Merkez Bankası eski Başkanı ve TEPAV İstikrar Enstitüsü Direktörü Süreyya Serdengeçti: Büyüme amaçlı ve yapısal reform

Merkez Bankası eski Başkanı ve TEPAV İstikrar Enstitüsü Direktörü Süreyya Serdengeçti: Büyüme amaçlı ve yapısal reform

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

odaklı yeni bir program gerekli İSTANBUL - Merkez Bankası eski Başkanı Süreyya Serdengeçti, Maliye politikasındaki gevşemeyi, sıkılaştırılan para politikasının telafi edemeyeceğini söyledi ve hükümetin yeni bir program ortaya koymasınının gerekli olduğunu vurguladı. Serdengeçti'ye göre, istikrar sürecinde bir 'duraksama' var, büyüme 2009 yılında 2008'den daha iyi olmayacak ve ulusal çapasını henüz oluşturamayan Türkiye'nin IMF ile yeni bir stand-by anlaşmasına gitmesi fayda sağlayabilir. "2001 programı amaçlarına büyük ölçüde ulaştı ve miadını çoktan doldurdu" diyen Merkez Bankası eski Başkanı, "Hükümetin bundan sonra 2001 programından farklı, sadece olumlu sonuçlarını değil kendisini de sahipleneceği, yüksek ve sürdürülebilir büyüme amaçlı, yapısal reform odaklı yeni bir program ortaya koyması lazım" dedi. "2007'de sorumlu mevkilere gelenlerin sürekli olarak 2001'den beri cereyan eden olumlu gelişmelerden söz etmelerinin artık bir anlamı yoktur" eleştirisinde bulunan Süreyya Serdengeçti, DÜNYA'nın sorularını yanıtladı: . Fiyat istikrarını sağlama misyonuna sahip Merkez Bankası'nın eski başkanı ve TEPAV İstikrar Enstitüsü'nün direktörüsünüz. Türkiye'de şu anda bir ekonomik istikrardan söz edilebilir mi? 2002-2006 arasında gerek fiyat istikrarı ve finansal istikrar, gerekse kamu borcunun çevrilebilirliği açısından büyük mesafe alındı. Ancak son iki yılda enflasyon yeniden yükseldi ve büyümede yavaşlama var. 2007 kamu maliyesi açısından kayıp bir yıl olmuş, şimdi yapısal reformlara harcanabilecek kaynaklar seçim harcamalarına gitmiştir. 2006 başında yüzde 8 civarında olan beklenen reel faizlerin şimdilerde yüzde 10 civarında seyrettiğini gözönüne alırsak, istikrar sürecinde bir duraksama olduğu açıktır. . İstikrardan bahsedilince akla ilk gelen konulardan biri cari açık. Cari dengede son dönemde hangi sinyalleri alıyoruz? Tehlike olmaktan çıktı mı? Cari açığın finansmanı bundan sonra da yakın geçmişteki gibi rahat olur mu? Kısacası, kapının önünde bir kriz bekleyelim mi? Cari denge 2002'den itibaren 2007'ye kadar bozulma eğiliminde oldu. Türk parasının değer kazanmasının bu bozulmada bir rolü olsa da uluslararası enerji fiyatlarının olumsuz etkisi daha büyük oldu. Ama Türkiye'de cari dengeyi asıl bozan unsur, 2001 programı her yıl için yüzde 5'lik büyüme öngörmüşken, 2006 sonuna kadar ortalama yüzde 7.2'lik büyümenin gerçekleşmesiydi. Nitekim 2007'de yüzde 4.5'e inen büyümenin, cari dengenin milli gelire oranında nisbi bir istikrar sağladığını gördük. Bundan sonra ne olur? 2008 için büyüme görünümü pek parlak değil, bu cari dengeye yardım edecektir ama uluslararası enerji fiyatlarında yükselme devam ediyor, bunun da zararını göreceğiz. Sermaye dengesine gelince; 2004'ten itibaren sıcak paranın egemenliği süratle azaldı, doğrudan yabancı yatırımlar ve uzun vadeli sermayenin paylarının arttığını gördük, bu olumlu bir gelişme. Ancak 2005'ten itibaren aksayan yapısal reform süreci, 2006 ortasından itibaren ertelenen kamu harcamaları ile ilk işaretlerini veren kamu maliyesindeki bozulma, 2007 Ağustos'undan itibaren bozulan dış konjonktür ve ülkemizde son iki yılda yaşanan siyasal gelişmeler bugün bana göre doğrudan yabancı yatırımlar ve uzun vadeli sermayenin sürdürülebilirliğini tehdit etmeye başlamıştır. . Enflasyon hedeflemesine geçmek için acele mi ettik? Bile bile MB kendini köşeye mi sıkıştırdı? Hedeflerde havlu atmak bankanın kredibilitesini etkiliyor mu? Acele? Zaman içinde koşullar oluştukça enflasyon hedeflemesi rejimine geçileceği 2001'de ilan edildi, 2005 sonuna kadar örtük enflasyon hedeflemesi dediğimiz rejim, giderek açık enflasyon hedeflemesi rejimine dönüşür biçimde, uygulandı. O arada 4 yıl üst üste hedefler tutturuldu. Ve 2006'da enflasyon hedefi tutmayınca mı acele oldu açık enflasyon hedeflemesine geçiş? Enflasyon hedeflerinin tutmaması her zaman her yerde olabilir, diğer ülke örnekleri açıkça gösteriyor bunu. Kredibilite doğal olarak olumsuz etkilenir. Ama önemli olan hedeflerin tutmama nedenlerinin ya da tutmama ihtimalinin zamanında kamuoyuna açıklanması ve daha sonraki dönemlerde tutması için hükümet ve Merkez Bankası etki alanındaki gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Gördüğüm kadarı ile Merkez Bankası, 2006 ortasından beri, hedeflerden uzaklaşan enflasyon bekleyişlerinden, kamu maliyesindeki bozulmadan, yapısal reform sürecinin aksamasının enflasyon ve büyüme üzerindeki olumsuz etkisinden ve arz şoklarından söz ediyor. . Hedefler revize edilmeli mi? Enflasyon hedefleri, orta vadede dahi tutturulma imkanı kalmadı ise, pekala revize edilebilir. Edilmesi gerekir zaten. Ama bunun için Türkiye ekonomisi ile ilgili sağlıklı tahmin ve diğer hedeflerin yanısıra, dünya enerji ve gıda fiyatlarının orta vadede nasıl seyredeceğine ilişkin olarak örneğin OECD ve Birleşmiş Milletler'in çalışmalarını dikkatle ele almak ve bu fiyatlar ile ilgili olarak mümkün olduğu kadar sağlıklı tahminler oluşturmak gerekir. Ondan sonra yeni enflasyon hedefleri konmalı ve hedeflere ulaşılmalıdır. . Dünyada da enflasyon yükseliyor. Merkez bankaları gıda ve enerji konusunda bir şey yapabilir mi? Bu tür arz şokları bekleyişler kanalıyla diğer fiyatları da etkiliyor. O zaman faiz silahını çekmekten başka çare kalmayabiliyor. Tek başına ne yapabilirse, faiz silahı. Orta ve uzun vadede tarım ve enerji politikalarında bu şoklara karşı bir şey yapılıp yapılamayacağı konusu ise hükümetlerin ilgi alanına giriyor. . Türkiye'de fiyat istikrarı tam olarak ne zaman sağlanır? Sokaktaki insanın geleceğe yönelik ekonomik planlarında enflasyon olgusunu dikkate almadığı gün, fiyat istikrarı sağlanmış olacaktır. Bu da herhalde yüzde 4'ün üzerinde enflasyon değildir. . Peki sizce bu yıl yüzde 4'lük büyüme bile hayal olabilir mi? Özellikle Anadolu'da 'Seçimler sonrasında işler durdu, yaprak kıpırdamıyor' şikayetleri var. Bu yıl ve 2009 ile ilgili öngörünüz nedir? 2008 için büyüme beklentileri giderek kötüleşiyor. Ekonomideki gidişata ilişkin beklentiler 2006 ortasında bozuldu aslında ve daha sonra tatmin edici biçimde düzelmedi zaten. Neden olarak dış konjonktür ve siyasal gelişmeler üzerinde duruluyor ama aslında ekonominin eksiksiz ve tutarlı bir programla gündemin baş tarafına bir türlü getirilememesi bu duruma yol açtı. Böyle devam ederse, büyüme konusunda 2009, 2008'den daha iyi olmaz. . Hükümet, son dönemde bütçe dışı fonlar, prim affı gibi popülist olduğu öne sürülen adımlar atıyor. Mali disiplin ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Evet, eski kötü alışkanlıklar -ki kaybolmamışlardı aslında- yine su yüzüne çıktı. Genel ve yerel seçim ekonomileri; bütçe dışı uygulama arzuları, her türlü af -ki yükümlülüklerini zamanında yerine getirenlerin cezalandırılmalarından başka bir şey değildir-, bunlar yine gündemde. Keza özelleştirme gelirlerinin kamu borcunu azaltmak yerine harcamalara gitmesi, kamu ihale yasasına getirilmeye çalışılan yeni hükümler, hepsi, kötü alışkanlıklara birer örnek. Kendisini onlarca yıl sürdürülemez enflasyon ve sürdürülemez kamu borcu ile finanse eden siyasal sistemimiz bir türlü 2002'den beri ispat ettiğimiz bir gerçeği benimseyemedi. Nedir bu? Sıkı para ve maliye politikaları beklentileri olumlu etkileyerek reel faizlerin ve kamu borcunun düşmesini sağlar, bu da büyümeyi getirir. Bir nokta daha var, ekonomik istikrar açısından bulunduğumuz aşamada maliye politikasındaki gevşemeyi daha da sıkılaştırılan para politikasının telafi edebileceğini sanmıyorum. . Kredi kartları faizleri ile ilgili düzenleme teklifini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konu Merkez Bankası'na bırakılmış. Banka bugüne kadar yakından izleyerek gerektiği zaman gerektiği kadar tedbir alırken siyasiler ne yapmaya çalışıyorlar? Bankalar üzerlerindeki faiz baskısını bir çok şekilde iş yerlerine ve tüketicilere maliyet olarak yansıtırlar. Bu gayet doğaldır. O zaman ne olacak? Ekonomik faaliyete olumsuz yansımayacak mı? Perakendecilerin yasa tasarısına itirazları da mı duyulmuyor? Bir türlü anlaşılamayan şudur: Kredi kartları para benzeri bir ödeme aracıdır, çok kısa vade borçlanma aracı olarak da bir ölçüde kullanılması mümkündür, diğer ülkelerde de görüldüğü gibi. Ama bu fazla da teşvik edilmez, caydırıcı olmaya çalışılır, bu yüzden tabii ki pahalıdır. Ve bir çok ülkede para ve gözetim/denetim otoriteleri tarafından tüketicilerin geri ödeme niyet ve kabiliyeti yakından izlenir, ona göre gerekirse ek tedbirler de alınır. . Özel sektörün dış borcu risk mi? Hazine'nin kur riski var mı? Özel sektörün giderek artacak iç ve dış borçlanması 2002'de üzerinde durulmuş ve beklenen bir gelişmeydi. Neden? Birincisi, hem yüksek seviyede büyüme isteyeceksiniz, hem de tasarruflarınız buna yetmeyecek, o zaman borçlanırsınız tabii ve büyüme özel sektörden geleceğine göre özel sektörün borcunun artması gayet normaldir. İkincisi, özel sektörün geçmişte borçlanamamasının başlıca nedeni kamunun aşırı borçlanmasının reel faizleri fahiş seviyelere getirmesi, bankaları da dış borçlanmaya yöneltmesi ve reel sektörün kredi ve borç piyasalarından böylece dışlanmış olmasıydı. İşte 2002'den itibaren değişen budur. Kamu borcunun göreli ağırlığı azalmaya başlayınca özel sektörün önü açıldı. Şimdi, kur riskinin yönetilip yönetilmediği ayrı ve hiç şüphesiz önemli bir konudur. Risk bilincinin bir türlü yükselememesi önemli bir sorun olarak otoritelerin önünde durmaktadır. Özel sektörün borç durumu incelenirken başlıca hissedarların kendi pozisyonları üzerinde de durmak gerekir. Türkiye'de kimin döviz alacağı var, kimin döviz borcu var, buna bakmak lazımdır. Merkez Bankası'nın fazla pozisyonu var. Döviz borcundan daha fazla döviz rezervi var yani. Hazine'nin eskiden hiç parası olmazdı, nasıl borçlanacak diye endişe edilirdi, şimdi dövizi var Merkez Bankası'nda, döviz ve dövize endeksli borcunu azaltmak için elinden geleni yapıyor. Yani Merkez Bankası dövizde elini kuvvetlendiriyor, Hazine döviz borcunu azaltıyor, bankalar dövizde açık pozisyona girmiyor. Ama şirketler giriyor. Bir de hane halkı var. Bunların o kadar döviz borçlanmadığını ancak bir kısmının, şirket hissedarı veya değil, döviz mevduatı tuttuklarını görüyoruz. Şirketler ile bir kısım hane halkı bu durumda kur riski almış durumdadır. Kurlar aşağı giderken şirketler iyi, bir kısım hane halkı kötü, kurlar yukarı giderken de şirketler kötü, bir kısım hane halkı iyi. . Sizin döneminizde Merkez Bankası bir anlamda '30 yıllık mahcubiyetten kurtularak', bağımsızlaştı. Ancak şimdi de zaman zaman hükümetten ve çeşitli kuruluşlardan Merkez Bankası'na yönelik eleştiriler geliyor. 'Baskı yapılıyor' izlenimi ortaya konuluyor. Siz nasıl bir bağımsızlık fotoğrafı görüyorsunuz? Birincisi, benim dönemimin başında 30 yıllık mahcubiyetten nihayet kurtulan yasa koyucunun ta kendisidir. İkincisi, merkez bankaları üzerinde her yerde her zaman az ya da çok siyasal baskı ve piyasa baskısı olur, her zaman da olacaktır. Üçüncüsü, ne kadar iyi bir merkez bankası yasanız olursa olsun, merkez bankalıların fiyat istikrarının sağlanması ve kollanması konusunda kamuoyuna gösterdiği duruş yaşamsal önemdedir. Bu duruş hem sağlam olmalı hem de etkili bir iletişim politikası ile kamuoyuna aktarılmalıdır. Böyle oluyorsa sözünü ettiğiniz baskıların pek önemi yoktur. . IMF çapası mayısta sona erdi. AB çapasında işler yavaşladı. Türkiye çapasız yapamaz mı? Temmuz 2007'de bir söyleşide; IMF çapasının bana göre 2005'ten beri zayıfladığını, AB çapasının ise sürecin siyasal olması ve zigzaglar çizmesi, bizdeki reform yorgunluğu ve sonuçta bir katılım tarihi de olmamasından dolayı popülaritesini giderek yitirdiğini söylemiştim. Onun için "Neden ulusal çapamızı geliştirmiyoruz?" diye de sormuştum. Aradan geçen zamanda, ulusal çapada bırakın ilerlemeyi, geriye bile gittiğimizi düşünüyorum. Çapasız yapamaz mıyız? Onca yıl istikrarsızlıkla yaşamış bir ülkede toplumu kalıcı istikrara ancak çapalar ile ikna edebilirsiniz. . MB Başkanı Durmuş Yılmaz'ın yeni bir çapa önerisi var: "Kısa vadede büyüme hızını geçici ve yapay olarak artıracak politikalar yerine, uzun vadeli bir bakış açısı ile bir reform gündemi oluşturulması, bu gündem kapsamında yapılacak düzenlemelerin şeffaf bir şekilde listelenmesi ve kamuoyuna açıklanması bir çapa işlevi görecek ve Türkiye ekonomisine yönelik bekleyişleri olumlu yönde etkileyecektir". Sadece yapısalların takvimi ekonomik aktörlere güven verebilir mi? İşte bir yıl evvel söylediğim, esasen TEPAV'ın raporlarında da yer alan ulusal çapa somut bir ifade ile Merkez Bankası tarafından da gündeme getiriliyor. Sadece yapısalların takvimi değil, performans değerlendirmeleri ve hesap verilebilirlik ilkeleri ile birlikte. Kafi gelir mi? Gelmez tabii. Hangi yapısalların niye öncelikleri olmalı, bunların büyüme-istihdam-dış denge üzerindeki etkileri, yapısal dönüşümden mağdur olanlar için neler yapılacağı da olmalıdır. Üstelik kamuoyuna tek ve anlaşılır bir belge olarak - arkasında başka hangi belgeler olursa olsun- sunulmalıdır. Bu tek belge iyi bir iletişim politikası ile birlikte ikna edici olmalı, içindeki bir çok unsur gerekirse önceden tartışmaya açılmalıdır. Bunlar da yetmez, özellikle kamu maliyesi politikası konusunda güven vermeli ve yenileneceği anlaşılan enflasyon hedeflerinin de çapa niteliğini yeniden kazanmaları gerekir. . Son açıklanan Orta Vadeli Mali Çerçeve (OVMÇ) bu işlevi yerine getirmiyor mu? Son dönemde birçok ekonomi kuruluşu verilere ilişkin belge yayınladı. Sizce bu kadar belge gerekli mi? Ne daha evvelki eylem planları ne de OVMÇ, ne de bu dönemde yapılan veya yapılmaya çalışılan bazı yapısal reformlar bu koşulları yerine getirmek açısından yeterli değildir. OVMÇ'de açıklanmaya muhtaç çok husus var. Ayrıca, baksanıza, tüm kurumların tam mutabakatı var denildiği bir ortamda Merkez Bankası'nın artan oranda kamu maliyesi politikasının sıkı ve kurallı olması gerektiğini dile getirdiğini görüyoruz. IMF'nin ise aflara karşı olduğunu ve düşürülen faiz dışı fazladan belediyelere aktarılacak kaynakların öncelikli olmaması gerektiğini söylediğini görüyoruz. . IMF ile sizce ne şekilde yola devam etmeliyiz? Ulusal çapayı şu ana kadar pek oluşturamadığımıza göre, olumsuz dış konjonktür, muhtemel siyasal gelişmeler ve son iki yılda ekonomideki göreli bozulma da göz önüne alınarak, IMF'nin de daha ağırlıklı bir rol oynamaya niyeti varsa tabii, stand-by anlaşmasına yönelmekte fayda vardır. Ancak şuna dikkat edilmelidir: Bir defa 2001 programı amaçlarına büyük ölçüde ulaşmış ve aslında miadını çoktan doldurmuştur. 2007'de sorumlu mevkilere gelenlerin sürekli olarak 2001'den beri cereyan eden olumlu gelişmelerden söz etmelerinin artık bir anlamı yoktur. Hükümetin bundan sonra 2001 programından farklı, ve sadece olumlu sonuçlarını değil kendisini de sahipleneceği, yüksek ve sürdürülebilir büyüme amaçlı, yapısal reform odaklı yeni bir program ortaya koyması lazım. Disiplinli, şeffaf ve hesap verilebilir kamu maliyesinin yanı sıra mutlaka fiyat istikrarını sağlama amacı da olmalıdır, yeni programın.