İSTANBUL - Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, EuroFinance'ın 9.'sunu düzenlediği "Türkiye'de Nakit, Hazine ve Risk Yönetimi" konulu konferansta yaptığı konuşmada Ortadoğu ve Afrika (MENA) bölgesi ile ilişkilerin güçlendirilmesinin, Türkiye'yi AB nezdinde daha değerli bir ülke kıldığını dile getirerek, "Açık ve net konuşuyorum. AB dünyada söz sahibi olmak istiyorsa, hele bu bölgede söz sahibi olmak istiyorsa, Türkiye'ye muazzam bir şekilde ihtiyacı var. O nedenle bu politika, bizim risk yönetimimizin temel unsurlarından bir tanesiydi ve başarılı olduk" dedi.
Şimşek, global risklerden bahsedilince akla ilk gelenin Avro bölgesindeki kriz olduğunu hatırlatarak, "Avrupa Birliği (AB) 5 yılını kaybetti. AB bizim için çok önemli. Çünkü en büyük ihracat pazarımız. Zamanında ihracatımızın neredeyse yüzde 58-59'u AB'ye yapılıyordu. AB, bizim küresel doğrudan yatırımların yüzde 75-80'ine tekabül ediyor" ifadelerini kullandı.
AB'deki riskin Türkiye'yi nasıl etkilediğini anlatan Şimşek, "Ticaret kanalıyla, yani dış ticaretimizi etkiliyor. İmalat sanayimizi ve istihdamımızı etkiliyor. Sermaye kanalıyla, özellikle doğrudan yatırım kanalıyla etkiliyor. Turizm kanalıyla ve beklentiler kanalıyla etkiliyor. Her gün ekranlarda 'Avrupa'da kriz var' derseniz yatırımcıların ve tüketicilerin yatırım ve tüketim kararları bir miktar ötelenebiliyor. Özellikle zaruri olmayan harcamalar öteleniyor" diye konuştu.
Şimşek, enerji verimliliğini teşvik etmek için belki ileriki yıllarda çalışmalar yapılabileceğini belirttiği konuşmasının ardından sorular üzerine şu anda, gündemde bir çalışma olmadığını söyledi. Şimşek, "Örneğin dedim. İleriki yıllarda, ileriki dönemlerdeÖ Belki bu hususları, yani enerji verimliliğini teşvik etmek için, Türkiye'de enerji etkinliğini artırmak için vergi sistemini de bu çerçevede değiştirebiliriz dedik. Mesela, daha çevreci arabalara, daha az vergi gibiÖ Veya çevreyi çok kirleten, çok tüketen arabalara ki zaten çok tüketenden çok vergi alıyoruz da motor hacmi büyük olanlardan, değiştirebiliriz diye örnek olarak söyledim. Öyle bir şey yok. Ben sadece örnek olarak söyledim. Yani, önümüzdeki yıllarda birileri gelir der ki izolasyonu yapmış binaların, enerji verimliliği sağladıysa biz ne yapacağız buradan, örnek olarak daha az diyelim ki emlak vergisi alırız. Dolayısı ile enerji verimliği düşük olanlarda belki otururuz ama dediğim gibi bunlar şu anda gündemde değil. Böyle bir şey yok. Böyle bir çalışma da yok. Örnek olarak, bu hususlarda da çalışmalar yapılabilir dedim" açıklamasında bulundu.
"Yüzde 2.2 sürdürülebilir, dengeli bir büyüme profili ortaya koyuyor"
Didem Eryar Ünlü
'Değişen Çalışma Ortamında Çevikliği Korumak' konulu 9. EuroFinance Konferansı'nın ilk gününde ülkelerin ve şirketlerin değişen küresel ekonomiye uyum süreçleri masaya yatırıldı.
Çevik olmak içim hem uluslararası hem de yerel trendlerin anlaşılması gerektiğinin altını çizen konuşmacılar, karlı bir büyüme için çalışma yöntemlerinin değişmesi gerektiğini gündeme getirdiler. Türkiye'nin uluslarası sermaye piyasalarındaki algılanışının olumlu olduğu ve geleceğe yönelik iyimser olmak için birçok neden bulunduğu kaydedilen konferansta, öne çıkan yorumlar şöyle:
Türkiye istikrar vahası olarak yükseliyor
Alper Yüksel, Akbank Kurumsal Bankacılık Genel Müdür Yardımcısı: "Küresel ekonomide yaşanan gelişmeler dikkate alındığında, Türkiye'nin bir istikrar vahası gibi yükseldiğini görüyoruz. Yeni açıklanan büyüme oranları biraz düşük, ama çevremizdeki örneklerle kıyaslandığında, oldukça önemli. Önümüzdeki sene yüzde 4 büyüme bekleniyor. Türkiye ekonomisi, çok çeşitli sektörlerin bulunduğu tabanı geniş bir ekonomi. İstanbul'un finans merkezi olması gündemde. Dolayısıyla genel resim çok iyi. Bugün yurtdışına çıktığımızda kırmızı halı ile karşılanıyoruz. 2006-2012 yılları arasında mevduatın yüzde 18, kredilerin yüzde 22 arttığını görüyoruz. Sermaye açısından Türkiye son derece sağlam bir konumda. Sermaye yeterlilik oranı yüzde 15'in üzerinde. Tüm bunların yanı sıra, bugün hala 18 milyon kişinin bankacılığa erişimi yok. Bu yüzden sektörde hala çok önemli bir büyüme potansiyeli var. Bir çok açıdan işin çok başındayız.
Rekabet için esneklik şart
Finansal stabilite ve not artışının Türkiye'ye sunduğu fırsatları ise şöyle sıralayabiliriz: Yatırım artıyor, sermaye girişi devam edecek.Türkiye yabancı yatırımcı için çok önemli bir mecraya dönüştü. Yatırımlarla ilgili maliyetler düşüyor. Altyapı projeleri hızlanacak. Bu arada ülkede işler iyiye gittikçe, rekabet de artıyor. Rekabetle baş etmek için farklı yetenekler gerekiyor. Rekabetin arttığı ortamda esneklik çok önemli bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Müşterinin değişen ve farklılaşan taleplerine cevap verebilenler kazanıyor. Müşteri odaklı bankacılık, bankacılığın olmazsa olmazı oldu. Karar alma mekanizmalarının da müşteriye mümkün olduğunca yakın olması gerekiyor. Son dönemde Türkiye'ye yakın ilgi gösteren ülkelerden biri Çin. Biz Çinli müşterilerimize hizmet vermek için Bank of China ile işbirliği yaptık ve iki çalışanını transfer ettik. Benzer uygulama Japon müşteriler için de var."
Türkiye uzun vadede yüzde 8-9 büyüyebilecek bir ekonomi değil
Melis Metiner, HSBC Türkiye Ekonomisti: "Dünya ekonomileri üç temel sorunla boğuşuyor. Bunlar, düşük büyüme, kamu ve hane halkı borcu ve yapısal sorunlar. Yapılması gerekenler aslında belli: Kısa vadede büyümeyi destekleyen maliye politikaları; uzun vadede ise yapısal reformlar gerekiyor.Ne yazık ki bu yapılamıyor ve büyümeyi destekleme tamamen merkez bankalarına bırakılmış durumda. Fakat merkez bankalarının araçları sınırlı. Bugün ekonomilerin temennisi, kısa vadede merkez bankalarının ellerindeki tüm araçları kullanarak büyümeyi desteklemeleri ve bu sürecin politikacılara yapısal reformlar için zaman vermesi. Ama bu gerçekleşemiyor. Büyüme oranları hala düşük. İşsizlik hala yüksek, borç hala artıyor. Bu resim 2013'te de fazla değişmez, ama yine de daha pozitif bir küresel konjonktür olduğunu söyleyebiliriz.
Enflasyonda endişeliyiz
Türkiye'nin ekonomik büyüme oranının yüzde 8.8'den yüzde 2.2'ye inmesi, yeniden dengeleme olarak değerlendirilebilir. Bunun sağlıklı bir yeniden dengeleme olduğunu düşünüyoruz. Türkiye uzun vade yüzde 8-9 büyüyebilecek bir ekonomi değil. Türkiye orta vadede yüzde 4-5 arasında büyüyebilir. Hızlı büyümenin sonucunda tüketici enflasyonu ve cari açık yükseldi. Türkiye'nin bu düzeltmeyi kendi kendine yapması piyasaların yaptırmasından çok daha iyi. Bu tablo, kısa vadede çok daha sürdürülebilir, çok daha dengeli bir büyüme profili ortaya koyuyor. Bu yapılmasaydı not artırımı da söz konusu olmayacaktı. 2013 için yüzde 3.8'lik bir büyümenin mümkün olacağını düşünüyoruz. Yüzde 3.8'lik büyüme oranı ekonomide sistemik riskler yaratmayan bir büyüme oranı olacaktır.
Bu arada enflasyonda endişeliyiz. Manşet enflasyon yüksek, çekirdek enflasyon da çok düşük değil. Sene sonu hedefi yüzde 5.3. Ekonominin toparlandığı, Türk lirasının sabit kaldığı bir dönemde, bu dezenflasyonist baskının nereden geleceğini kestirmekte zorlanıyoruz. Biz sene sonunda manşet enflasyonun yüzde 7 civarında olacağını düşünüyorz. Bu kısa vadede çok büyük bir risk değil, çünkü piyasalar, büyüyebilen ekonomilere karşı daha hoşgörülü olabiliyorlar."