Bu negatif algıya ilaveten, eskiden 130-140 binlere ulaşan asker sayısının bugün 8-9 bin civarında seyrettiği göz önünde bulundurulursa, Trump’ın, resmi olarak açıklanamasa da basına yansıdığı haliyle 4 bin civarında takviye asker gönderme kararının, ülkedeki barış ve güvenliğin tesisine yönelik ciddi bir etki doğurmayacağı öngörülebilir.
İkinci çözüm alternatifi ise Afganistan’ın bir kabile ülkesi olduğu düşüncesinden hareketle, kabileler arasında bir tür arabuluculuk mekanizmasının devreye sokulması. Başka bir ifadeyle, kabileler üzerinden, esasında etnik gruplarla hükümet arasında uzlaşı köprüsü kurulmasını sağlayacak bir projenin tasarlanıp geliştirilerek uygulamaya konulması. Bu anlamda, kabilelerin desteği kazanılmadan, Taliban’a karşı verilecek her türlü mücadelenin yetersiz, kısa vadeli ve geçici bir çözümden ibaret kalacağına dair, kesinlikle haklı bir ön kabul var.
Trump’ın Afganistan stratejisi ne kadar samimi?
Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduğu Ocak ayından bu yana, Afgan hükümeti, Beyaz Saray’daki yeni yönetime ilişkin olumlu yahut olumsuz herhangi bir açıklama yapmamış, böylelikle bir çeşit belirsizlik havası ortaya çıkmıştı. Ancak Trump’ın Afganistan’a dair yeni stratejisini kamuoyuna açıklamasıyla birlikte, Afgan siyasetçilerden peş peşe olumlu tepkiler geldi. Kısaca Taliban düşmanı tüm siyasi taraflar, ortak bir ağızla Trump’a desteklerinden ötürü memnuniyetlerini ilettiler. Oysa işin garibi Trump, Afganistan’dan geri çekilmeyeceğinden ve askeri mevcudunu arttırma planlarından başka bir detay vermedi, yeni stratejinin özüne dair herhangi somut bir detay paylaşmadı. Buna mukabil Trump’ın iki cümlesi çok manidar: İlki “Washington’dan mikro yönetimle bir yere varılamayacağı” tespiti, diğeri ise “ABD’nin tüm yardımlarına ve ikazlarına rağmen, halen terörist unsurlara sığınacak liman olmayı sürdürdüğü” için Pakistan’a yönelik eleştirisidir.
ABD, 15 yıldan daha uzun bir sürede, savaş ve yeniden yapılandırma giderleri dâhil olmak üzere, Afganistan’a 714 milyar dolar harcadığını öne sürse de, Afgan hükümeti ve halkı nezdinde bu meblağın herhangi bir somut çıktısı bulunmuyor. Örneğin Afganistan'ın Yeniden İnşası Genel Müfettişliği’in (Special Inspector General for Afghanistan Reconstruction/SIGAR) raporuna göre, 2017 Ocak’ından bu yana meydana gelen terör saldırıları yüzden bin 662 kişi hayatını kaybetmiş, 3 bin 500’den fazla sivil de yaralanmıştır. Mart ayı içinde 6 bin 252 güvenlik olayının vuku bulduğu, Yılın başından 8 Mayıs’a kadar ise 2 bin 531 Afgan Ulusal Güvenlik Kuvvetleri mensubunun yaşamını yitirdiği, 4 bin 238’inin de yaralandığının altı çizilmeli. Son 15, 16 yılda ortaya çıkan zayiat ise 225 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiğini gösteren vahim bir tablo çizmektedir. Bu aşamada, 2,6 milyon mülteci ve ülke sınırları içinde yerinden edilmiş 1 milyondan fazla Afgan’ın bulunduğu kaydedilmeli.
Bu çerçevede, Taliban’ın özellikle karşılıksız barış görüşmeleri önerilerine binaen ciddiye almadığı ve muhatap kabul etmediği bir ABD yönetimiyle, bölgedeki askeri varlığını daha da artırma işareti veren Trump politikaları arasındaki basıncın yükseleceği düşünülebilir. Trump’ın, özellikle Pakistan’ı teröre destek veren ülke kapsamında ortaya sunması ise, Afganistan’ın açık denizlere çıkışında stratejik önemi haiz Belucistan bölgesinde şimdiden bir planlama yapıldığını akla getiriyor. Bir başka ifadeyle, zengin yer altı kaynaklarının uluslararası pazarlara nakli konusunun şimdiden yeni bir çatışma bölgesi yaratabileceği Afganistan sorunun, önümüzdeki dönemde genişleyerek Pakistan ve İran’ı da içine alabileceği öngörülebilir.