Popüler olanın gerçek olduğu sanal bir dünya
Tiyatro İstanbul ve Ekip Tiyatrosu güçlerini birleştirdiler bu sezon ve ortaya iyi oyuncuların mücevher gibi parladıkları, zekâ dolu "Popüler Gerçek"i koydular.
NERMİN SAYIN
Tiyatro İstanbul ve Ekip Tiyatrosu, bu sezon güçlerini birleştirerek çıkıyorlar seyircinin karşısına. Bu işbirliğinin ilk verimlerinden biri olan "Popüler Gerçek" in galasındaydım geçen hafta. Tiyatroyu neden sevdiğimi hatırlatan, salondan çıkışta "Oh be, tiyatro varmış!" dedirten bir oyun izledim, yazının sonuna kadar sabretmeyip baştan söyleyeceğim. Hatta, "Ne yapıp edip bu oyunu mutlaka izleyin" de diyeceğim...
"Popüler Gerçek"te perde açılmadan, dekordaki ekranlar açılıyor. Zaten bizler de bir salon dolusu izleyici olarak oyunun bizden "çalacağı" o çok değerli 2 saatimizi feda etmeden önce sosyal medya hesaplarımızla hüzünlü bir vedalaşma içerisindeyiz o an... Işıklar kararıp oyun "sahiden" başladığında, dünyaca ünlü bir bilişim firmasının Türkiye ofisinin pazarlama departmanına konuk oluyoruz. Aa, onlar da konuk bekliyorlarmış zaten! Ama bizi değil, düzenledikleri bir yarışmada galip gelerek ofislerini gezme şansı elde eden talihliyi... Çiğdem ve Serhat, bu işle görevlendirilmişler, fakat bir ergenle uğraşacak olmanın tatsızlığı sinmiş üzerlerine. Stajer Lalin ve yönetici Saadet Hanım da henüz çıkmamışlar. Derken, talihli çıkageliyor işte: Fakat, ne tahmin ettikleri gibi ergen ne de ofisi gezmeye niyeti var! 1 saatte gidecek gibi de değil hatta; dahası gidesi değil, "gönderesi" var... Evet, konudan tüyolar bu kadar...
Bu "eski sanat"ın derdi... Aylar sonra buluşan, ama cep telefonlarından kafalarını kaldırmadan akşamı geçiren bir arkadaş grubunuz ya da romantik bir yemekte bile aklı kaç beğeni aldığında olan bir partneriniz varsa, işte davet edip götüreceğiz oyun bu. Dahası, eğer sizseniz o "sosyal medya bağımlısı", kendi iyiliğiniz için birkaç saatinizi bu "eski sanat" a ayırmanızda fayda var. Neden derseniz, o "eski sanat"ın derdi, eskiden beri insan da ondan! Ne de olsa, teknoloji yüksek ama, insan aynı insan: Kardeşler birbirini kıskanıyor, sevgililer birbirini aldatıyor, intikam hâlâ en güçlü duygulardan biri ve her şeyi doğru yaptığını iddia ederek ahkâm kesenlerin mazileri, hepimizden daha kirli... Cem Uslu'nun yazıp, yönetip harika oyuncularla birlikte sahneye çıktığı "Popüler Gerçek"in ana malzemesi de sanal dünyaya duyduğumuz dehşetengiz merakın yanı sıra "insan." Ele alınan insan olunca, çerçeveyi genişlet genişletebildiğin kadar: İşin içine gün geçtikçe daralan ve yabancı sözcüklerin arasında boğulmamaya çalışan Türkçeyi al, içi boşalan aşk gibi; kardeşlik; hayranlık gibi harikulade durumları al...
Beş karakterin beşi bir mi?
Yarattığın beş karakterin beşine de başka don biç, hepsinin üzerinden başka bir mesele at seyircinin önüne... Üstelik bunu didaktikliğin sevimsiz tonlarından başarıyla kaçarak, anlattığın insanlara onların göz hizasından bakarak, empati kurarak yap ki hem oyunun dışına düşme, hem antipatik olma. Hani, derler ya, -klişe mlişe!- "ayna tut!" Üstelik bunu hemen her attığı taş yerini bulan, tüm replikleri "dolu", parlayan cümlelerle yap... İşte Cem Uslu'nun "Popüler Gerçek"te yazar olarak yaptığı tam da bu... "Yazar olarak" diye altını özellikle çizdim, çünkü, oyundaki Serhat karakteri olarak antipatikliğinin zirvesine çıkıyor Uslu, ama "Serhat'ın sürprizlerini" yalnız oyunu izleyenler öğrenecekler!
"Popüler Gerçek"i sevmemin en önemli nedenlerinden biri de nefis oyuncuları bir araya getirmiş olması. Almıla Uluer Atabeyoğlu; şirketin yöneticisi "hayatı yok, kariyeri var" Saadet Hanım'ı oynuyor. Öyle oynuyor ki sanki ofisinin penceresinden onu gözetliyorsunuz! Hele, "ofis çalışanı" Çiğdem'le hesaplaşmalarında harika... Hesaplaşma bu, o harika olur da Çiğdem, yani Emel Çölgeçen aşağı kalır mı? Kalmaz elbette! O değil de bütün oyun boyu cici cici takılıp finalde içinden "Öfkeli Şirin" çıkaran "Lalin" Nihal Usanmaz'a aşk olsun! Oyunun sürprizini saatler boyu nasıl da sarıp sarmalayıp sonra vuruyor yüzümüze...
Bir modern zaman ofisi
Başak Özdoğan, bir modern zaman ofisini, hele hele adından bile sanal gerçeklik taşan bir mekânı doğru dürüst, ayrıntısına, rengine dikkat ederek yaratmış. İşte Saadet Hanım ve Çiğdem, o ofiste, hesaplaşma sahnesinde... Orhan Enes Kuzu'nun müzikleri ise aktör gibi sahnede gezinmekte...
"Baltalı İlah" ile "Günün Adamı"
Kızları andık, erkekler onlardan aşağı mı, yoo... Nasıl biri olduğunu anlamanız için "Günün Adamı" diyeceğim Serhat'ta Cem Uslu, kendi kendini yerin dibine sokan bir rol yaratmış âdeta! "Sodanın içine limon"la limonlu soda arasındaki farkı fark etmeyen nesle aşina olmayan Zafer'deyse Kerem Atabeyoğlu en iyi performanslarından birini sahneliyor. Finalde Serhat'ın Zafer'i (Payidar'ı) kışkırtması, bana Othello-Iago sahnelerini anımsattı. İkisine de alkışlarım gani...