Medya düşmanlığına eleştirel bir bakış

Medya düşmanlığına eleştirel bir bakış

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Hıfzı Topuz / İletişim Araştırmaları Derneği Başkanı Sayın Başbakan son günlerde medyayı yine suçladı. Hedef elbette bütün medya değil, sadece Doğan Medya Grubu ve CHP yandaşı medya. Yani hedef önce Hürriyet, Milliyet, Radikal, Posta gibi gazeteler ve Kanal D, Star, CNN Türk gibi televizyonlar. Doğan Grubu'ndan sonra da hedef CHP yandaşları. Bunlar hangi gazete ve televizyonlar? Sırada Cumhuriyet ve KanalTürk olsa gerek. Sayın Başbakan şöyle suçluyor bu medyayı: - Bunların derdi laiklik değil, menfaat. Bunlar köşeye sıkıştırma yöntemleri. - Bunların istediği düzen demokrasi değil, diktatoryal düzen. - Bunlar dünyaya iki Türkiye fotoğrafı vererek sanal kutuplaşmalar üretiyorlar. - Bunlar gerilimi artırıyorlar. - Kendi yaygaralarının yansımalarını delil gösterip "Bakın, dünya medyası bizim gibi düşünüyor" diye manşet atıyorlar. - Bunlar kaos ve belirsizlik havası yaratıyorlar. Kaos bunların kafasında. - Dürüst değiller, ikircikliler. - Tehditle bizden bir şey alamazlar. - Bunlar toplumun ahlak değerleriyle ters düşen çırılçıplak kadın resimleri basıyorlar. - Yalan yazıyorlar. - Kafaları bulandırmaktan başka dertleri yok. - Yoksa gazeteleri toptan biz mi satın alacağız? - Bunlar başı açık olanların geleceği garanti altında olamaz gibi safsatalar yazıyorlar. Bunlar çok ağır suçlamalar. AKP'nin son uygulamalarını onaylamayan medya gerçekten kaos yaratıcı bir dil kullanarak gerilimi artırıyor ve sanal kutuplaşmalar yaratıyor mu? Sanmıyorum, medyanın kullandığı dil hiç de yıkıcı ve saldırgan sayılamaz. Dünya ölçüsünde bütün muhalefet medyası bu dili kullanır ve hiçbir başbakan bu yüzden medyayı kaos yaratmakla ve diktatoryal bir düzene yönelmekle suçlayamaz. Bu tür eleştiriler de asla yaygara olarak nitelendirilemez. Sayın Başbakan'ın hedef aldığı medya gerçekte CHP yanlısı değil, laik ve Atatürk ilkelerine saygılı bir medyadır. Medya Türkiye ikiye bölünmüştür diyorsa doğru değil midir? Ülke bölünmüyor mu? Hedef alınan medya Türkiye'nin kaosa sürüklendiğini yazıyorsa doğru değil midir? Çıplak kadın resmi basmak suçsa savcılar yasaları işletirler. Başbakan'ın hesap sorması ise tehdit olarak yorumlanır. Gazeteler yalan yazıyorsa savcılık soruşturma açar, Başbakan savcının görevini üstlenemez. Başbakan'ın gazetelerin toptan satışından söz etmesi de anlamsız görünmektedir. Sayın Erdoğan gazetelerin mülkiyetinden söz ediyorsa medyada sermayenin yarısı zaten dinci grupların eline geçmiştir. Laik sermaye sahipleri de iktidarın etkisi ve baskısı altındadır. Medyada sermayenin yapısı AKP'nin isteği ile günden güne değişmektedir. Başı açık olanların geleceğinin güvence altında olmadığını yazmak suç mudur? Ülkedeki bu gidişin mahalle baskısına büyük güç kazandırdığını ve cesaret verdiğini söylemek yanlış mıdır? Hükümet bu saldırıların olmayacağını nasıl öne sürebilir? İktidar partisi bunlara karşı önlem mi almıştır? Bu medya "tehditle bir şeyler istiyormuş". Bu şuçlama çok önemli ve çok ağırdır. Doğan Medya Grubu hükumetten menfaat mi istemiş? Böyle bir şey istenmişse bunun mutlaka açıklanması gerekmez mi? Bu konu medyaya güven sorunudur ve tüm kamuoyunu çok yakından ilgilendirir. Bu savı açıklamayan ve kanıtlamayanlar çok büyük töhmet altında kalmazlar mı? Eğer açıklanmazsa bu suçlama medyaya baskı ve sindirme girişimi olarak yorumlanır, geri teper ve çok kötü sonuçlar yaratır. Sayın Başbakan'ın suçlamalarını dinlerken ister istemez Emin Çölaşan'ın son kitabını düşünüyorum. Çölaşan, Doğan Medya Grubu patronu Aydın Doğan ile Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün Sayın Tayyip Erdoğan'a karşı ne kadar titiz davrandıklarını ve onun hoşuna gitmeyecek yazıları önlemek için nasıl savaştıklarını anlatmıyor muydu? Demek ki, bugün Başbakan'ın suçladığı bu iki medya temsilcisi kendisine hoş görünmek için son zamanlara kadar çok dikkatli bir yayın politikası izlemişlerdir. Bugün ne oldu öyleyse? Neden düne kadar kendisini büyük bir titizlikle destekleyen medya bugün yaygarayı koparıyor ve ülkeyi belirsizlik havasına sürüklüyor? Çok düşündürücü. Bunun mutlaka açıklanması gerekir. Aksi halde insanlar 1953-1960 yılları arasında Adnan Menderes'in basına tahammülsüzlüğünü düşünmekten kendilerini alamazlar. Nadir Nadi daha 1953 yılında şöyle demişti: "Hür basının zararlarını önlemek uğruna göze alınan her tedbir sonunda mutlaka o basından beklenen faydaları da silip süpürmüş, yani hürriyeti yok etmiştir." Demokrat Parti iktidara geldikten iki yıl sonra sert önlemler alarak basın özgürlüğünü kısıtlama yoluna gitti ve böylece yavaş yavaş kendi çöküşünü hazırladı. 1956'da Menderes hükumeti basın kanununda değişiklikler yaparak "kötü niyetle ve maksada dayalı" yayınlarda bulunmayı suç saydı, "hükumetin itibarını kıracak" yazıları yasakladı, "memleket ahlakını, aile düzenini bozacak ve heyecan uyandıracak" haberleri cezalandırdı, Gazeteciler Sendikası'nı kapattı. Bu önlemler dışarıda büyük tepkilere yol açtı. Arkasından kovuşturma ve tutuklamalar başladı. Her gün yirmi beş otuz basın davası görüldü. Pulliam Davası diye adlandırılan gülünç bir dava basın tarihine geçti. Yayın yasakları kondu, tahkikat komisyonu kuruldu... Bütün bu şiddet önlemleri sonunda Demokrat Parti'yi mezara götürdü. Tarihten biraz ders almak gerekiyor. Medyaya saldırı her zaman her yerde geri teper. Bütün dünyada da hep böyle olmuştur.