Doğayla kültür kol kola: Odessa

Ukrayna’nın liman kenti, mimarisi ve kültürel etkinlikleriyle de ünlü... Yemyeşil parklarıyla uzun molalara çağıran Odessa’nın sokaklarında yürürken birbirinden yetenekli sokak müzisyenlerinin performansları ve Avrupa mimarisini andıran zevkli binalar dikkatinizi çekecek...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

KERİM ÜLKER

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla doğan Ukrayna’yı ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye. İki ülke, birbirine komşu, Karadeniz’den ötürü. Renklerimiz farklı, ancak tarihlerimizde ortak nokta çok. Ukrayna’nın birçok şehrinde Osmanlı mimarisi örnekleri var, bırakılan izler hâlâ sıcak. O kentlerden biri de ülkenin en önemli limanı olan Odessa... Şehrin nüfusu 1 milyon ama yaz aylarında 3 milyona yakın turisti ağırlıyor. Türk Hava Yolları’nın (THY) misafiri olarak geldiğimiz kenti ziyaret eden Türk sayısının da giderek arttığını öğreniyoruz. THY Odessa Genel Müdürü Tekin Ekinci, geçen yıl 150 bin yolcu taşıdıklarını, bu rakamın her yıl yükseldiğini vurguluyor. Ekinci, “Şu anda Ukrayna’ya haftalık 68 sefer yapıyoruz, bunun 21’i Odessa’ya. Geçen yıl haftalık sefer sayısı 11'ken bu rakam yüzde 90 artmış durumda. Yani günde 3 uçuşumuz gerçekleşiyor. Kültür ve sanat etkinlikleriyle küresel bir ünü var şehrin. Puşkin’in ‘Avrupa’yı solumak isteyen Odessa’ya gelmeli’ sözüyle anılıyor. Parklarıyla tam bir mesire şehri... Biraz İzmir, biraz Bursa ama en çok Antalya” diyor.

Biraz tarih...

Tarihsel ortaklıklarımız var diyerek girdik yazıya, öyle de devam edelim. Geçmişi 6 asır öncesine dayanan kentin kurucusu Kırım Hanı Hacı Giray. 1400’lü yılların ortalarında bir Tatar köyü olarak kurulan Odessa’nın o dönem adı Hacıbey. 1529’da girdiği Osmanlı hakimiyeti neredeyse 2.5 yüzyıl devam ederek 1792’deki Rus Savaşı’na kadar sürdü. Rusya’nın kazandığı kentin adı Çariçe Katherina’nın isteğiyle Odessa’ya dönüştü.

İlerleyen yıllarda Rusya ile Avrupa arasında ticaretin en önemli kentlerinden biri haline gelen Odessa, denizcilikle başlayan varlığını 19. yüzyında kültür ve sanatla geliştirdi. Şehrin büyümesi o kadar hızlı oldu ki bir anda dünyanın en büyük topraklarından birine sahip olan Rus Çarlığı sınırları içinde St. Petersburg, Moskova ve Varşova’nın ardından 4. büyük kent haline geldi. 1904-1905’te yapılan Japon Savaşı’nın ardından Çarlık Rusyası’nda yaşanan gelişmelerde de Odessa’nın önemi büyük. 1905 Rus Devrimi’nde önemli bir rolü olan Potemkin Zırhlısı, Odessa’ya demirledi. I. Dünya Savaşı’na girmemize neden olan, adları daha sonra Yavuz ve Midilli olarak değişen Alman zırhlı gemileri Goeben ve Breslau’nun bombaladığı limanlardan biri de işte burası. Tarihle ilgili bilgiler şimdilik bu kadar; şimdi gelelim kentin doğal ve kültürel güzelliklerine...

Sokakları keşfederken...

Bir ticaret merkezi olan Odessa’nın en güçlü sermayesi geçmişinde birçok ulusu buluşturması. Leh, Alman, Yunan ve Bulgar halklarının hatrı sayılır nüfusu kentin hem mimarisini hem de yaşam tarzını oluşturmuş. Sokakta sorduğunuz kısa bir soruya dakikalarca süren yanıtlarına hayran kalıyorsunuz, Odessalılarla espriyle donatılmış bir sohbet başlıyor aranızda. Sohbet bitip yürümeye başladığınızdaysa uzun ve geniş caddelerindeki Avrupa mimarisinin izini taşıyan binalar dikkatinizi çekiyor. Bir de yol boyunca yükselen ağaçlar...

Kentin en dikkat çeken yapısı Opera Binası... Operadan ayrılıp biraz yürüyünce karşınıza Primorsky Bulvarı çıkıyor. Dünyaca meşhur şair Aragon’dan oyunları hâlâ dünya sahnelerinde perde açan Anton Çehov’a, hatta ünlü şair Mayakovski’ye pek çok ünlünün kaldığı Londonskaya Oteli’nin önünden geçip iletişim tarihinin önemli bir eseriyle buluşuyorum: Potemkin Merdivenleri. Tıpkı Opera Binası gibi, bu merdivenleri de görmeden Odessa’dan ayrılmamalısınız...

İstanbul Park geçen yıl açıldı

Bana kent hakkında bilgiler veren Tekin Ekinci ve Türk Ukrayna İşadamları Derneği Başkanı Burak Pehlivan, İstanbul Park’ı da anlatıyorlar. Park, tarihiyle birbirine oldukça yakın olan İstanbul ve Odessa’nın birbirlerini “kardeş şehir” olarak seçmelerinin 20. yılı onuruna İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılarak 2017’de açılmış. Görüntüsü ile Gülhane’yi andıran parktaki bir banka oturup Karadeniz’e bakıyoruz ve Türkiye üzerine kısa bir sohbete dalıyoruz.
Odessa bir anlamda denizciliğin de başkentlerinden. Dünyanın en önemli denizcilik okullarından biri bu kentte, neredeyse her ailenin bir üyesi gemilerde hayat sürüyor. Kadınlar çocuklarıyle birlikte eşlerini el sallayarak uğurluyor. Bunu işleyen önemli bir heykel de var şehirde...

Şehrin kalbinin attığı cadde

Gelelim araç trafiğine kapalı olan Deribasovskaya Caddesi’ne... Paris ve Prag’ın kendine has cafe ve restoranlarının harmanlandığı bu cadde için "Odessa’nın kalbi" demek yanlış olmaz. Sokak müzisyenleri neredeyse konser edasında çalıyorlar. Hem oldukça başarılılar hem de seyircileri kalabalık ve çok eğleniyorlar... Deribasovskaya Caddesi’nde gezinirken bir an Frank Sinatra’nın sesini duydum zannediyorum. Müzisyen, görüntüsüyle de neredeyse Sinatra’nın aynısı. Biraz yürüyünce İlf ve Petrov’un “On İki Sandalye” romanı anısına yapılan Sandalye Heykeli’nin önünde bekleyen fotoğraf kuyruğuyla karşılaşıyorum. Gelmişken Lviv’de tattığım, bölgenin kendine has sıcak çikolatasından ısmarlamayı da ihmâl etmiyorum elbette...

Odessa'nın “gizemli labirentler”i

Odessa’nın yer altındaki dünyası da herkesin ilgisini çekiyor. “Gizemli labirentler” olarak tanımlayabileceğim “katakomblar” gezenleri merak ve heyecan içinde bırakıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda şehri istilacılara karşı savunan Odessalı direnişçiler, uzunluğunun yaklaşık 2 bin 500 kilometre olduğu söylenen bu yeraltı tünellerini barınak olarak kullanmışlar.

Kentin simgesi: Opera binası

1810 yılında yapılan Opera Binası kentin simgelerinden. Bu muhteşem binanın en önemli özelliği Avrupa’nın en büyük operalarından biri olması. Ancak binanın içi, dışından daha etkileyici. Yapıldığı dönemden bu yana öylesine korunmuş ki bir kere bile gösteri yapılmamış gibi. Sapasağlam, tertemiz ve oldukça gösterişli... II. Dünya Savaşı’nda Almanların hiddetinden kurtulamayan Odessa’nın bu sembolik yapısı, neredeyse zarar görmemiş. Sesle bütünleşen iç tasarımı, 200 yıllık havalandırma sistemi, koltukları ve balkonlarıyla içi de kesinlikte görülmeye değer. Bir zamanlar Çaykovski ve Rahmaninov gibi klasik müzik dehalarının, Caruso, Chaliapin, Isadora Duncan gibi sanatçıların burada misafir olduğunu, sahne aldığını öğrenmek daha da bağlıyor binaya bizi. Fakat akşam sahnelenen “Aida”ya bilet bulamıyoruz ne yazık ki!

Biraz alışveriş biraz tabiat

Bolşevik Devrimi’nin ardından binlerce Çarlık yanlısı Rus’un İstanbul’a sığındığını hatırlıyorum Odessa Pasajı’na geldiğimde... Çünkü burası Çiçek Pasajı’na epeyce benziyor. Hani Rus kızlarının çiçek sattığı ve adını buradan alan Çiçek Pasajı... Odessa Pasajı da mimarisiyle kentte görülmesi gereken yerlerden biri. Deribasovskaya Caddesi’nde bulunan bu tarihi pasaj, City Garden ile Cathedral Square’ın arasında kalıyor. Pasajın altında hediyelik eşya satan küçük dükkânlar da var. City Garden yani Odessa şehir bahçesi ise, gürültüden uzak kestane ve ıhlamur ağaçlarıyla çevrili bir alan. Felix de Ribas tarafından 1803’de yaptırılan bahçede güzel bir mola vermek mümkün. Odessa köylülerinin yer aldığı Privoz Pazarı ise, birçok yerel lezzeti ve Ukrayna’ya özgü envai çeşit ürünü bulabileceğiniz rengârenk bir hâl.

Şehrin en popüler yerlerinden biri

Potemkin Merdivenleri’nin ilginç bir özelliği var. Aşağıdan bakınca yalnızca basamakları, yukarıdan bakınca yalnızca sahanlıkları görünüyor.

Filmle ünlenen merdivenler

1837-1841 yılları arasında yapılan ve Primorsky Bulvarı’nı liman ile bağlayan Potemkin Merdivenleri, “Potemkin Zırhlısı” filminin en etkileyici sahnelerinden birinin çekildiği yer. Adını, Sergei Eisenstein’ın yönettiği, sinemanın en etkileyici filmlerinden biri sayılan bu yapıttan alan merdivenlerin 192 basamağı ve 10 sahanlığı var. Aşağıdan bakınca yalnızca basamakları, yukarıdan bakınca yalnızca sahanlıkları görünüyor. Bunu bizzat merdivenlerden inip çıkarak denedim! Odessa’nın önemli tarihi eserlerinden biri de Akkerman Kalesi... Cenevizliler tarafından inşasına başlanan bu ünlü kale sadece Odessa için değil bizim için de önemli. Zira kalenin inşası Osmanlılar tarafından tamamlanmış. 1812 yılında imzalanan Bükreş Antlaşması’yla da Rusya’ya bırakılmış.

Bu konularda ilginizi çekebilir