En büyük sorunlar 'ithal girdide artış' ve 'Asyalaşma'

En büyük sorunlar 'ithal girdide artış' ve 'Asyalaşma'

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

(17:00)İSTANBUL - Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve Merkez Bankası işbirliğiyle başlatılan "Küresel Ekonomiye Entegrasyon Sürecinde Büyüme" başlıklı projenin ilk raporu olan "Türkiye'nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında Dönüşüm: Küresel Makro Ekonomik Yönelimler ve Yansımalar" açıklandı. TÜSİAD Yönetim Kurulu üyesi ve Dışişleri Komisyonu Başkanı Haluk Dinçer, raporun açıklandığı "Türkiye'nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında Dönüşüm" seminerinde yaptığı konuşmada, ticari ve finansal küresel entegrasyonda gelinen noktanın, bir yandan yaşanan uluslararası krizlerin sıklığını ve bulaşıcılığını artırırken, diğer yandan da üretim süreçlerini değiştiren önemli bir dönüşüm başlattığını söyledi. Rekabetin, ülke çapından uluslararası boyuta taşındığını dile getiren Dinçer, Türkiye'de de Gümrük Birliği'nin yürürlüğe girmesi ve sonrasında ulusal ve uluslararası düzeyde meydana gelen gelişmelerin, başta dış ticaret olmak üzere ekonominin çeşitli alanlarında önemli dönüşümlere yol açtığını anlattı. Son dönemde, ithalattaki artışı sadece enerji fiyatlarındaki artışa veya Türk lirasının değerlenmesine bağlamanın doğru olmadığını da vurgulayan Dinçer, başta Çin ve Asya ülkeleri olmak üzere, üretim üslerine dönüşen gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisine artan ölçüde entegre olmaya başlamasının, küresel ekonomik dengelerde önemli değişiklikler yarattığını söyledi. Dinçer, düşük maliyet gibi nedenlerden dolayı, Türkiye'de yerli firmaların rekabet avantajlarını kaybetmeye başladıklarını belirterek, "Örneğin, 2000 yılında ülkemizin en çok ithalat yaptığı ülkeler arasında Çin, 15. sıradayken, 2007 yılı itibariyle 3. sıraya yükselmiştir. Aynı ülkeyle olan dış ticaret açığımız 2000 yılında 1,3 milyar dolar iken 2007 yılında 13,2 milyar dolara çıkmıştır" dedi. Bu durumun, rekabet avantajlarını kaybetmemeleri için, firmaları operasyonel faaliyetlerini geliştirme, AR-GE faaliyetlerini artırma ve risk yönetimini iyileştirme gibi unsurları içeren hızlı bir kurumsallaşma sürecine girmeye zorladığını vurgulayan Dinçer, ithalatın hızla artmasına sebep olan diğer bir uluslararası eğilimin de, endüstri içi ticaretin artması olduğunu kaydetti. İthalata bağımlılık 'Türkiye'ye has değil' Son yıllarda artan ithalat bağımlılığının sadece Türkiye'ye has bir durum olmadığını ve dünya çapında da üretim için yapılan ithalat oranında bir artış görüldüğünün söylenebileceğini belirten Dinçer, aynı eğilimlerin etkisiyle Türk imalat sanayinde önemli ölçekte bir dış ticaret hacmi yaratılmasına rağmen, bu ticaret hacminin katma değer ve istihdam üzerindeki yansımalarının kısıtlı olduğunun görüldüğüne dikkati çekti. Haluk Dinçer, şunları söyledi: "Bu durum özellikle 2007 yılında daha belirgin bir hal almaya başlamıştır. 2007 yılının ikinci yarısında yeniden ivme kazanan ithalata ve istikrarlı artışını koruyan ihracata rağmen, imalat sanayinde verimlilik artışının yavaşladığı ve istihdam artışının negatife döndüğü görülmektedir." Dış ticaret hacminde yaşanan belirgin artışa rağmen katma değer ve istihdam yaratma kapasitesinin sınırlı kalmasının, bazı yeni politika açılımlarının gerekliliğini ortaya koyduğunu vurgulayan Dinçer, Türkiye'nin rekabet gücünü artırmak için gerek kamu bazında, gerek işletme bazında kurumsal kültürün yaygınlaşmasını sağlamak gerektiğini, bu atılımı yapmak için ise kayıt dışı ekonominin küçültülmesinin şart olduğunu söyledi. 'Sanayi stratejisine' ihtiyaç var Dinçer, verimlilik ve istihdam yaratma kapasitesinde son dönemde görülen tıkanıklıkları gidermek için, sektörlerin rekabet güçlerini yükseltecek, ihracat kapasitesini artıracak ve istihdam yaratacak bir sanayi stratejisine ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Verimlilik artışlarının kısıtlı kalmasındaki en önemli engellerden birinin AR-GE teşvikleri sorunu olduğunu ifade eden Dinçer, "AB ülkeleri 2002 senesinde Madrid'de bir deklarasyona imza atarak milli gelirin yüzde 3'ünü AR-GE'ye ayıracaklarını taahhüt etti. Türkiye'de şu anda yüzde 0,7 olan bu oranın 2010 senesinde yüzde 2'ye çıkarılacağını taahhüt etti. AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi hakkında kanununun bu hedefin yerine getirilmesine imkan sağlayacağını umuyorum" dedi. Dinçer, dış ticaret açığı problemini hafifletecek ve rekabet gücünü artıracak bir diğer adımın ise enerjide arz güvenliğinin sağlanması olacağını belirterek, ulusal ve uluslararası projeksiyonlara göre, Türkiye'de enerji arzının en geç 2009 yılı itibarı ile enerji talebini karşılayamayacak hale geleceğini söyledi. Gelecek 25 yıl içerisinde dünya enerji tüketiminin yüzde 50'nin üzerinde artacağının tahmin edildiğini dile getiren Dinçer, "Bu tahmin, sürdürülebilir, rekabetçi ve güvenilir enerjinin sağlanmasını, tüm ülkeler için çok önemli kılıyor. Bu çerçeve, Türkiye'nin çok boyutlu bir enerji politikasına sahip olmasını gerektirmektedir. Bu politika, enerji kaynaklarını çeşitlendirmeyi, enerji sektöründeki liberalizasyon sürecini hızlandırmayı ve kamu-özel sektör diyaloğunu güçlendirmeyi içermelidir" diye konuştu. Çin'in rekabet baskısında azalma bekleniyor Merkez Bankası Araştırma ve Para Politikası Birimi Başkanı H. Cahit Özcet, son dönemlerde Çin'de üretici fiyatlarındaki artış ve yerli paradaki değerlenme eğiliminin, önümüzdeki dönemde Çin'in, Türkiye gibi ülkeler üzerinde yarattığı rekabet baskısını bir ölçüde azaltmasının beklenebileceğini kaydetti. Özcet, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve Merkez Bankası işbirliğiyle başlatılan "Küresel Ekonomiye Entegrasyon Sürecinde Büyüme" başlıklı projenin "Türkiye'nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında Dönüşüm: Küresel Makro Ekonomik Yönelimler ve Yansımalar" başlıklı ilk raporunun açıklandığı "Türkiye'nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında Dönüşüm" seminerinde bir konuşma yaptı. Ülke olarak küresel düzeyde bir oyuncu olabilmenin ve vatandaşların refahını adil bir şekilde sağlayabilmenin, yüksek ve sürdürülebilir büyüme sürecini gerektirdiğini belirten Özcet, Türkiye'nin 1970'li yılların ortalarından başlamak üzere 2001'de yaşanan krize kadar olan dönemde sürdürülebilir bir büyümeden yoksun kaldığını kaydetti. Özcet, 2001'de yaşanan krizin Türkiye için bir "dönüm noktası" olduğunu ifade ederek, krizden sonra ekonominin birçok alanında önceki dönemlerde yapılamayan reformların gerçekleştirildiğini ve bunların uygulanmasında önemli mesafeler kaydedildiğini söyledi. Merkez Bankasının 2001 yılında operasyonel olarak bağımsız bir yapıya kavuşması sonrasında enflasyonun hızlı bir şekilde gerilediğini aktaran Özcet, fiyat istikrarının sağlandığı ülkelerde enflasyon ve ekonomideki büyümedeki oynaklığın önemli ölçüde azaldığına ve bu nedenle sürdürülebilir büyümeye uygun zemin hazırlandığına dikkati çekti. Özcet, "Merkez Bankası kanununda da belirtildiği üzere bankamız, fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla uygulanan büyüme ve istihdam politikalarını da destekler mahiyette davranış sergilemektedir" diye konuştu. Sürdürülebilir yüksek büyüme oranlarının sağlanmasında para ve maliye politikaları alanlarında elde edilen başarıların tek başına yeterli olmayabileceğini vurgulayan Özcet, "Fiyat istikrarı sürdürülebilir bir büyüme için gerekli bir koşul olmakla birlikte yeterli bir koşul değildir" dedi. En büyük sorunlar 'ithal girdide artış' ve 'Asyalaşma' Özcet, raporun, "Türkiye'de üretim içinde ithal girdi payının artması" ve "Asyalaşma olarak adlandırılan, başta Çin olmak üzere Asya ülkelerinin ithalattaki ağırlığının artması" şeklinde iki önemli gelişmeye dikkati çektiğini aktardı. Son yıllarda Türkiye'de tekstil ve giyim gibi geleneksel ihracatçı sektörlerin toplam ihracat içindeki payları düşerken, ithal girdi payı görece yüksek olan otomotiv, makine teçhizat, elektronik, beyaz eşya gibi sektörlerin toplam ihracat içindeki paylarının artış gösterdiğini bildiren Özcet, bu durumun, toplam imalat sanayi üretiminin ithalat girdi payının arttığını gösteren gözlemlerden biri olduğunu söyledi. Özcet, başta Çin ve Hindistan olmak üzere Asya ülkelerinin dünya ihracat içindeki paylarında hızlı artış gözlendiğini dile getiren Özcet, "Ancak son dönemlerde Çin'de üretici fiyatlarındaki artış ve yerli paradaki değerlenme eğiliminin, önümüzdeki dönemde Çin'in, Türkiye gibi ülkeler üzerinde yarattığı rekabet baskısını bir ölçüde azaltması beklenebilir" dedi. Küresel düzeydeki üretim süreçlerindeki değişim ve özellikle ucuz iş gücü kaynaklarının rekabet baskısının Türkiye'yi de etkilediğini belirten Özcet, "Bu gelişmelerden ülkemizin kazançlı çıkması, büyük oranda beşeri sermayenin geliştirilmesi ve toplam faktör verimliliğinin artırılması için gerekli politikaların etkin olarak hayata geçirilmesiyle mümkün olacaktır" görüşünü aktardı. Gümrük Birliği'nin yol açtığı dönüşümler "Türkiye'nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında Dönüşüm: Küresel Makroekonomik Yönelimler ve Yansımalar" adlı rapora göre, 1996 yılında Gümrük Birliği'nin yürürlüğe girmesi ve sonrasında ulusal ve uluslararası düzeyde meydana gelen gelişmeler, başta dış ticaret olmak üzere ekonominin çeşitli alanlarında önemli dönüşümlere yol açtı. Son yıllarda Çin'in artan ölçüde dünya ekonomisine entegre olması ve bu bölgenin dünya üretim merkezine dönüşmesi, özellikle 2000 yılı sonrasında imalat sanayi ürünleri ticaretinde yeni eğilimleri ortaya çıkarırken, 2001 krizi ve sonrasında uygulanan yapısal reform ağırlıklı program, ekonomide temel bir dönüşüme yol açtı ve ekonomide göreli istikrarın sağlanmasına katkıda bulundu. Üretim ve dış ticaret yapısındaki dönüşümün temelindeki unsurların 3 başlık altında irdelendiği raporun "Üretimde model değişimi: ithalatlaşma" bölümünde yer alan verilere göre, 2001 krizinde Türk lirasının değer kaybetmesi ve yurt içi talepteki daralma, firmaları dış piyasalara yönlendirdi. Bu durum, ihracata yeni bir ivme kazandırırken, ihracatın bileşiminde de radikal bir dönüşüme yol açtı ve genellikle yatırım malı üreten sektörlerin ihracat içindeki payında artış gerçekleşti. Raporun, "Üretimin uluslararasılaşması: endüstri içi ticaret" bölümüne göre ise endüstri içi ticaret, nihai bir malın üretiminden elde edilen katma değerin çeşitli ülkeler arasında bölüşülmesini beraberinde getirirken, istihdam ve katma değerin ağırlıklı olarak ticarete konu olmayan sektörlerde yoğunlaşmasına yol açıyor. "Dış ticarette coğrafik kayma: Asyalılaşma"da başlığı altında da üretim modelinde ithalata bağımlılığı artıran bir diğer global ögenin, Asya-Pasifik bölgesinin dünyanın üretim üssüne dönüşmesi nedeniyle ortaya çıkan cazip fiyatlar olduğu kaydediliyor. Buna göre, AB-15 ülkeleri ihracat açısından Türkiye'nin önemli ticaret partneri olmaya devam ederken, Türkiye'nin ithalat ve dolayısıyla dış ticaret dengesinde Asya ülkelerinin ağırlığı gittikçe artıyor. Türk lirasında yaşanan değerlenme nedeniyle "Asya'dan al, Avrupa'ya sat" eğiliminin son yıllarda daha da belirginleşmesi, dış ticarette "Asyalılaşma" olgusunu ortaya çıkardı. Verimliliği artırma çabaları, istihdam ve katma değer yaratma kapasitesini sınırladı Rapora göre, dış ticaret dengesi, yapısal gelişmelerin yanı sıra dış ticaret hadlerindeki bozulma, çapraz kur gelişmeleri, tüketici kredilerindeki genişleme ve dış ticaret istatistikleri kapsam değişiklikleri gibi konjonktürel gelişmelerden de etkilenirken, üretim ve özellikle dış ticaret dengesinde önemli paya sahip, "enerji", "otomotiv", "dayanıklı tüketim malları" ve "tekstil-giyim" sektörlerinde yaşanan mikro gelişmeler ve sektörlerin makro gelişmelere karşı geliştirdikleri uyum çabaları da dış ticaret dengesi üzerinde etkili oldu. Makro ve mikro gelişmeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, son 10 yılda imalat sanayinin üretim ve dış ticaretinde yaşanan değişim, "İthalatlaşma", "Uluslararasılaşma" ve "Asyalılaşma" eğilimleri şeklinde üç başlıkta özetleniyor. Bu eğilimlerin etkisiyle, imalat sanayinde önemli ölçekte bir dış ticaret hacmi yaratıldığı, ancak bunun katma değer ve istihdam üzerindeki yansımalarının kısıtlı olduğu görülürken, özellikle, 2001 krizi sonrası dönemde, yerel ve global ölçekteki gelişmeler, eş zamanlı olarak, Türkiye'nin üretim ve dış ticaret yapısındaki bu dönüşümde etkili oluyor. Asya-Pasifik ülkelerinin tetiklediği yeni rekabet ortamı, uluslararası piyasalarda döviz kurları başta olmak üzere göreli fiyatlardaki farklılaşmalar, büyük ölçekli şirketlerin global aktörler haline gelmesi, devir-birleşme-satın almalar nedeniyle ölçek ekonomisinde yaşanan gelişmeler, üretim ve dış ticaret yapısındaki dönüşümü başlatan unsurlar olarak sayılabiliyor. Bu unsurların başlattığı dönüşümün, son yıllarda Türk lirasının değerlenmesi ve dezenflasyon süreci ile birlikte hız kazandığı, "ithalatlaşma" ve "asyalılaşma" eğilimini daha da güçlendirdiği dile getirilen raporda, bu durumun üretim ve dış ticaretteki dönüşümü derinleştirirken, ekonomi genelinde yüksek dış ticaret açığı, yeterince istihdam yaratamayan büyüme ve rekabet gücü kaybı gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olduğu ifade ediliyor. Döviz kurundaki reel değerlenmenin yol açtığı rekabet gücü kaybını telafi etmek için firmaların, istihdam ve reel ücret artışlarını sınırlandırarak iş gücü verimliliğini artırmaya öncelik verdiği, bu uyum çabalarının ise ekonomide imalat sanayinin istihdam ve katma değer yaratma kapasitesini önemli ölçüde sınırlandırdığı dile getiriliyor.